Ali DEMİREL

Yazar - Ziraat Mühendisi

Kalleşçe Öldürülen Türk Başbuğları

Yeryüzünde tarihler boyunca çeşitli ulusların devlet kişileri, suikastlar düzenlenilerek öldürülmüşlerdir. Şu kesin gerçek asla unutulmamalıdır ki; suikast düzenlenen ve de öldürülen devlet kişisi sayısı en çok Türk Ulusundan olmuştur. Bu konuda dikkat çeken bir başka husus ise şöyledir: Diğer ulusların devlet kişileri veya başkanları; iktidar kavgası şeklinde iç çekişme sonucu veya bir başka ulus veya uluslar ile çıkar çatışmasına dayalı dış sebeplerden ötürü öldürülmüşlerdir. Oysa; Türk devlet kişilerinin, özellikle de başbuğlarının (başbuğ = gâvurcası imparator) öldürülmesi kesinlikle bir başka millet(ler)in veya devlet(ler)in sinsice suikast düzenlemeleri sonucunda olmuştur. Bundan çok daha önemlisi ise; Türk başbuğlarına düzenlenen suikastların gerekçesi, kişisel olmadığı gibi herhangi bir ulus veya devletler ile çıkar çatışmasının da ötesindedir. Biliyorum şu yazdıklarımdan, Türk başbuğlarına suikast düzenlenmesinin nedenini anlamak pek kolay değil (anlayan anlıyor ya…). Aşağıda yazacağın bazı suikastları anlatırken bu konuya açıklık getirmeye çalışacağım. Ama meselenin özünü kavramak için, yani Türk Ulusuna karşı ezelden beri süregelen evrensel düşmanlığın sebebinin tam olarak anlaşılması için sadece bu konuda bir yazı yazılması gerekir (umarım ileriki sayılarımızın birinde bu olacak).

Şimdi gelelim suikastlara. Ezelden beri Türk devlet kişilerine hatta Türk milletinin bütün varlığına kasteden bedhahlar hep olagelmiştir. Bu yazımızın içinde; söz konusu ettiğim bütün suikastları anlatmam elbette mümkün değil. Sadece Türk devlet başkanlarına düzenlenen sinsi suikastların hepsini dahi yazmaya sayfa sayımız yetmez. Yazacaklarım kısaca; özetin de özeti şeklinde, Başbuğ konumunda olan devlet başkanlarımızdan bazılarının neden öldürüldüğü ile ilgili irdelemeler yapmak olacak. Bu arada hemen belirtmem gereken bir şey daha var. Aşağıda yazacaklarım hakkında elbette bazı bilgileriniz vardır. O bildiklerinizin tamamı yabancılar tarafından yazılmış, az bir kısmı hariç büyük bölümü Türk düşmanları tarafından yazılmış ve de yaklaşık yüzde doksanı yalan olan bilgilerdir. Bütün dünyada özellikle de Türk ulusunun kişilerinde yanlış ön yargı oluşturmak üzere kurgulanmış hikâyelerdir. Sözde Türk tarihçilerinin yazdıkları da kaynak olarak onlara dayanmaktadır. Eğer şunu diyorsanız ‘ben sadece gâvurlara inanırım, onlar ne yazdıysa doğrudur’ işte böyle diyorsanız, siz bizden değil onlardansınız, haydi size güle güle…

