Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

ocetinoglu1@gmail.com

Cemil Meriç

Cemil Meriç, ‘özgün ve aykırı bir düşünce adamı’  olarak anılsa bile, O’nu tanıyabilmek, anlayabilmek için eserlerini okumak şarttır. Hemen belirtilmeli ki okuyanların hepsi de O’nu hakikî hüviyeti ile tanımak imkânını bulamayabilir. Beynine sığmayan zekâsı, bilinmezleri bilme merakı, fırtınalı tefekkür hayatı ve bütün bunların karışımı olan denemeleri, inceleme-araştırma yazıları; sıradan okuyucuda hayranlık duygularının teşekkülüne yol açsa bile, anlaşılmasına hiçbir kolaylık sağlamaz. O hep yeni bir arayış, yeni bir bütünleşme ümidi ile düşünmüş ve yazmıştır. Kendisini ‘Hayatını Türk irfanına adayan, münzevî ve mütecessis bir fikir işçisi’ olarak târif ediyor.

Aydın’ kelimesi ile ‘münevver’ kelimesi aynı mânâda kullanılıyor olsa da aralarında çok fark vardır. Cemil Meriç’e ‘aydın’ demek, O’nu hafife almak, en azından tanıyamamak demektir. O bir münevverdir. İçerisinde bulunduğu münevverler topluluğundan farklı bir münevver…   Kerim Sâdi olarak bilinen Ahmet Nevzat Cerrahoğlu (1900-1977) ve Nâzım Hikmet (1900-1963) ile yakın dost idi. İkisi de Marksist’tir. Bir başka ifâde ile Komünist… Cemil Meriç de hayatının bir döneminde Marksist idi. Fakat çevresindekilerden farklı bir Marksist. Berâber muhakeme edildiği Marksistler mahkûm olurken O beraat etti. Marksist düşüncelerden tamâmen arınmadığı halde, bir dönemde Fransız kültürünün Türkiye temsilcisi olarak yazıp konuşmuş olmasına rağmen, Cemil Meriç, muhafazakâr ve sağ cephenin sevdiği-saydığı, el üstünde-baş üstünde tuttuğu bir değerdi. Sol kesim, Cemil Meriç’i sağcılara kaptırdığı için dâima hayıflanmıştır.

Peki, O kendisini nerede görüyordu? Sağda mı solda mı? Klasik cevap: ‘Hem sağda, hem solda’ olabilir. Hayır! O, kendisinin hiçbir tarafa ait olmadığını düşünüyordu. Kendisine biçilen-dikilen elbiselerin içerisine sığmadı. Hakîki münevverlik bu olsa gerek…

Üslûp sâhibi bir münevver.

Türk fikir hayatında benzerini bulmaya çalışanlar çok yorulurlar. Necip Fâzıl Kısakürek (1904-1983) ile aralarında benzerlikler vardır. Aynı ölçüde farklılıklar da…

Necip Fâzıl Kısakürek:İdeolojisiz insan olmaz. Ancak hayvanların ideolojisi yoktur!’, Cemil Meriç ise; ‘İdeolojiler, idrakimize giydirilen deli gömlekleridir!’ Diyordu. Kısakürek ve husûsen Meriç’i anlamak için zekâ gücünü zorlama zahmetine katlanmayanlar, ikisinin de haklı olduğunu anlamakta zorlanacaklardır. Prof. Dr. İskender Öksüz, meseleyi açıklığa kavuşturuyor: ‘Muhtemelen ikisi de haklıdır. Görünürdeki çelişki, ‘ideoloji’ kelimesine verdikleri anlamda yatıyor. Irkçı ideolojiler düşünüldüğünde rahmetli Meriç’e katılmamak mümkün değil. O anlamda ideoloji, hem idrâkimize hem bilime ve bilim zihniyetine giydirilmek istenen deli gömleğidir. Necip Fazıl ‘ideolojisiz insan olmaz’ diyor. Çünkü O; ideolojisiz düşünceyi ‘değerlere dayanmayan düşünce’ diye algılamaktadır. ‘Değer’den kastı ise ‘vahiy’dir. O’nun ‘hayvan’ dediği, değerleri olmayan dinsiz-imansız ve -yine havasına göre-  milliyetsiz-vatansız mahlûktur. Buna da katılmamak mümkün değildir.

