Prof. Dr. Hacı DURAN

Akademisyen

duranhaci@gmail.com

Kayravan İslam Medeniyetinin Canlı Bir Misalı

Kayravan, Kuzey Afrika halkının kalbini İslama açmasının sembolüdür. Ukba B. Nafi, bu şehri kurdu. Kent; Avasım veya Ribat olarak bilinen ilk Müslüman kentlerin en çarpıcı ve güzel örneklerinden birisidir. Kuzey Afrika, Akdeniz ve Endülüs’teki müslümanlaşma sürecine saldıran dönemin inkarcı ve despot kuvvetlerine karşı 670 yılında bir ordugah olarak kuruldu.

Mağrip müslümanlarının Seydi Ukba Camisi dedikleri, Kayravan ulu camisi, Cami mimarisinde; Allahu Teala’nın ve Müminlerin sevgilisi Muhammedi Sünnet’in; mermere, granite, taşa ve tuğlaya işlenmesi örneğinin bir şaheseridir. İnsanın kendisinden yaratıldığı balçık veya çamur; ilk Müslümanlar tarafından burada, tuğlaya dönüştürülmüş, insan mantığının işleme biçimine göre geometrik ve keskin çizgilerle, duvar olmuş, kemer olarak tavanı tabana dayandırmış, kubbeleri, sütunları ve kemerleri afaka taşımış.

Cami’ye, üç tarafı çift sıralı kemerlerle çevresi kapatılmış olan 67*56 metre boyutlarındaki bir avlu ile geçilmektedir. Kıble yönünden yaklaşık olarak Doğu-batı eksenli olarak yapılan cami, dışardan bakılınca bir kale görünümündedir. Geniş bir alanı kaplayan kare planlı minare, kıbleyi karşıdan gören ve içten tek sıra revaklı duvarın kuzey batısında yer almaktadır.

Cami avlusunun kıble yönünden uzanan simetrik çift revaklı kemerleri ufukları Tevhid inancına bağlı olarak birleştirmektedir. İnsan bu kemerlerin uzanımına bakınca, sadece sözün, iletişimin, tefekkürün ve zikrin Cenab-ı Hakkın Ahadiyetini kalbimizden fışkırtmadığını; insan emeğinin maddi bir ürünü olan, inşaatın ve mimarinin de bunu yapabildiğini görüyor.

Caminin avlu ile birlikte oluşturduğu mimari üslup; sevgili Peygamberimiz’in Medine’deki Mescidi örnek alınarak oluşturulmuş. Bundan dolayı, Seydi Ukba Camisi’ni Muhammedi sünnetin mimarideki tekrarı olarak tanımladım. Demek ki insan isterse; çalışırken, yönetirken, üretirken, yaparken yani Ümran meydana getirirken de sünnete göre davranabiliyor. Bütün insanların hayran kaldığı ve izlerken zevk duyduğu eserler ve binalar yapabiliyor.

Caminin kemerlerini taşıyan zarif sütunlarda kabartma tekniği ve kufi hatla yazılmış olan Allah ve Muhammet kelimelerini okuyabiliyorsunuz. Bu sütunların taşıdığı simetrik kemerlerin üst alınlıklarında ise Caminin binasındaki mimari dehayı tekrarlayan kabartma nakışları, yukarıya doğru kırkbeş derecelik açıyla bakınca görebilirsiniz. Bu nakışlar, yine çift sütunlarla taşınan sıçrayan kemerleri gösterime koymaktadır. Kemer ve sütün alanlarının iç kısmının ortasına münavebeli olarak sekiz köşeli yıldızlar ve genel görünümü oval olmakla birlikte, bitki yapraklarını temsil eden kabartma nakışlar yer almaktadır. Kemerlerin dışında kalan ve konik olarak açılan alanlar ise kilim desenli kabartmalarla tezyin edilmiştir.

Caminin abanozdan yapılan minberindeki nakışlar ise, basitten karmaşığa, en genelden en cüziye doğru birbirini münavebeli olarak kimi durumda küçülerek, kimi durumda büyüyerek birbirini izleyen geometrik nakışlarla tezyin edilmiş. Tıpkı tasavvuf ehlinin makamatı gibi, bir silsile nakşedilmiş; bu esere bakınca gözleriniz zikre dalıyor. Bu nakışlar, insan emeğinin Allah’ın rahmet kapısı ile buluşan yüzü ile izleyicilerini kuşatıyor.

