Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

ocetinoglu1@gmail.com

‘Evde Kal!’ Dediler, Evde Kal’ıyoruz…

Vaktimiz bol. Normal zamanlarda işten-güçten, günün şartları gereği koşuşturmaktan okumaya ve tefekkür etmeye (derin düşünmeye) vakit bulamayanlar için büyük bir fırsat doğmuştur. Bu fırsat en iyi şekilde değerlendirilebilirse, yalnız değerlendirenler değil, bütün insanlık yararlanır.

Özellikle ev hayatını sevmeyenler, gündüzleri işyerinde, akşamları ve gecenin belli bir bölümünü alışveriş merkezlerinde, eğlence mekânlarında geçirmeyi, hayat tarzı olarak benimseyenler için EVDE KAL’manın zorlukları mâlum. (Aslında hic de ‘zor’ değil ya… Her neyse…) EVDE KAL’mak iktisâdî hayatı etkiliyor. Günlük geçimini, günlük işlerle ve günlük gelirlerle sağlayabilen insanlarımız var. Yardımseverlik, hayırseverlik duygularının ön plana çıkmasıyla onların sıkıntılarının hiç değilse bir kısmını karşılayabilenlerin, EVDE KAL’manın oluşturduğu sıkıntılarının bir kısmını hafifletebilecekleri hatırlanmalı.

EVDE KAL’maya alışkın olmayanlar, mutfaktan uzak dururlarsa kazançları iki yönlü olur: Birincisi kilolarını korurlar. İkincisi eşlerinin işlerine karışmazlar ve evin huzurunu bozmazlar.

Bâzı insanlar için konuşmak ihtiyaçtır. Bu ihtiyacın karşılanması sırasında, iç açıcı konuların konuşulması, sıkıntılı, olumsuz meselelerden uzak durulması faydalı olur. Aksi takdirde EVDE KAL’manın meydana getirdiği psikolojik problemler geometrik dizi hâlinde katlanarak büyür. Çocukluk ve gençlik günlerinin tatlı hâtıraları, sevilen şiirler ve şarkılardan bahsedilebilir.  Öğrenilen ve rehber edinildiği için maddî-mânevî kazanç sağlayan öğütler, tavsiyeler ve bilgiler anlatılabilir. (Entel-dantel tâbiriyle paylaşılabilir.)

Bâzı kimseler için yazmak da ihtiyaç olabilir. İnsan yazınca rahatlar. Yazdıklarıyla okuyana faydalı olduğuna inanırsa, huzuru ve sâadeti artar. Bu durumda ölçüyü kaçırmamak, ele alınan mevzu ile alakalı araştırmalar yapmadan yazılar dolaşıma sürülmemek faydalı olur. Aksi takdirde EVDE KALanlar çok küçük bir araştırma ile kendisine gönderilen yazının açığını, sakatlığını otaya çıkarabilirler.

Yazarak rahatlamayı tercih eden bir dost, kaleme aldığı yazı ile okuyucularını zaman tünelinde yolculuğa çıkarıyor:   

1918-1920 yıllarındayız. İnsanlığın yaşadığı en büyük felâketlerden biri olan Birinci Dünya Savaşı sona ermiş. İnsanlık bu gelişmeye memnun olmanın hazzını doya doya yaşayamadan yeni bir felâketle karşı karşıya gelmiştir:  Savaşa girmeyen İspanya’da, daha sonra ‘İspanyol Nezlesi’ veya ‘İspanyol Gribi’ olarak adlandırılan salgına sebebiyet veren ‘İspanyol Virüsü’ Birinci Dünya Savaşı’nın acılarını gölgede bırakıyor.  18 Ay içerisinde Amerika Birleşik Devletleri'nde 700.000, İspanya’da 500.000, Almanya’da 450.000, Fransa'da 400.000, İngiltere'de 250.000, İtalya’da 150.000, Avrupa’nın diğer ülkelerinde toplam 350.000 ve dünyanın diğer ülkelerinde toplam 2.200.000 kişi olmak üzere dünya genelinde 5.000.000 insan ölüyor. Bu rakamı kimileri 20.000.000, kimileri de 50.00.000 olarak veriyor.

Dağılma döneminde olan Osmanlı Devleti’nde İspanyol gribi salgınından ölenler ise 10.000 kişidir.

İlim adamları bu mucizeye benzer bu hâdisenin nasıl gerçekleştiği araştırsalar da bir neticeye varamazlar.

Alan Mathison Turing adında bir ilim adamı, 1928 yılında Türkiye’ye geliyor. Bir Cuma günü Sultanahmet Meydanı’nda dolaşırken, insanların câmi yakınındaki muslukların önünde oturup ellerini, yüzlerini, ayaklarını yıkadıklarını görüyor. Birden kafasında bir şimşek çakıyor: ‘Türkler temiz insanlar, hijyene dikkat ediyorlar. 1918-1920 yıllarındaki İspanyol giribi salgınında az zâyiat vermelerinin sebebi, temizliğe dikkat etmeleri, hijyen konusunda hassas davranmaları…’ şeklinde bir kanaat oluşuyor.