MİLLETİMİZİN ULU BAŞBUĞLARINDAN ATTİLA (ATTALA) HAN’IN ÖLDÜRÜLMESİ

Soru şu: Başbuğ Attila Han’ı niçin öldürdüler? Bu soruya yanıt verebilmek için Attila Han’ın neler yaptığına bakmamız gerekmektedir. Attila daha çocukluktan delikanlılığa geçerken babası Boncuk Han tarafından Roma’ya gönderilmiş, orada uzunca bir süre kalmıştır. Flavius Aetius tarafından Roma’da konuk edilen Attila, Vatikan’ı, dolayısıyla Hıristiyanlığı tanıma ve inceleme fırsatı bulmuştur. Başbuğ Boncuk Han’ın oğlu olduğundan zaten çok iyi yetiştirilen Attila, Roma imparatorluğunda konuşulan hemen bütün dilleri bilmekteydi, Latince’yi ise ana dili kadar iyi biliyordu. Gerek Batı Roma imparatorluğunu gerekse Doğu Roma imparatorluğunu çok iyi tanımış olan Atilla; onların nasıl bir barbarlar topluluğu olduklarını anlamıştı. Dahası onların sapık dini inançları olduğunu da tespit etmişti. Attila, Türk Hun İmparatorluğunun başkenti olan Eçelkent’e (Etzelburg) günümüzde Macarların ‘Attila Kent’ dedikleri, o zamanın başkentine döndüğünde saraydakilere ve arkadaşlarına Roma’yı anlatırken: “Şimdi beni iyi dinleyin ama sakın gülmeyin. Onlar, üç tane Tanrı var diyorlar, Tanrı’nın birinin anası varmış yani Tanrı’yı bir kadın doğurmuş! Sonra da birileri o Tanrı’yı çarmıha gerip öldürmüş…” demeye kalmadan onu dinleyenler kahkahayı basarlar. Tek Tanrı, Ogan Tanrı, kimse bilmez nicedir, denilen Tanrı inancının barbarlar tarafından ne hale getirildiğine o an gülmüş olabilirler ama genç Attila daha derin düşünüyordu.

Emmisi Rua’nın ölümü üzerine Türk Hun İmparatorluğunun başına geçen Attila (M.S) 434 yılında Başbuğ olmuştur. Dünyanın tek yöneticisi olmak istiyordu. Türk töresini, dolayısıyla Tek Tanrı inancını bütün dünyaya hakîm kılmak amacındaydı. Bu amacına ulaşmak için insanları öldürmek, yok etmek değil onların doğruya yönelmelerini sağlamak istiyordu. Bu uğurda gerekirse savaşmalıydı. Öyle de yaptı. Avrupa’nın, Fransa dahil hemen hepsini ele geçirdi. Ordularının önünde direnecek bir güç yoktu. Batı ve Doğu Roma İmparatorluklarını doğru inanca ve töreye yöneltmek istiyordu yani amacı onları yok etmek değildi. O kadar ki; Batı ve Doğu Roma imparatorluklarını, zor duruma düştüklerinde hep korumuş kollamıştır. Bu tutum sadece Attila ile başlamış değildir, ondan önceki başbuğlar da aynı tutum ve davranış içinde olmuşlardır. Doğu Roma imparatoru Türk Hun İmparatorluğunun kendilerini koruyup kollaması anısına İstanbul’a Arkadias Sütunu’nu (Dikilitaş) yaptırdı. Böylesine iyi niyetli yaklaşıma karşın her iki Roma imparatorluğu da sapıklıktan ve düşmanlıktan vazgeçmiyorlardı. Başbuğ Attila Han, doğru yola gelinceye kadar onların güçlenmesini istemiyordu, bu amaca yönelik olarak hem Batı Roma’ya hem de Doğu Roma’ya ağır vergiler uygulayarak baskı altında tutuyordu. Zaman zaman da üzerlerine yürüyerek onları iyice sindiriyordu. Sadece Roma İmparatorluklarına değil Avrupa’nın neresinde bir kavim, bir topluluk, bir millet insanlık dışı davranışlar içine giriyorsa; Attila ordusunun başına geçip onları sert şekilde cezalandırıyordu. Aslında her iki Roma dahil bütün Avrupa milletleri Türklerin dini inancının ve Türk Töresinin Tanrısal olduğunu biliyorlardı. Bildiklerinden dolayı Türkleri ve Başbuğ Attila Han’ı: Latince konuşan milletler FLAGELLUM DEİ, İngilizce konuşanlar SCOURGE OF GOD, İtalyanca konuşanlar FLAGELLO Dİ DİO, Fransızca konuşanlar FLEAU DE DİEU… Yani TANRI’NIN KIBACI olarak tanımlamış ve benimsemişlerdir. Ne ilginçtir ki; sapık inançlı ve barbar Avrupalı ta o zamanda da Türklere karşı düşmanlıktan vazgeçmemişlerdir. Er meydanında savaşarak yenemedikleri Türk Ulusuna karşı mutlaka gizli ve sinsi planları hep olmuştur.

