Mehmet Cemal ÇİFTÇİGÜZELİ

Gazeteci - Yazar

“Bir Başkadır” Benim Memleketim

Ülkemizi, toplumumuzu, şehirlerimizi, insanlarımızı, kültürümüzü, sorunlarımızı ve hatta kendimizi konuşmaya, düşünmeye, sorgulamaya, muhasebe yapmaya, eleştirel aklı eyleme sevk etmeye, ötekileştirilmeye savrulmuşları yeniden algılamaya bir dizi filmle yeni fırsat doğdu; Bir Başkadır. Üstelik hukuk devleti ve insan haklarının yeniden gündeme taşındığı, çalışmalara acilen başlandığı ve yerimizin Avrupa olduğu açıklamasının yapıldığı bir günde.

Netflix, Apple, Blutv ve Amazon dijital yayınları artık Türkiye’de. İnternette bilgiye sıfır saniyede ulaştığımız gibi artık dünya sineması da aynı şekilde evlerde. Başkent Ankara’da bu kuruluşlarla anlaşmalar imzalandı, sorumlusu tayin edildi, ceza-i müeyyideleri anlatıldı. Yine de Ankara’da bunun için yeni kanuni ve hukuki bir düzenleme yapıyor. İyi de oluyor. Çünkü sosyal medya gerçekten bütün dünyada etkili olmaya başladı. Nasıl olmasın ki? Bir sokaktaki vitrinde, bir AVM’nin girişinde cansız mankenlerin üzerine giydirilenlerden alakadar olmasan bile günün modasını öğrenip etkilenebiliyoruz. Yahut caddelerdeki bilbordlarda istesek de istemesek de bir markanın tavsiye ve teşvikine göz atabiliyoruz. Bütün bunlar bir de bakmışız ki hayatımızın, kentimizin bir parçası olmuş. Bunlara uyum için imkan aramaya başlıyoruz. Dünyanın hızı da bunlarla kalsa iyi, tam tersine her ürünün modasına bile yetişemiyoruz, almaya karar verdiğimizde yeni bir ürünün ortaya çıktığını fark ediyoruz. Dolayısıyla böylesi atılımlar karşısında teknik, kültürel, medeni ve sosyal gelişmelerdeki hukuki düzenlemelerde biraz geç kalınıyor. Buna Türk Dil Kurumu da dahil. Çünkü kompütüre karşı bilgisayar kelimesi tuttu, ama belgegeçerde hala sıkıntı var. İnsanlar ısrarla faks diyor. Allah’tan akıllı telefonlar faksın pabucunu dama attı da rahatladık. Pandemi sürecindeki tıbbı kelimeler de öyle.

BOĞAZİÇİLİ BİR YÖNETMEN

Bu arada bir başka gelişme kasırga süratiyle gelip bizimle tanıştı. Geçenlerde Netflix’te Berkun’un Oya’nın yönetmenliğini üslendiği ve senaryosunu yazdığı Bir Başkadır adlı diziyi izledim. Başrolde genç sanatçılarımız Öykü Karayel, Fatih Artman, Funda Eryiğit başarılı bir performans sergilenişler. İyi ki seyretmişim 2023 sonrası Türkiye’yi görmeme yardımcı oldu. Bana filmi tavsiye eden Fulya ve Burkan’a da teşekkür ederim. Ayrıca Furkan ve İsmail bize Netflix bağlatmasıydı böyle bir imkandan mahrum olacaktım. Her ikisine de müteşekkirim.

Hollywood yani Amerikan sinemasında Yeşilçam’ın bir iddiası yok. Fransa bile rekabetten geri çekildi. Belki Brezilya dizileri rakip olmasa da bölük parça alternatif olabiliyor. Türkiye’de televizyon dizilerimizin dünyaya açılması ve pazarlaması sektörün motivasyonunu yükseltti ve döviz girdisi sağladı. Buna rağmen Netflix’te öyle beklendiği gibi Türk filmleri veya dizileri yok denecek kadar az. Dünya film izleyiciler bu sebeple Türk Sineması hakkında yeterli bilgiye sahip değil.

