Ali DEMİREL

Yazar - Ziraat Mühendisi

Alp Olmak

Alp sözcüğü yalnızca Türklere aittir, başka bir dilde bu sözcük yoktur. Eğer başka bir kültürün – dilin içinde ‘ALP’ varsa bu Türk töresinden o millete geçmiştir. Yaklaşık yedi bin yıl öce Avrupa kıtasına gelen Türk Töresini ve uygarlığını Avrupalı yerli barbar insanlara öğretmişlerdir. Elbette bu uygarlaştırma çalışmaları kolay olmamıştır yani askeri güç de gerekmiştir. Avrupa’ya uygarlık yolunun açılmasında ‘Alplar’; öncü, yol açan güç olmuşlardır. İşte bu yüzden; Avrupa’nın en uzun sıra dağlarının adı ‘ALPLER’ – ALP DAĞLARIDIR…

ALP sözcüğü savaşçı demektir. Ama bu savaşçı olma özelliği yalnızca beden gücüne ve savaş tekniklerine dayanan bir özellikten çok ötedir. Beden gücü ve savaş tekniklerinin iyi bilinmesi ve bu bilgi ve beceriyi bir sanat (insan öldürme sanatı) gibi icra etmek başka milletlerde de vardı, tarihteki ‘Lejyonerler’ gibi. Hatta günümüzde de var ‘paralı askerler’ gibi. Bilinmektedir ki; paralı askerler para karşılığında, kim – kimler olduğuna bakmaksızın öldürürler. Parayı veren onlardan ne istiyorsa, hiçbir insani ve dini değer gözetilmeden yerine getirirler yani öldürürler… Alpler de savaş sanatını çok iyi bilirler, savaş tekniklerini de çok iyi bilirler ama insani değerler ve Tek Tanrı inançlarına ters düşecek hiçbir davranış içine girmezler. Bu konuda; ezelden beri süregelen Türk Töresini hatırlamakta fayda var. Bilge Kaan zamanında daha da belirginleştirilerek ortaya konan Türk Töresinin bu konuyla ilgili olarak: Aman dileyen kılıç kaldırmayacaksın, kadın, çocuk ve yaşlılara dokunmayacaksın… gibi kuralları, Türk düşmanlarınca dahi bilinmektedir.

Alp para için savaşmaz, savaşmak için (zevk için) savaşmaz. Alp Tanrıca bir emel için savaşır. Her alp, yapacağı görevin Tanrıca bir amaca yönelik ve evrensel bir etki yapacağına inanarak savaşır. Bazı Alpler; evrence düzen içinde bazı makamlara, ruhça yücelirler, az rastlanabilir böylesi Alplere ‘Alperen’ denir. Bu yazıda konumuz sadece Alpler olduğundan alperenlerden daha fazla söz etmeyeceğim.

Sayın okuyucular, biliyorum yukarıda anlatmaya çalıştıklarımı elbette anlıyorsunuz ama bilincinizde ve yüreğinizde somutlaşmasını sağlamaya yönelik olarak, bir alpimizi örnek vermek istiyorum. Bu arada şunu hemen belirtmeliyim: Alplik elbette Türklüğe aittir ama bir kişinin alp olabilmesi için ille de Türklerle kan bağı olması gerekmiyor. Gerekenler şunlardır; Türk Töresini bilecek, benimseyecek ve uygulayacak ve Tek Yaratıcıya hizmet ettiğinin bilincinde olarak Ruhan yönelecek ve bağlanacak. Ve ‘Ben Türküm’ diyecek… Böylesi (Türklerle kan bağı olmayan) Alpler var mıdır? Elbette vardır, tarihler boyunca hep olmuştur. Bu yazımda, özellikle onlardan birini örnek vermek istedim. İşte onlardan birisi…

Osmanlı İmparatorluğunun son zamanlarıdır. Osmanlıya bağlı bütün ülkelerde Türk varlığı her yönüyle hüküm sürmektedir. Tabiidir ki Osmanlı askerleri ve içlerinde Alpler de her ülkede vardır. Sudanlı yaşlı bir zenci (burada yazdığım ‘zenci’ asla küçümsemek anlamında değildir) Osmanlının, Türklerin ve de Alplerin farkındadır. Kendisi de imanı sağlam bir Müslüman olan sudanlı ihtiyar, kendisinin bu yaştan sonra işe yaramayacağının da farkındadır. Fakat onun içinde bir kere ışık parlamıştır. Torunu Musa’yı yanına alıp doğruca Kahire’ye götürür. Ne yapar eder Türk mahallesine yerleşir. Torununu Türk çocuklarının içine katarak okula gönderir… Musa Ana dili gibi Türkçe öğrenir, Türklerin İslamiyet’e nasıl bir inançla bağlı olduklarını kavrar ve o da aynı iman içinde olgunlaşmaya başlar… Sonra Asker olmaya karar verir.

Osmanlı askerleri bu yeni arkadaşlarına ‘Zenci Musa’ demeye başlarlar. Zenci Musa ilk görev olarak Trablusgarb’da İtalyanlara karşı verilen savaşa katılır. Bir avuç Türk subayının başlattığı bu karşı çıkışta, ünlü (Atatürk’ün de dostu) Şeyh Sunusi’nin önderliğinde büyük başarılara imza atılır.