Başbuğ Attila Han, çok bilgilidir, çok akıllıdır dahası Avrupalıları çok iyi tanımaktadır. Düşmanlar Türkleri mertçe savaşarak yenemeyeceklerini bildikleri için, dünyanın Türk inancına ve Türk töresine göre yönetilmesini engellemenin sinsi yollarını arıyorlardı. Başbuğ Attila Han öldürülürse amaçlarına ulaşacakları kanaati ile sürekli fırsat kollamaya ve dalavere çevirmeye başladılar. Defalarca suikast girişiminde bulundularsa da Attila’nın yanına bile yaklaşılamadı. Ancak bir seferinde; Doğu Roma İmparatorluğunun başkenti İstanbul’da bir plan hazırlandı. Yapılan hazırlıklara göre başarı yüzde yüz gibiydi. Attila’nın yakın korumaları ve Hun Çaşıtları (haberalma elemanları) sayesinde Başbuğ büyük bir tehlikeyi kıl payı atlattı. Suikast girişiminin İstanbul’da planlandığı anlaşılmıştı. Doğu Roma İmparatoru III. Valentinianus’un paçaları tutuştu, korku dağları sardı! Suikast planını beraber hazırladıkları, devlet adamı ve yakın çalışma arkadaşı olan Chrysaphius’u suçladı. Kendisinin haberi bile olmadığını, bu düşmanca girişimi onun yaptığını ileri sürdü. Elbette bunları demesi yetmezdi; Chrysaphius’un kafasını kestirdi ve ‘işte suçlu bu’ diyerek Attila’ya gönderdi. Böylece Doğu Roma imparatoru kellesini kurtardı ama Türk devletine daha da ağır vergiler ödemek zorunda kaldı.

Ve yıl 453 Başbuğ Attila Han öldürüldü. Zehirlenerek öldürüldüğü kesin gibi… Pekiyi bu iş nasıl oldu? Bilinmiyor. Sanki tam olarak biliniyormuş gibi hikâyeler yazılmış, onlara göre: Başbuğ Attila Han genç bir kızla evlenmiş. Akşam yemeğinden sonra yeni hanımı ile yatmaya gitmiş. Sabah, yeni gelin bağırıp ağlıyormuş, bakmışlar ki Başbuğ kan kusmuş ve ölmüş! Zaten öyle bir hastalığı varmışmış!.. Yerseniz! Bunları o zamanki bir Türk kaynağı yazıyor mu? Yok, varsa bile artık yok. Kimler yazıyor? Kimler yazmıyor ki; gelmiş geçmiş pek çok Avrupalı tarihçiler yazıyor, Hıristiyan din adamları yazıyor, Haçlılar yazıyor dahası Avrupa dışındakiler yazıyor hatta Araplar bile yazmış. İyi ama bunlar yazdıklarını nereden almışlar? Hepsinin de kaynağı aynı veya kaynağın kaynağı durumunda olanlar da hep aynı. Kim o kaynak? Batı Roma İmparatorluğunun güvenilir devlet adamı, o zamanın dışişleri bakanı, uluslararası büyükelçisi, dahası Roma İmparatorunun danışmanlarından biri olan Romalı Priskos. Priskos’un bu özelliklerinin yanı sıra bu konuyla ilgili diğer bir özelliği ise yazar olması, hatta tarih yazması. Dahası var, Roma’nın bu seçkin devlet adamı, Attila’yı yakından tanımakta ve sık sık Türk başkentine gelerek onunla görüşmektedir. O kadar ki Attila ile neredeyse arkadaş denilebilecek bir samimiyetleri vardır… Şimdi sıkı durun: Priskos, Attila’nın ölümünden sonra bu konuyla ilgili olarak tam 20 yıl (yirmi yıl) susmuş, hiçbir şey yazmamıştır. Neden? Yoksa yazdı da ortada mı yok? Priskos’un 20 yıl sonra yazdıklarının da (eğer o yazdıysa); sonraki yüzyıllarda, çeşitli kişilerce yazılmış olanlara pek uymadığı, yani kaynak gösterilende de o bilgilerin olmadığı iddia ediliyor! Zaten yazılanların büyük bir çoğunluğunun efsane, hikâye ve nereden alındığı belli olmayan ama Türkleri ve Başbuğ Attila’yı barbar gibi gösteren uyduruk kâğıt parçaları olduğu net olarak anlaşılmış durumda. 