İLK PERDE AÇILIYOR

Sinema Tarihimizi hatırlayacak olursak ilk Türk Filmi Fuat Özkınay’ın Yeşilköy’de çektiği “Ayestefanos’taki  Rus Abidesinin Yıkılışı” (1914). Cumhuriyet döneminde ise kurulan Kemal Film; “Anadolu Yollarında” adlı İstiklal Mücadelesinde Anadolu Harekatının başarısını yansıtan bir sinema filmi çekmiştir (1922). Aradan bir asır kadar bir zaman geçmiş ama Susuz Yaz dahil üç beş ciddi ödülün dışında da herhangi iddialı bir başarımız yok. TRT; Japon ve İran, Kanal 7 Hint film ve dizilerini göstermeyi sürdürüyor! Oysa bu kanallardan bize ait yani yerli ve iddialı, hatta evrensel boyutu olan filmler beklenirken tam tersi iyi bir imtihan verilmiyor.

Muhafazakar kesimin Sinema tutkusu “Gençlik Köprüsü” filmiyle bugün rehavet uykusunda olan MTTB Sinema Kulübü ile başlar. Ancak bu işi devam ettiren ise sadece iki kişidir; Yücel Çakmaklı ve Mesut Uçakan. Daha sonra buna İsmail Güneş’i de etkileyebiliriz. Yücel Çakmaklı’nın bu sevdası lise yıllarında başladı ve üniversite eğitiminde de devam etti. Merhum İşadamı Mustafa Kemal Cabioğlu’ndan dinlemiştim “Bir grup ünversiteli milliyetçi gence bir daire tutmuştuk. Çeşitli fakültelerde okuyorlardı. Bir tanesi gelip “Ağabey Allah seneden razı olsun; talebeye kimse ev vermezken bize kefil oldun. Ama aramızda bir arkadaş var ki odasını Türkan Şoray başta artiz kadınlarla süsledi. Ajan mıdır, yoksa ahlakımızı mı bozmaya çalışıyor anlamadım. Size bilginiz olsun diye geldim.” Diyor. Bu şikayet edilen genç Yücel Çakmaklı idi. M. Kemal Cabioğlu sadece tebessüm etmiş. “Derslerinize çalışın, başarılı olun” diye tavsiyede bulunmuş. Yücel Çakmaklı bu işe kendini adamıştı, sinemacı olacak ve film çekecekti. Öyle de oldu. Film çekmek üzere konuyu Nişantaşı’ndaki evinde işadamı Mehmet Üretmen’e anlattı. Açık çek aldılar. Kefilleri de Nevzat Yalçıntaş idi. Şule Yüksel Şenler’in Huzur Sokağı Romanından yola çıkılarak Türkan Şoray ve İzzet Günay’ın baş rolde olduğu Birleşen Yollar çekildi. Merhum ağabeyimiz Tekin Armağan, Ressam Gürbüz Azak’ın da katkısıyla Fatih’te Anka Modevi’ni kurmuştu. Türkan Şoray’ın bütün giysileri burası hazırlandı. Yücel Çakmaklı ile başlayan “Milli Sinema” akımı ve filmleri toplumu etkiledi, kapalı gişe oynandı. Başörtüsü sorunu gündeme taşındı. Başarılı oldu. Yıllar sonra da olsa sorun çözüldü. İşte o nesil bugün yönetimde.