Hikâye güzel…  Mesajı da fevkalâde…

Hikâyenin sonunda, Mister Alan ülkesine döndükten sonra İstanbul’da gördüklerini yazdığı ve İslâmiyet’i övdüğü için yapılan muhakemesi neticesinde idam edildiği belirtiliyor.

Son cümle merhamet duygularını kabartıyor, göz pınarlarına dâvetiyler çıkarıyor.

***

Bu hikâyeyi okuyanlar içerisinde ‘Demek işimiz duâya kaldı, kimsenin korunmayı, aşıya, ilaca ihtiyaç yok…’ diyerek inancı hafife alanlar, inancın kazandırdığı huzur ve moral gücünü yok farzedenler, İslâmiyet’e mesâfeli olanlar, yeni bir malzeme bulup alaylarına devam ederlerse câhilliklerine verelim.  Fakat mesele burada bitmiyor.

Vakit bol ya… Hikâyeyi okuyan meraklı, geçiyor bilgisayarın karşısına, araştırıyor: 1918-1920 yılları arasında İspanyol gribi meselesi doğru. Milyonlarca insanın öldüğü de, Türkiye’de az sayıda insanın gripten vefat ettiği de…

Araştırmacımız devam ediyor, Mister Turing hakkında bilgi ediniyor:  1912’de doğdu, 14 yaşında iken okul arkadaşı ile dostluk ve aşk ilişkisi kurdu. Arkadaşı ölünce bunalıma girdi ve ateist oldu. 1938 yılında ‘felsefe doktoru’ unvanına hak kazandı. Bilgisayar teknolojisi hakkında üst seviyede bilgi sâhibiydi. İkinci Dünya Savaşı’nda askere alındı. Bu özelliğiyle Almanya hakkında çok mühim bilgiler edindi. Edindiği bilgiler sebebiyle mükâfatlandırıldı.

1950’li yıllarda İngiltere’de eşcinsellik suç sayılıyordu. Yeni bir vak’ası ortaya çıkınca muhakeme edildi, suçlu bulundu. Güvenilirliğini kaybettiği için görevinden alındı.1954 yılında 42 yaşında iken kendisini zehirleyerek intihar etti.

***

Dönelim eski hikâyeye: İnternette fotoğrafı var. Kız çocuğu çehreli 1912 doğumlu Mister Turing’in hayat hikâyesinde Türkiye’ye geldiğine dâir bilgi yok. Geldi de yazılmadı diyelim. 16 yaşında iken abdest alan insanların hijyen sâyesinde ölümden kurtulduklarını keşfediyor. Felsefe doktoru ya… Ona da olabilir diyelim…

Şu satırlar, Mister Turing’i yazdıklarından iktibas edilmiş:

Yıllarca kendi milletimden insanları öldüren bu virüsün nasıl olur da savaşta ve yıkılmanın eşiğinde olan bir imparatorluğa hiç etki etmediğini aklım almıyordu. Türkiye ziyaretimde farkettim ki Türkler dünyanın en temiz insanları idi. Biz tuvaletimizi sokaklara yaparken, taharet musluğu onlar için hayatın vazgeçilmez bir parçasıydı, biz duş almak nedir bilmezken onların hamamları vardı, biz tuvalet nedir bilmezken onlar yemekten önce ve sonra ve de tuvaletten sonra ellerini sabunla yıkıyorlardı.

‘Ancak bütün bunların virüse karşı bu kadar etkili olamayacağını çünkü virüsün çok kolay bir şekilde insandan insana temasla geçebileceğini düşünüyordum. Evet Türk'ler temiz insanlardı ancak bunun başka bir nedeni olmalıydı, ardından Ayasofya Camiisindeki banyo benzeri bir ortama gittiğimde ellerini ve ayaklarını, yüzünü, kollarını yıkayan bir adam gördüm. Ona bu neyin nesidir? diye sordum…

Verdiği cevap beni beynimden vurulmaşa çevirdi:’ bu abdesttir ve biz günde 5 defa bu ibâdeti yerine getiririz, namazın şartıdır dedi.

İşte anlamıştım, biz virüsten kırılırken bu milletin dimdik ayakta kalma sebebi, günde 5 kere aldıkları abdest ve hemen ardından kıldıkları namazdı.’

Alan Turing bu hakikate vakıf olduktan sonra Müslüman olmuş ve dönemin sömürgeci İngiltere’sinde idam edilmiştir.

Hikâyeyi nakleden yazar dostumuz soruyor:

Dostlar sormak isterim, bize ne oldu? Savaştayken karşısında dimdik durabildiğimiz, Corona musibetinden 10 kat daha öldürücü ve zararlı bir virüse meydan okuyan dedelerin torunları iken nasıl olur da aradan sadece 100 yıl geçmesine rağmen bu musibete karşı savunmasız kaldık.

***

Hikâyeye eklenen bu sözler de fevkalâde. İyi güzel de… Benim imanlı, ihlaslı güzel kardeşim, Hikâyene eşcinsel olmayan bir kahraman bulamaz mıydın?

EVDE KAL, Hoşça kal…