Yaklaşık iki saat Cami’de kaldım. Cami, Haçlı saldırılarının başladığı onuncu yüzyılda, savunma amacıyla çevresi tamamen surlarla kapatılan eski Kayravan’ın kuzey-doğu tarafında kalmaktadır. Camiden çıkınca, güney-batı yönünden bir sokağa girdim. Beş dakikalık bir yürüyüşten sonra yönünüzü tamamen karıştırıyor ve tereddüt içinde kalıyorsunuz. Geri döndüm, yanıma Muhammed kardeşi rehber olarak aldım. Muhammed kardeş, üniversite öğrencisiymiş. Harçlığını bu işi yapmakla sağlıyormuş.

Kendisine eski Kayravan’ın çarşısını, kahvehanelerini, sazhanelerini, çarşılarını ve pazarlarını görmek istediğimi, fakat sokakların çok dar ve bağırsaklar gibi içi içe geçtiğini ve yolumu kaybetmekten korktuğumu söyledim. Muhammed, yabancıların tahmin edemeyeceği kadar görülecek çok alan olduğunu söyledi. Ne kadar zamanımın olduğuna bağlı olarak seçim yapmamız gerektiğini açıkladı. İki saatim var, dedim.

Başladık sürprizler kentini seyahat etmeye. Çoğu kere sadece iki kişinin yan yana yürüyebildiği sokakların her biri aynı tonların ve biçimlerin farklı bir yüzü ile insanı yüzleştiriyor. Halen çalışan eski bir hamamı kapıdan bakarak gördüm. Bir tane evin kapısını çaldık, iç bahçeyi gördüm. Dışarda her tarafı kapalı olan bu mekanların içi tam bir şenlik barındırıyor. Kuyular, çiçekler ve teraslara kadar uzanan begonviller, sarı ve beyaz yaseminler, öylesine renkli ve öylesine etkileyici kokular salıyor ki, ayrılmak istemiyorsunuz. Duvar gövdeleri bütün Tunus’ta olduğu gibi yine beyaza boyanmış, kontörler, çerçeveler ve pencere pervazları ise mavi çizgilerle tezyin edilmiş.

Bu sokakların her birisinin kendine özgü bir hikayesi varmış. Komşuluklar, dostluklar, yardımlaşmalar ve dedikodular, yazları teraslar üzerinden yapılıyormuş. Ailelerin söz kesme törenlerinden sonra, nişanlı kızlar ve oğlanlar bu teraslardan birbirlerine göz kırparmış.

Eski Kayravan’ın en sürpriz yanlarından birisi de insanların yürümekte zorlandıkları bu merdiven ve sokakların, develer tarafından da bir güzergah olarak kullanılmış olmalarıdır. Bunu da Berruta denilen iki katlı bir evin üst katına çıkınca fark ettim. Muhammed bana işte burası Berruta’dır, deyince; olağanüstü birşey görmedim. Sadece beyaz bir duvarın üstüne mavi renkli harflerle, üstüne Berruta yazılmış bir levha gördüm. Levhayı fotoğrafladım.

Levhanın tam yanındaki sokağa açılan üstü merteklerle örtülmüş kemerli bir merdivenle evin üst kapısına çıktık. Gökkuşağı renklerinin kuyu tonlarından saten kumaşlarla süslenmiş bir deve duruyordu. Devenin boynunun üstünde yine aynı tarzda süslü bir boyunduruk ve yuvarlak bir alanın içinde kocaman ahşaptan yapılma bir su değirmeni duruyordu.

Meğer eski Kayravan’ın su ihtiyacı kuyulardan develer aracılığı ile çekilen sularla karşılanıyormuş. Deve döndükçe sular, kuyudan kanallara testilerle dolduruluyor, çark aracılığıyla yukarı taşınıyor. Şehirdeki su kanallarına akıtılıyor. Su kuyusunun bir kat yukarda yapılma nedeni ise, suyun kendi cazibesiyle kente dağılmasını sağlamak imiş.

Kayravan gerçekten bir medeniyeti her yönüyle temsil ediyor. Umarım bu yazıyı okuyan herkese, kenti gezmek ve Ukba camisinde duaya durmak nasip olur.