Zenci Musa Alp olmanın manevi hazzını bir kere tatmıştır, durur mu? Durmadı. Trablusgarb’dan hemen Balkan savaşına, oradan Çanakkale savaşına koşar. Sonra da kutsal görevinin cazibesine kendini kaptırmış halde Kudüs’te görev alır. İşte tam da o günlerde İngiliz casusları, özellikle de Lawrens’in çabaları sonucu Araplar Osmanlı İmparatorluğuna isyan başlatmışlardı. Yemende de isyan vardı. Öncelikle Yemendeki isyanın bastırılması gerekiyordu, bu amaç için; Medine’den Yemen’e 300.000 (üçyüzbin) altının  ulaştırılması gerekliydi. Zenci Musa bu sırada Komutan Eşref Bey’in emri altındaydı. Eşref Bey, içlerinde Zenci Musa’nın da bulunduğu 43 askere, sivil kıyafetler giyerek Medine’ye gittiler. Sivil giyinerek gizlice hareket etmelerinin sebebi İngilizlerin ve onların emrine itaat eden Arapların haberi olmadan altınları Yemen’e götürmek için idi. Ne yazık ki; ikiyüzlü Araplardan birileri haberi İngilizlere iletti. İngilizler, beraber oldukları Arapları da yanlarına alarak; 43 kişiden oluşan Türk konvoyuna 2500 kişiden oluşan bir savaşçı gurupla, Cembele denilen yerde pusu kurdular. İnanılması güç ama İlahi amaçlı 43 yiğit, bir gece bir gündüz birleşik düşman güçleriyle savaştı. İşte bu savaş sırasında, Komutan Eşref Bey’den aldığı emirle Zenci Musa kendi mangasıyla birlikte 300.000 altını kaçırmayı başardı. Ve altınları Yemen’e götürerek Tevfik Paşa’ya teslim etti. 43 askerin koruduğu 300.000 altını, 2500 kişilik İngiliz +Arap askeri birliğinin ele geçirememiş olması İngiliz gazetelerinde alay konusu bile oldu!

Ne yazık ki Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı İmparatorluğu yenik sayıldı. Damat olan – olmayan beceriksiz, korkak ve hainler yüzünden İstanbul işgal edildi. Böyle bir durumda Zenci Musa durur mu? O bir Alp, Elbette durmaz. Hemen harekete geçer ve doğruca İstanbul’a gider.  Ali Sait Paşa Zenci Musa’yı Karaköy gümrüğünde işe sokar. Aslında bu işin bir başka yönü de vardır, geceleri Anadolu’ya, Kuvayı Milliye güçlerine gizlice silah sevkiyatı yapılmaktadır. Alp Zenci Musa bütün gücüyle bu sevkiyatta görev almıştır…

İstanbul’u işgal eden birleşik haçlı kuvvetlerinin genel komutanı General Harrington yanındakiler ile birlikte kenti gezmektedir. Tam Galata Gümrüğüne geldiklerinde, yanındakilerden biri:   “Komutanım, 300.000 altını Yemen’e kaçıran zenci işte orada yük taşıyan kişi.” İngiliz gazetelerine manşet olduğundan dolayı olanları, özellikle bütün askeri çevreler bilmektedir.

General Harrington doğruca Zenci Musa’nın yanına gider. Ve ona; “bak başkenti bile işgal ettik, artık devletin falan yok. Gel bize katıl, bizim için çalış sana istediğin kadar altın veririm.” Der. İşte Alp Zenci Musa’nın yanıtı:

“Komutan, her teklif herkese yapılmaz. Bu sözleriniz beni ancak rencide eder. Benim bir devletim var, Devlet-i Osmanî; bir bayrağım var ay-yıldızlı bayrak ve bir kumandanım var Eşref Bey.”

Alp Musa’nın bu yanıtı İngiliz Komutan General Harrington’u çok şaşırtır. O ki; İstanbul’u işgal eden birleşik haçlı ordularının başkomutanı. O ki; İslam aleminin halifesi de olan Padişaha bile emirler vermekte, istediği şekilde fermanlar yazdırmaktadır… İşte böyle bir gurur ve tavır içindedir. Lâkin onun bu tavrı Alp Zenci Musa’nın yüceliği yanında sönüktür. Alp Zenci Musa, birleşik haçlı ordularının başkomutanına, kendinden emin bir tavırla bakar ve aynen şöyle der:

“ Komutan, bu iş daha bitmedi, sizinle mücadelemiz devam edecek…”

İşte ALP olmak böyle bir şey…

Alp olanların bun hali daha yaşarken, yaptıklarına ve sözlerine bakılarak bilenler tarafından bilinir, anlaşılır.  Alp Zenci Musa da elbette bilinmekteydi, tabii bilenlerce… İstiklal marşımızın yazarı saygıdeğer Mehmet Akif Ersoy bakınınız bu seçkin alp için ne yazmış:

“Eşref Bey’in emir eri Zenci Musa;

Omuzundan arşa yükseldi nebi İsa.”

Alp Zenci Musa, seni saygıyla anıyoruz. Yüce Yaratıcının cennetinde ruhun şad olsun…

 

image00123.jpg 

 

ALP ZENCİ MUSA

             

   Ali DEMİREL: Nevzuhur Dergisi Genel Yayın Yönetmeni / ANTALYA