Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

ocetinoglu1@gmail.com

Rumeli ve Sarı Saltuk

Osmanlı Beyliği, 1299 da bir ‘kara devleti’ olarak kurulmuş olmasına rağmen, 1321 yılında Mudanya’yı, 1323 yılında Akçakoca’yı fethetti. Bu fetihlerle; denizlere açılmayı, oradan Bizanslıların ‘Romaioi’ veya ‘Romania’, İslam ülkelerinin ‘Bilâdü’r-Rum’ veya ‘Memleketü’r-Rum’ diye andıkları topraklara ve Bulgaristan’a, Romanya’ya geçmeyi planladıkları söylenebilir.
1345 de Karesioğulları Beyliği’nin fethi ile Çanakkale’nin Anadolu sâhilleri Osmanlı Beyliği’nin mülkü oldu. 1352 yılında Çimpi (Cimbi/Çimpe) Kalesi Cenab-ı Allah’ın ihsanı olarak Osmanlı’nın eline geçince, planın ilk safhası tamamlanmıştı. Bundan sonra Osmanlı, Rumeli fetihlerini üç koldan yürüttü. 1362 de Edirne fethedilince 1363 yılında Rumeli Eyâleti kuruldu. 
Osmanlılar siyasî ve askerî fetihlerle meşgul olurken, bir isimsiz kahraman elindeki tahta kılıçla fetihlerin sevgiyle, gönülle de yapılabileceğini ispat etmek için Türkistan’dan gelip Rumeli topraklarına ayak basmıştı. O, Rumeli’nin mânevi fatihidir. Bizler O’nu ‘Sarı Saltuk’ olarak biliriz.
O’nun Türkistan topraklarında dünyaya geldiği bilinmekle birlikte, doğum tarihi kayıtlara intikal etmemiştir. Asıl adı bâzı kaynaklara göre Muhammed Buharî, bâzı kaynaklara göre de Şerif Hızır’dır.  1297 yılında, günümüzde Romanya sınırları içerisinde bulunan Babadağ şehrinde, tahminen 70 li yaşlarında iken ebedî âleme göçtü. Üzerine türbe inşa edilen kabri Babadağ’dadır.
O, bir alperendir. Babadağ’da, Bregova Çayı kaynağının kenarında 3 katlı bir evde yaşamış, evini dergâh olarak kullanmıştır. Öğretileri; Sünniler, Aleviler ve Bektaşîler tarafından farklı yorumlarla uygulanmıştır. O; pîri olan Hoca Ahmet Yesevî gibi, bütün Müslümanları kucaklayan, birleştiren bilge kişiliğe sâhipti. Kendisinden bahseden eserlerde; bir menkıbe kahramanı olarak anlatıldığından, şahsiyeti hakkında hakîki bilgilere ulaşılamamaktadır.
Hakkında yazılan kitapların en önemlisi; Ebu’l-Hayr Rûmî’nin, Fatih Sultan Mehmed Han’ın oğlu Cem Sultan’ın görevlendirmesiyle kaleme aldığı Saltuk-nâme’dir.
İbn-i Battûda’nın, Ebul-Fidâ’nın, Yazıcıoğlu Ali’nin, Yusuf b. İsmail en Nebbânî’nin eserlerinde adı geçmektedir. Bu eserlerde, özellikle Saltuk-nâme’de Sarı Saltuk, bir efsâne kahramanı olarak anlatılır.
Sarı Saltuk; güzel ahlakı ve kahramanlığıyla Batı Türkleri arasında efsâneleşmiştir. Şair Nev’izâde Atâî’nin eserlerinde de yer almıştır.  Kemalpaşazâde ise ‘Mohaçnâme’ isimli eserinde O’nun hakkında şunları yazar:
‘Dobruca Kırı dedikleri yerde sâhib-i serîr-i velayet tâcdâr-ı iklîm-i kerâmet olan azizlerdendi.’
Arkadaşlarıyla birlikte Bizans sınır boylarında derviş gazilerin öncülüğünü yaptı ve bulundukları yerlerdeki yerli ahalinin pek çoğu, Onların güzel ahlakını ve örnek yaşayışını görerek Müslüman oldu. Rumeli artık Müslüman-Türk’tü.