Anlaşıldığı gibi Ulu Başbuğlarımızdan biri olan Attila Han, Yerlik’in uşakları tarafından sinsice, muhtemelen zehirlenerek öldürülmüştür. Evlendiği kız zehirlemiş deyip işin içinden çıkılamaz. Suikastın asıl failleri açıkça belli! Yoksa belli değil mi?

Başbuğ Attila, Ulu Tanrı’nın varlığına bütün benliğiyle inanmış, tanrının yolu olan Türk Töresini bütün insanlığa mal etmek için çabalamış, Başbuğluk yaptığı 19 yıl içinde maddi ve manevi pek çok başarılar sağlamış bir Alperendir. Günümüz Avrupa’sının pek çok, insan onuruna yaraşır değerleri, Hun Başbuğluğundan miras kalan kutsal ahlaki anlayışlardır. Günümüzde bile özellikle Macaristan’da hatta Almanya’da Hun Başbuğluğu (imparatorluğu) ve de Başbuğ Attila unutulmamış, saygıyla anılmaktadır…

Attila Ata! Tanrı’nın Kırbacı kıyamete kadar yeryüzünde var olacaktır.

Sen Uçmağ’da rahat ol… Ruhun şad olsun.

BAŞBUĞ BİLGE HAN’IN ÖLDÜRÜLMESİ

Türk Ulusu, özellikle dar günlerinde veya büyük – kutsal bir mücadeleye girişeceğinde, olağanüstü yöneticiler çıkarmıştır. Böylesi durumlar evrensel bir işleyişin sonucudur. Hepsi ulusumuzun içinden çıkmışlardır ama onların Tanrı katından görevlendirildikleri kendilerinin de ifadesidir. İşte böylesi Yüce Başbuğlarımızdan biri de Bilge Han’dır. Bu saygıdeğer atamız da öldürülmüştür. Neden?..

Büyük çabalar sonucu Türk Ulusunun hemen hemen bütün boyları bir araya toplanarak büyük bir başbuğluk kurulmuştu. Kurulan devletin içinde yer alan bütün kişilerin yaşam koşulları yükseltilmeli, devlet güçlü hale getirilmeli ve tabi ki ‘Tanrı Tek’ inancı yüreklere işlenip Türk töresi de tam olarak uygulanmalıydı. 50 (elli) yıllık fetret devrinde başsız bırakılan Türk Milleti çok yıpranmıştı. Bilge Han nasıl bir millete baş olmuştu, kendinden öğrenelim: “Hiç de zengin bir ulusa Han olmadım. Kursağında aş olmayan, sırtında giyecek bulunmayan, sefil ve perişan bir milletin başına geçtim.” Böylesine bitkin hale düşmüş olan Türk ulusunu ayağa kaldırmak için olağanüstü çalışmalar yapıldı. Başbuğ Bilge Han mücadelesinde yalnız değildi; çok yetenekli bir bilge kişi, aynı zamanda Başbuğ’un kayın atası olan Tonyukuk Ata, gelmiş geçmiş en ulu devlet kişilerimizdendir. Başbuğ’un bir başka yardımcısı ise; devlet kişisi olmanın yanı sıra askeri bir deha olan kardeşi Kül Tekin idi. Bu üçlü ekibin olağanüstü gayretleri sonunda Asya’da Türk birliği sağlandı. Başbuğluğa bağlı bütün boylar zenginleşti. Millet,  Tanrı’dan kut bulmuş (Yüce Yaratıcı tarafından nurlandırılmış) bir millet olduğunun bilincini pekiştirdi. Başbuğ durumu şöyle açıklıyor:  “Tanrı buyurduğu için, devletim, kısmetim var olduğu için, ölecek milleti diriltip besledim. Çıplak milleti elbiseli kıldım. Fakir milleti zengin kıldım. Az milleti çok kıldım. Değerli illiden, değerli kağanlıdan daha iyi kıldım. Dört taraftaki milleti hep bağlı kıldım, düşmansız kıldım. Hepsi bana itaat etti.” Başbuğ, Türk Birliğinin ve Türk Töresinin ebediyen sürmesini istiyordu, bunun için Türk Milletinin birlik ve beraberlik içinde olması gerekiyordu. Birlik ve bilinç olduktan sonra korku yoktu. Bilge Han şöyle diyor: “Türk milleti işit: Üstte gök basmasa, altta yer delinmese, ilini, töreni kim bozabilir?”