İMDAT SESİNİ DUYMAK, DUYURABİLMEK

Bugüne gelince muhafazakar kesim çok mesafe kat etti. Sayılamayacak kadar çok işadamı, müteşebbisi, yazarı, gazetecisi, yerel yöneticisi, akademisyeni, bürokratı, büyükelçisi, valisi, resmi ve sivil toplum kuruluşları her şehrin her hangi sokağında rastlanabilecek kadar vardı. Peki sinemacısı? Maalesef yoktu. Üç beş sene önceki Birlik Vakfı’nın kültür programında konuşmacı Prof. Dr. Yazar İskender Pala “İçinizde çocuğu sinema eğitim gören kimse var mı?” diye sormuştu da salon derin sessizliğe bürünmüştü. Toplantısı sonrasında kıymetli işadamı Rıdvan Dildar kulağıma eğilerek “Mehmetcim, sevgili kadeşim benim çocuk Amerika’da sinema eğitimi yapıyor. Ama nasıl karşılanacağını tahmin ettiğimden itiraf etmeye utandım!” Demişti. Dolayısıyla Üsküdar Belediyesi’nin sponsorluğunu üslendiği, büyük reklamlarının yapıldığı, arşivimden istifade edildiği halde ismimin geçmediği İsmail Kahraman ve Recai Kutan belgesellerini izlediğimde küçük dilimi yutacaktım. Adeta sinema izlemeyen birisine belgesel çektirmişlerdi. Genç sinemacılar adına üzüldüm. Ama Takva ve benzeri birkaç film ile Müslümanlar seküler hayatın içinde görünmeye başladılar. Her kesimin izleyebileceği ve evrensel boyutu olan, eleştirel düşünceyi öne çıkarmış, ayakları yerde film derken işte Bir Başkadır dizisi imdada yetişti. Konu şöyle;

İstanbul’da bir residanza temizliğe giden muhafazakar ailenin genç kızı başörtülü Meryem zaman zaman bayılmasından dolayı İstanbul’da psikiyatriste gitmektedir. Psikıyatr ise baş örtülüleri pek hazzetmemekte, Meryem’in getirdiği böreği bile kabul etmemiştir. Ancak sosyete bir ailenin kızı olan psikıyatr da psikiyatrist bir arkadaşının terapilerine katılmakta ve tedavi görmektedir. Bu psikiyatrist ise bir Kürt kızıdır, değişik siyasi görüşlere sahip aile arasında şiddetli tartışmalar mevcut ve kavgalar olmaktadır. Meryem, Karısı Ruhiye hasta olan Abisi Yasin ise İstanbul’un bir kasabasındaki Cankuş Hocanın etkisinde, her şeyi ona sormaktadır.  Ailesinden de bunu istemektedir. İki çocuğu olan Yasin’in Karısı Ruhiye ise bunalım geçirmektedir. Konya’da ekonomi eğitimi gören başörtülü kızın babası Cankuş Hoca da çocuğu olmadığı için evlatlık almıştır. Bunu sonunda itiraf eder. Çok sıkılan Ruhiye de, arzu ettiği köyünde birkaç gün geçirince bir değişime uğrar. Ailesine geri döner. Yasin Sevinir. Bu değişik onu de dönüştürür. Annesi vefat eden Cankuş Hoca’nın kızı ise yeniden Konya’ya dönerken başı açıktır.

HER KESİMDE DEĞİŞİM

Yönetmen kesimlerden gelecek tepkilere karşı büyük bir risk almış. Tehlikeye atmış kendisini. Ama artık böyle gelişmeler için sanırım gerçek bir cesarete de ihtiyaç yok. Tatillerini hep Avrupa’da geçiren Robert Kolejli psikiyatrın başörtülü hastasına karşı içinde oluşan ve engelleyemediği ama sonradan utandığı öfkeyi “Ailemin b.k yemesi” diye açıklamak ihtiyacı hissediyor. Hatırlanırsa Kur’an’da buna “Atalarının dinine isyan” deniyor. Bir kızın ailesiyle yüzleşmesi çok zordur. Bunda belki aldığı psikolojik destek de önemlidir. Çünkü defosuyla mücadele etmeye kadar varıyor.  Kırmadan dökmeden ailesini aşmaya çalışıyor. Onda da dönüşüm böylece fark ediliyor. Meryem’den börek istemeye kadar gidiyor.