‘Rumeli Beylerbeyiliği’ olarak da anılan Rumeli Eyâleti, Osmanlı Cihan Devleti’nin ilk 2 eyâletinden biridir. Protokolde 1517 yılına kadar l. Sırada idi. Bu tarihte Mısır ve 1541 de Budin (Macaristan) eyâletleri kurulunca 3. Sıraya düştü. Buna rağmen, imtiyazlı statüsü değişmedi.
Rumeli, Şehid Şehzâde Süleyman Paşa’dan önce de Türk atlılarının nallarıyla mühürlenmişti. Çeşitli Türk kavimleri Kuzey Karadeniz steplerinden gelip 6. yüzyıldan itibaren Balkan yarımadasına yerleşmişlerdi. Fakat başlarında veya içlerinde Sarı Saltuk gibi mânevî bir önder bulunmadığından Bizans’ın dinî baskısı ve önceden yerleşik hayata geçmiş olan Slavlarla karışarak millî kimliklerini kaybettiler.
Sarı Saltuk'un Dobruca'daki faaliyeti ve faaliyet alanıyla ilgili en geniş bilgi, Evliya Çelebi Seyahatname' sinde bulunmaktadır. Seyahatnâmede verilen bilgilerin satır aralarında ve arkalarında, Osmanlı Devleti’nin Rumeli’de, Sarı Saltuk prensiplerini devam ettirdiğini anlamak, görmek mümkündür. Osmanlı Devleti, Rumeli'ye geçtiği andan itibaren yerli halkla iyi geçinmiş, ‘istimâlet politikası’ ile yerli halkın gönlünün Osmanlı’ya meyletmesini, Osmanlı’yı sevmesini sağlamıştır. 
İstimâlet kelimesinin sözlük mânâsı; ‘meylettirme, cezbetme, gönül alma, birinin gönlünü celp etme  veya engin hoşgörü…’ olarak açıklanabilir.  İstimâlet politikasının Osmanlı siyasî tarihinde önemli bir yeri vardır. Özellikle Hıristiyan reayaya karşı takip edilen hoşgörülü siyasetin târifi demek olan istimâlet, Osmanlı Devleti’nin son devrine kadar uygulanmıştır. Bu hoşgörülü siyaset başlangıçta Osmanlı fetihlerinin başta gelen düsturu olmuştur. Osmanlı Beyliği'nin daha başlangıçta Bizans tekfurlarıyla iyi münasebetler kurmak istemesi, zaman zaman da başarılı olması istimalet politikasını ifâde etmektedir. Bu politikanın özünde, Sarı Saltuk’un Ahmet Yesevî’den tevârüs ettiği prensipler vardır. O prensiplerin kaynağı ise şüphesiz Peygamber (sav) Efendimiz’dir.
Sarı Saltuk’un günümüzde de hatırlanmasını sağlayan hâdise, efsâneleşmiş kahramana yakışır mükemmeliyettedir: Evliya Çelebi yazıyor:
Sultan İkinci Beyazıd Han; Kili ve Akkirman kalelerinin fethine çıktığında, Babadağı’na gelince; sâlih kimselerden bâzıları; ‘Sultânım! Burada Sarı Saltuk adına nurlu bir türbe vardı. Kâfirler onu yıkıp üzerine taş, toprak, çöp döktüler ve kabri kaybettiler.’ Diyerek bilgi sundular. Sultan, o mezbeleliğe gitti. Bir seccâde üzerinde, Şemseddin Sivasî ile ikişer rekât namaz kıldılar. Sonra hakikati öğrenmek üzere sözleşip o gece istihâreye yattılar. Hemen Sarı Saltuk, sarı renkli sakalı ve yeşil sarığı ile görünüp ‘Ya Beyazıd! Hoş geldin. Akkirman ve Kili kalelerini ve vilayetlerini, Boğdan kâfirleri elinden harp yapmadan fethedeceksin. Oğulların Mekke ve Medine’ye hizmet edecek. Beni bu pislikten kurtar.’ Dedi. Sultan uyanınca; Şemseddin Sivasî’ye; ‘Efendi, gördüğün rüyayı bir kâğıda yaz. Ben de yazayım. Şeyhülislam’a gönderelim. Bakalım ne cevap verir ’ dedi. Her biri gördükleri rüyayı, yazıp mühürlü olarak şeyhülislama gönderdiler. Allah-ü Teala’nın hikmeti, ikisinin de görüp anlattıkları rüya aynı idi. Şeyhülislam hemen; ‘Pâdişahım! O yere büyük bir türbe yaptırasın ’ diye haber gönderdi. Sultan Beyazıd Han, o yeri temizlettirdi. Temizlenirken üzerinde; ‘Hâzâ Kabr-i Saltuk Bey Seyyid Muhammed Gazi’ diye yazılmış bir mermer sanduka göründü. Mimar ve mühendisler toplanıp nurlu bir türbe ve cami ile diğer hayır yerlerinin inşasına başladılar. Beyazıd Han, Kili ve Akkirman kalelerini hakikaten harpsiz fethedip, oraların fâtihi oldu. Zaferle Babadağı’na döndü. Bir sene orada kışladı. Etrafı düzene koyup, Babadağı şehrini îmar ettirdi. Bütün hayır yerlerini Saltuk Sultan’a vakfetti.