Bilge Han kendisi için şöyle diyor: “Ben, Tanrı’ca gökte yaratılmış bilge Kağan… Ben ki Tanrı’nın izniyle tahta oturmuş Bilge Kaan…” Anlaşılacağı gibi ne denli bir kutsal görev üstlendiğinin farkındaydı. Başbuğluk sınırları içindeki Türk boylarının refahını artırıp, inançlarını ve Türk Töresini pekiştirdikten sonra; Ulu Tanrı’ya imanın ve de Törenin yeryüzüne yayılması çabalarına başladı. Türk Töresine bağlı bir dünya devleti istiyordu. Türklerin bu amacını iyi bilen, o çağın Asya’daki Erlik’in uşağı konumunda olan Çinliler hemen harekete geçtiler. Kendileri Türk oldukları halde Türk Birliği içinde yer almayan Basmıllarla, Kırgızlarla ayrıca Kıtay ve Tatabılarla anlaşan Çinliler,  ortak bir ordu oluşturdular. Aslında Çin ordusu zaten sayıca çok üstündü ama yine de çevrede ne kadar, Türk Başbuğluğu içinde yer almayan topluluk varsa hepsini bir şekilde kandırarak yanlarına aldılar. Birlikte oluşturdukları ordu o günün koşullarında çok büyüktü; 300.000 (üçyüzbin) askerden oluşan bu ordu Türk devletini yok etmek amacıyla hazırlanmıştı. Durumu haber alan Göktürk Başbuğluğu (imparatorluğu) yetkilileri hemen karşı önlemleri almaya başladılar. Apa Tarkan (genel kurmay başkanı) Kül Tekin komutasında, savaş için harekete geçen Türk ordusu çok güçlü olan düşman ordusuyla direk karşı karşıya gelmedi. Önce Basmılların topraklarına girip Kansu başta olmak üzere bütün Basmıl ülkesini altüst etti yağmaladı. Ülkelerini kurtarmaya gelen Basmıl ordusu Beşbalık’ta kuşatılarak mağlup edildiler. Ardından aynı şeyi Kıtayların topraklarında yaptı… Artık düşmanın müttefik ordusu dağıldı herkes kendi ülkesinin derdine düştü. Birleşik düşman ordusundan ayrılan Tatabı ordusunu da yolda yakalayan Göktürk ordusu, onları da perişan etti. Bu durumda Çinliler daha da korkmaya başladılar. Türkleri savaşarak alt etmelerinin mümkün olmadığını iyice anlamışlardı. Hele Könges dağında Çinli general Ku komutasındaki 40.000 (kırkbin) kişilik Çin ordusunu yakalayan Göktürk askerleri; Könges Dağını onlara mezar etti, 30.000 (otuzbin) Çin askeri öldürüldü… Bütün bu olanlardan sonra Çin’in yöneticileri birden bire barışsever ve dost postuna bürünüverdiler. Ticaret başta olmak üzere her konuda Türklerle mülayim, olumlu hatta edilgen ilişkiler geliştirmeye başladılar. Temelde Türk devlet yöneticileri de sürekli bir düşmanlıktan yana değillerdi dolayısıyla iki millet arasındaki ilişkilerin düzelip gelişmesinden yanaydılar. Amaaaa şunun da bilincindeydiler, düşmana asla güvenme!  Başbuğ Bilge Han Türk Milletini ta o zamandan uyarmış: “Çin milletinin sözü tatlı, ipek kumaşı yumuşak imiş. Tatlı sözle, yumuşak ipek kumaşla aldatıp uzak milleti öylece yaklaştırırmış. Yaklaştırıp, konduktan sonra, kötü Şeyleri o zaman düşünürmüş. İyi bilgili insanı, iyi cesur insanı yürütmezmiş. Bir insan yanılsa kabilesine, milletine, akrabasına kadar barındırmaz…” Böylesi uyarılar varken dahi bazı kişilerin aldandıkları tarihler boyunca hep görülmüştür.

