Hicran GÖZE

Avukat - Yazar

Ayasofya Açılsın mı, Açılmasın mı?

Çok kısa olarak cevap vereyim, gençliğimden beri kalbime yerleşmiş o büyülü Fetih rüyası ile cevap vereyim. “AÇILSIN”… Amma, orada ilk Cuma namazını kıldıran Ak Şemseddin’in ve bu fetihle yeni bir çağ açan Fâtih Sultan Mehmed’in, bütün fetih şehitlerinin ruhlarını, her sıkıştıkça bu mübarek fethin üzerinden oy hesabı yaparak rahatsız edenlerin çirkin ve ucuz bir siyâsetle kirlenmiş elleriyle açılmasın.

Geçmişe doğru yaptığım kısa bir seyahat benimle aynı safta olan, siyasetle şunla bunla ilgili olmayan cepleri delik pek çok gencin  “Aç, aç”  sesleriyle doludur. Bizim karşımızda olanların sesleri ise bizlere yobaz, gerici diyenlerin “açma açma” sesleriyle… Bizler gerici, yobaz onlar ise ilerici ve devrimci idiler. Amma Ayasofya’nın 1934 yılında müze oluşu üzerinde hiç düşünmedikleri, o günkü şartlarla bağlantı kurmadıkları için de cahildiler. Atatürk eğer yaşasaydı bu karardan dönebilecek kadar veya dönmeyecek kadar zeki bir insandı. Hatay’ı son nefesini vermeye yakın aldığı gibi Ayasofya’da açardı. Türk Dil Kurumu’nun iyice sapıttığını görünce, Yahyâ Kemal’in bir şiirini okuttuktan sonra sofrasındaki o âlim müsveddelerine dönerek “Şairin vehmi sizin ilminizi yendi dememiş miydi? Kısa bir zaman sonra ise  “Yeter” deyip o yolu kapatmamış mıydı? Atatürk Ayasofya’yı müze hâline getiriyordu amma “Türk Ortodoks Patrikliği”ni Papa Eftim’e kurduruyor, Fener’i ta! kalbinden vuruyor, orada kalmayarak Hatay’ı da alıveriyordu. Efendim malûm niyetlerle “Açılmasın” diyenlerin ağababası, Rusya’da, yaşı icabı ihanet etmeye fırsat bulamadığı, kocası ile bir hafta sende, bir hafta bende diye anlaştığı Vera’sı ile koyun koyuna yatan Nâzım Hikmet Ran da acaba bu meseleye başka teklifler getirmiş miydi? Hiç getirmez olur mu? Hiç vakit kaybetmeden getirmişti. İşte 1935’de,   Ayasofya’nın müze oluşu üzerine kaleme aldığı o günlerin meşhur TAN gazetesi’ndeki yazısı: “ İşte şimdi Ayasofya layık olduğu mevkie yükselmiştir. Amma bizim daha böyle birçok, layık olduğu mevkie yükseltilmesi gereken binalarımız var. Mesela Süleymaniye… Onu da layık olduğu müze mevkiine yükseltmeliyiz.” Aziz okuyucularım sağ ve sol ayırmadan hepsine hâkim olan bu cehalet ve tabii nefsaniyetle Dinimiz dahil bütün değerlerimiz toptan müzelik hâle gelirse hiç şaşırmayalım.       

Ayasofya hakkında bir kitap olacak kadar yazı yazmış olan eşim Ergun Göze’nin bir fıkrasını da bu arada sizinle paylaşmak istiyorum.  “AYASOFYA” başlıklı yazısını:

“ Tercüman’ın üçüncü Ramazan ilâvesinde ağırlık merkezini camiler teşkil etmektedir. Bunların arasında gurbetteki işçilerimizin yaptırdığı veya kilise iken satın alıp cami haline getirdikleri olduğu gibi dünya mimârisinin eşsiz örneklerini teşkil eden camilerimiz de var. Ayasofya’yı koymadık bu ilâveye… Çünkü Ayasofya minaresi hariç, bizim binamız değildir. Amma Ayasofya aynı zamanda bir cami’den de çok başka bir şeydir. Ayasofya “Fetih ruhunun” sembolüdür. İslâm’ın fetih ruhunun bu günkü moda tabirleri olan sömürgecilikle, emperyalizmle alâkası yoktur. İslâm kendisine bir hayat sahası aramış ve daima başkalarına bir hayat sahası da bırakmıştır. Hâlbuki bugünün “Çağdaş”  rejimi kabul edilen sosyalizmde başka inanışlara hayat hakkı yoktur. Geçelim.

Ayasofya İslâm’ın fetih ruhunun bir sembolüdür. Eskiden bir şehir eğer harben fethedilirse bir tek kilise cami haline getirilirdi. Bu caminin adı, daha doğrusu ünvanı da “Fethiyye” camii olurdu. İstanbul’u harben fetheden Oğuz Kara Han neslinden, Peygamber müjdeli Fâtih Sultan Mehmed Han (El Muzaffer daima) da,  Ayasofya’yı bir fethiyye camii olarak seçmiş ve ilk Cum’a orada,  Akşeyh, Molla Gürani gibi devrine faziletleriyle, kemalleriyle şeref vermiş büyüklerin iştirakleriyle kılınmıştı. Senelerden beri İslâm fetih ruhunun sembolü olan bu mübarek cami bugün sadece bir müzedir. “Fetih ruhu bir müzeye sığır mı”? Ruh ezelidir, ebedidir. O’nun yaşı da yoktur. Yâni vakitle ve zamanla mukayyet değildi. Olsa olsa bir vakti merhunu vardır.

Ne var ki fetih ruhu sadece kılıç ve kuvvet demek sanılmasın. Fetih ruhu esince,  kılıç kabzasından ahlâka, sanattan ilme, mutfaktan bahçeye kadar her yeri rahmetiyle bereketlendirir. Bilhassa ahlâk… Çünkü fetih ruhu fedakârlık ister. Ayasofya hakkında çok yazı yazdıktan sonra, bugün bir başka noktaya gelmiş bulunuyorum. Ayasofya eğer fetih ruhu canlanırsa zaten kapalı kalamaz veya kapalı kalsa ne ki? Amma işi sadece bir binanın kapılarının açılması planında ele alırsak, asıl içimizdeki fetih ruhu hücresinin açılmasını, fetih ahlâkının, ilminin, irfanının doğmasını öne almazsak neye yarar?

İçimizde kapalı Ayasofyalar var, onları açamazsak AYASOFYA açılabilir mi?”

                                                

                                                                               8.8. 1979 Tercüman