Bildirildiğine göre Sarı Saltuk’ın vefatından sonra, O’nun vesile olmasıyla Müslümanlığı kabul eden kişilerin bir kısmı, Türk İslam kültüründen uzaklaşmışlardır. Bu kişilerin bir kısmının, günümüzdeki Gagavuz Türklerinin ataları olduğu belirtiliyor. Bilindiği gibi Gagavuz Türkleri, Hamdullah Suphi Tanrıöver’in Bükreş’te 1931-1944 yılları arasında Büyükelçi olarak görev yaptığı 13 yıllık süre içerisindeki gayretli çalışmaları ile Türk kimliğini kazanmışlar, ancak Hıristiyanlık dininden dönmemişlerdir.
Sultan İkinci Beyazıd Han’ın inşa ettirdiği Sarı Saltuk Türbesi ve külliyesi, 18. yüzyılda bölgeyi istila eden Ruslar tarafından yok edildi. Tekke’nin yerine 1828 yılında Osmanlı Devleti tarafından yaptırılan tek kubbeli türbe, yıllar boyunca onarılarak korunmuş, 2007 yılında Türk iş adamları tarafından yeniden inşa edilerek ziyârete açılmıştır. 
Bosna’da, Makedonya’nın Ohri, Bulgaristan’ın Kalliakra, Arnavutluk’un Akçahisar / Kruya şehirlerinde, Türkiye’de ise İstanbul’un Rumelifeneri Köyü’nde, Edirne’nin Babaeski ve Niğde’nin Bor ilçelerinde, Diyarbakır, Tunceli ve İznik ile daha pek çok yerde Sarı Saltuk adına türbeler inşa edilmiştir. Şüphesiz bunların hepsi Hazret’in makamıdır. Bâzı yerleşim birimlerinde, sarılık hastalığına yakalananlar, (şifâ bulmalarına vesile olur ümidiyle)  Sarı Saltuk’un türbesini ziyâret etmektedirler.
Fethettiği topraklarda sömürge siyaseti takip etmeyen Osmanlı Devleti’nin, tatbik ettiği iskân politikası ile Rumeli ve Balkanlarda Müslümanlaşma ve Türkleşme birbirine paralel yürüdü. Anadolu’nun dört bir tarafından imanlı ve inançlı insanlardan, yerleştikleri bölgeyi vatan toprağı yapmaya azimli olanlar, Rumeli’ye nakil ve iskân edildi. Onlar, İslamî, millî ve insanî değerlere bağlı, Alperen ruhlu seçkin insanlardı. Merhum Sabahattin Zaim Hocamız, şâhit olduğu gerçeği şöyle anlatmıştı: “Rumeli ve Balkanlarda Müslümanlık ve Türklük, ayrılmaz bir bütündür. Çocukluk ve gençlik yıllarımda İslamiyet’i kabul eden insanlar için ‘Türk oldu’ denirdi.”
Bu fevkalade birlik, şüphesiz Sarı Saltuk Sultan’ın ve Osmanlı’nın Rumeli’de iskân ettiği Sarı Saltuk ruhlu / gönüllü / fikirli Alperenlerin gayretleriyle gerçekleşti.