Bu yazının ilk cümlesindeki -Cemil Meriç’i okuyanların hepsi de O’nu hakikî hüviyeti ile tanımak imkânını bulamayabilir- iddiası, böylece ‘hakaret’ düşüncesinden tamâmen uzaklaştırılmıştır inşallah.

Cemil Meriç’i Mir Sultan Galiyev (1892-1940) ile düşünce bazında eşleştirenler de vardır. Bilindiği gibi Galieyv; dünya Türklerini birleştirerek Marksist bir Türkistan devleti kurmak isteyen lider ve düşünce adamıydı. Millî komünizmin fikir babası olarak, kendilerini ‘ulusalcı’ olarak isimlendiren grup tarafından baş tâcı edilir. Onlar, satıhta kaldıklarından Sultan’ın ‘Müslüman-Marksist’ olduğunu bilmezler.

Hatırlanacağı üzere Galiyev, ‘milliyetçilik yaptığı’ ve ‘enternasyonalizme inanmadığı’ gerekçesiyle Lefortovo Hapishânesi’nde kurşuna dizilerek idam edildi.

Üstâdın, keskin ifâdelerle verdiği târiflerde, bâzı ipuçları bulmak mümkün olabilir.  

Kitap: istikbale yollanan mektup, smokin giyen heyecan ve mumyalanan tefekkür.

Kütüphane: bütün çağların, bütün ülkelerin ölümsüzlükleriyle dolu mekân.

Liyakat: ulular bezmine kabul edilmenin tek şartı.

Hadis: ‘Kendini tanıyan Rabbini tanır.’ Diyor. En küçük sonsuzla en büyük sonsuz arasındaki esrarlı ayniyeti ifşa eden büyük söz. Hint bilgeleri de ‘Gökte tek ay var. Akisleri sonsuz. Her kabın suyunda başka bir ay. O kaplardan biri de sensin.’ Derken aynı hakikate tercüman oluyorlar.

Bu ülkenin bütün ırklarını, tek ırk, tek kalp, tek insan hâline getiren İslâmiyet olmuş. Biyolojik bir vahdet değil bu. Ne kanla ilgisi var, ne kafatasıyla. Vahdetlerin en büyüğü, en mukaddesi. İster siyah derili, ister sarı... inananlar kardeştir. Aynı şeyleri sevmek, aynı şeyler için yaşamak ve ölmek. Türk’ü, Arap’ı, Arnavut’u düğüne koşar gibi gazaya koşturan bir inanç; gazaya, yani irşâda. Altı yüzyıl beraber ağlayıp beraber gülmek. Sonra bu muhteşem rüyayı korkunç bir kâbusa kalbeden meşûm bir salgın: Maddecilik. Târihin dışına çıkan Anadolu, târihin ve hayatın. Heyhat, bu çöküşte kıyâmetlerin ihtişâmı da yok, şiirsiz ve şikâyetsiz…

*  *   *  

O’nun nazarında sağ; inzivaya çekilmiş mazlum ve mustarip, sol; mânâsını anlamadığı bir reçeteyi kekeleyerek okuyan bir zavallı.

Üstada göre bu memleketin cüzzamlılar ülkesi olmasının sebebi, her düşünceye ve her düşünene saldırılmasıdır. O’nagöre düşünce, tezatlarıyla bir bütündür. Zıt fikirlere kulaklarımızı tıkamak, kendimizi hatâya mahkûm etmektir. Düşünmek, özellikle insan üzerinde düşünmek, mutlaka yasak bölgelerden bir kaçına dalıp çıkmakla olur.

Darağacına da gitse tekrarlayacağı tek hakikatin ‘her düşünceye saygı’ olduğunu ifâde ediyor.