Cankuş Hoca’nın kızının Konya’daki Üniversitesine gitmek için evinden çıkarken söylediği; “Evden çıkmaya hazırım” açıklaması evlerinden kaçmak arzu edenlerin yalnız seküler semtlerde oturmadığını belirtiyor.

Yönetmen ve senarist Berkun Oya “ancak evlerimizden çıkıp, bir araya gelebilirsek üretken ve paylaşan bir toplum olabileceğimizin” altını çiziyor. Gerçekten iyi ile kötü arasında bir varoluşu kabul etmek gerekiyor. Bu işin en zor yanı da düşünmektir. Dizide Kürt Aile bile Kürt sorunu ile yüzleşmeye başlıyor. Bu bir tabu iken yüzleşmek ile, cesur bir atılım örneği veriliyor. Çünkü böylesi ayırımcılıkla çoğu kimse hala yüzleşmedi, sadece lafını etti. Türkiye’nin yaralarının görünür olabildiği sorunlar “sınıfsal, etnik ve dini“ olarak açıklanıyor filmde. Özellikle İstanbul şehir ve kültür kaosu ne kadar güzel anlatılıyor. Camiden ve taziye evinden çıkan cemaatin ayakkabılarının aynıya yakın olması sahnesi de sınıfsal bir temanın bariz bir örneği olarak veriliyor. İşte burada şöyle bir anlatım yakalıyor bizi; herkes evinden ve mahallesinden çıkıp başka daire ve semtlerde oturanları da fark etmeli, onlarla yüzleşmeli. Toplumsal unsurların birbirine geçişi görülmeli. Filmde gerçek karşısında yakalanan kaos; zihinlerde ezberlenmiş ve kalıcı olmuş hususlarla, davranış kalıplarını geriletiyor. Çatlaklar belli oluyor. İşte burada artık başkalarının vesayetine ihtiyaç duyulmuyor ve verili vesayet odaklarını reddedip, kullanmsıyla yeni bir imkan ortaya çıkıyor.

YÜZLEŞME İHTİYACI

Türkiye’de ve özellikle büyük şehirlere yaşayanların çatışma alanlarındaki özne mutlak değildir. Artık bu travmalar, hayaller politik çözümlere değil, yüzleşmeye ihtiyaç hissettiriyor. “Kültür ve eğitimde gere kaldık, başarılı olamadık” itirafı bir lider politikacının kendisi ile yüzleşmesidir. Buna ihtiyaç da vardır. “Bir Başkadır” dizi filminde İstanbul’un merkezindeki rezidansta yaşayanlar ile büyük şehre yakın bir kasabadaki gelenekleriyle bütünleşen insanların hayatının resmi çıkartılıyor ve yüzleşme vurgulanıyor. Belki artık gökdelenlerin sirayet ettiği kasabalar da büyükşehirle bütünleşerek, sitelerdeki, büyük apartmanlardaki hayat ile yüzleşecek. Çünkü günümüz televizyon dizilerinde büyükşehirlerdeki örtülü mafya, çeteler, kaçakçılar, hırsızlar, katiller, tacizciler, rüşvetçiler, aldatanlar ve şiddet önde. İçinde hurafeleri de barındıran hamasi dizeler de bir müddet sonra, gerçeği gelince; yani günümüz sosyal olayları, yaşadığımız ve yüzleştiğimiz, hatta itiraf ettiğimiz hayatlar ekrana yansıyınca izleyenler bu yayınlarda kendilerini bulabilecek. “İşte bu benim” diyecek. Bundan dolayıdır ki şiddet, cinsellik, uyuşturuculuk, silah kaçakçılığı gibi dizilerin yerini artık yüzleşmeye endeksli TRT’de yayınlanan Masumiyet Apartmanı, TV 8’deki Kırmızı Oda ve Bir Başkadır dizileri reating rekorları kırıyor. Yüzleşmenin vakti geldi gibi görünüyor; güzel bir insan, iyi bir toplum, huzurlu ve rahat şehirler, adaletli ve istikrarlı yönetimler için.