Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

ocetinoglu1@gmail.com

Girit Dramı

Osmanlı Ordusu,  29 Nisan 1645 târihinde Girit Seferi için İstanbul’dan hareket etti. Giriş Savaşı, Osmanlı Devleti’nin en uzun süreli savaşıdır. Ordu, 19 Ağustos 1645’te ayak bastı, Fetih, 1669 yılında tamamlandı. 239 yıl Osmanlı hâkimiyetinde kaldıktan sonra 27 Temmuz 1908 târihinde elimizden çıktı, Yunanistan’ın oldu.

Yunanistan'ın Girit'i işgal teşebbüsle­ri 1840 yılında başladı. Adaya asker çıkardılar. Osmanlı Devleti, Yunanistan'ı protesto etti. O târih­te Yunan Hükümeti bu iddiaları reddetse de, Yunanistan Millî Arşivi'nde  O târihlerde İsviçre'nin Cenevre şeh­rinde bir teşkilât sahneye çıktı: ‘Demok­ratik Doğu Federasyonu.’ Bu teşkilât, Rum, Bulgar, Sırp ve Romanyalılar tara­fından kurulmuştu. Bu teşkilâta para yardımını Yunan ve Ermeni zenginleri yapıyordu. Teşkilâtın maksadı Balkan ül­kelerinin bir federasyon çatısı altında toplanmasıydı. Bu federasyon kurulun­caya kadar teşkilât, Balkan bölgesinde Osmanlı Devletine karşı başla­yan ayaklanmaları destekleyecekti. Böy­lece ‘Büyük Yunanistan’ kurulacaktı. 1870 yılı başlarında Osmanlı, Balkan­lardaki isyanı bastırınca Demokratik Doğu Federasyonu ortadan kayboldu.

"Girit İhtilal Komitesi" Osmanlı yöne­timine bir mesaj yolladı. Bu mesajda Yu­nan taraftarı Ortodoks halkın, Osmanlı devletinden adanın bağımsızlığını tanı­masını, kendi yöneticilerini kendi aralarında seçmesini kabul etmesini, istiyordu. Osmanlı Devleti bu isteklere cevap vermeyince çeteciler dağlara çıktılar.

Ermeniler, Berlin Anlaşması'nın 61. maddesinden kendilerine pay çıkararak Anadolu'da toprak talebinde bulunu­yorlardı. Ermeni ihtilâli, Avrupa'daki Türk düşmanları tarafından bir propa­ganda konusu hâline geldi. Yunanlılar Türkleri dünyaya ‘barbar caniler’ ola­rak tanıtmaya çalışıyorlardı. 1895'te se­çimler yapıldı. Atina, Giritli Ortodoksla­rın yatışmasını istemiyordu. Bu yüzden Türklere gaileler çıkarmaları için onları kışkırtmaya başladı.

Girit adasındaki Osmanlı kuvvetleri­nin genel komutanı olan İstanbullu Rum Karadodori Paşa, adadaki Yunan Konsolosu Yennadi'nin Ortodoks halkı isyana teşvik ettiği ortaya çıkınca seçim sonuçlarını iptal etti ve yönetim meclisi­ni kapattı. 7 Mayıs 1896'da Ortodoks halk, Yunanlı ajanların ve papazların kışkırtmalarıyla Türk askerlerine saldır­dı. Silâhlar patlamaya başlayınca 12 Mayıs'ta ilk miting yapıldı. 20 Mayıs'taki miting daha kalabalık idi. Bu mitingde Girit'in Türklerden kurtarılması için ‘sa­vaş komitesi’nin kurulduğu açıklandı. Komitenin başına Yunanlı General Koreneos getirilmişti. Ayrıca bir de ‘Giritli­ler Merkez Komitesi’ kuruldu. Bu komi­tenin görevi Girit ihtilâlcilerinin propa­gandasını yapmak ve yardım toplamak idi. Yunanistan'ı himâye eden İngiltere, Rusya, Fransa ve diğerleri Girit'te isyanı bastıran Turhan Paşa ve Hasan Paşa'nın Girit'ten geri çekilmesi için baskı yaptı­lar.

Bu iki paşa Enosisçi âsîlere göz açtır­madıklarından Yunanistan ve Batı ülke­lerinin adadaki hesaplarını bozuyorlar­dı. Baskılar karşısında Sultan İkinci Abdülhamid Han, adaya İstanbullu Rum Yorgo Virovitis Paşa'yı tâyin etmek mecburiyetinde kaldı. İsyan neredeyse durma noktasın­dayken Atina ateşi yeniden körükledi ve 27 Mayıs 1896'da Yunan ordusundan çok sayıda subay ve astsubayı ‘Mina’ gemisiyle Girit'e gönderdi.

1897 yılının Ocak ayında ‘Megali-İdea’ arzularını bir defa daha açığa vuran Yunanistan'ın destekleriyle Ortodoks çeteciler bir defa daha silâha sarıldılar. Osmanlı Devleti'nin yeni mâcerâlara ta­hammülü kalmamıştı artık. En ufak bir ayaklanmayı, henüz başlangıç safhasında bastırması gerekiyordu. Fakat ayaklanmayı bastırmayı başarsa bile Yu­nanistan ‘Türkler, Girit'te Hıristiyan kar­deşlerimizi öldürüyor’ feryadını basıyor, bütün dünyayı Türkler aleyhine kışkırtı­yordu. Batı ülkeleri Türkleri ‘zorba ilân ederken, Yunan silahlarıyla Türklere sal­dıran gaspçı ve yağmacı çetecilere ve onların en büyük destekçisi olan Yunan subaylarına ‘bağımsızlık savaşı veren mazlum halk’ pâyesini veriyordu.

Yeni bir problem istemediği için Girit konusunu, adaya ‘bağımsızlık’ vererek kapatmayı planlayan Sultan İkinci Abdülhamid Han'ın bu fikrine İngilizler de des­tek veriyordu. Ancak Yunanistan için tek çözüm Enosis'ti. Bu uğurda işleme­yecekleri cinayet, dökemeyecekleri kan yoktu...  Devam ettiler ve başardılar.