Türk Milleti yücelmeye başlamıştı. Böyle sürdüğü takdirde, bırakın diğer küçük toplulukları Çin Milleti bile Tek Tanrı’ya inanır hale gelebilirdi. Türklerin mutlaka durdurulması gerekiyordu. Savaşarak, zorla bunu başaramayacaklarını anlamış olan Çinli yöneticiler, sinsi planlar yapmaya ve uygulamaya koyulmuşlardı bile. İki milletin birbirine yakınlık duymadıkları hatta düşman oldukları zamanlarda bile Türklerin içinden kendine casus ve mankurt edinen Çinliler, artık rahatça girip çıktıkları Türk yurdunda devlet yönetiminde olanlardan bile casus edinmişlerdi. Bunlardan en başta geleni ise, günümüzdeki anlamıyla devlet bakanı olan Buyruk Çor denilen haindi. Yanındaki yardımcısı ile birlikte sık sık Çin ülkesine giden ve çeşitli bahanelerle Çin’de uzunca süreler kalan Buyruk Çor, Çin yöneticilerin elinde maşa haline gelmişti. Burada hemen araya bir hususu sokmak istiyorum; Bir Türk, başka bir milletin yetkilileriyle çaşıtlarıyla temas halindeyse, başka ülkelere sık sık gidiyor ve onların içinde kalıyorsa, hele bu kişi devlet görevlisi veya Türk milletinin içinde tanınan biri (sanatkar-yazar vb.) ise ve de yabancıların tezgahından – rahlesinden (okulundan) geçmiş ise; inanın %95 oranında o artık haindir. O artık Türk Milletine düşman, düşmana ise dost olmuştur. Ne yazık ki bizim milletimiz içinden böyleleri oran olarak dünya ortalamasının çok üstündedir. Yani Haini çok olan bir milletiz, bu eskiden de böyleydi günümüzde de böyle… Neyse yeniden hain Buyruk Çor’a dönelim. Çinli yöneticilerden neler aldıysa ayrıca ne vaatlerle kandırıldıysa Başbuğ Bilge Han’ı, yardımcısıyla birlikte, Çin’den getirdikleri zehirle zehirlediler… Daha ölmeden zehirlendiğini ve kendisini Buyruk Çor ile yardımcısının zehirlediğini anlayan Ulu Başbuğ o an emir verir ve ikisinin de kellesi alınır… Neye yarar ki?.. Bilge Kağan’ın cenazesi 22 Haziran 735 tarihinde ("domuz" yılının 5. ayının 27'sinde) büyük bir törenle defnedildi… Göktürk Başbuğluğu (imparatorluğu) bir daha toparlanamamış, Türk Milleti Tanrısal görevini, geçici olarak kısa bir süre yerine getirememiştir. Devlet bir süre daha varlığını sürdürse de…

Sonuç olarak, Yerlik’in Asya’daki uşakları tanrısal gelişimi bir süre için sekteye uğratmışlardır o kadar. Dostlar üzülmesin, düşmanlar sevinmesin; Tanrı’nın Kırbacı, Allah’ın Kılıcı olarak görevi yine devam ettirecektir.

O, 19 yıl Şad olarak 19 yıl da Başbuğ olarak Ulu Tanrı’ya ve Türk Milletine hizmet etmiş Yüce Atalarımızdan biridir. Sayın Başbuğumuz Bilge Han Atamız! Uçmağda sakın mahzun olmayasın; ayyıldızın, bozkurtların ve de bütün Türk milleti, senden bize ulaşan bayrağı dalgalandırıyoruz. Kıyamete kadar da dalgalandıracağız…

Ruhun Şad olsun…

 *********************************************************