Doç. Dr. Süleyman COŞKUNER

Kaliteli Yaşam Uzmanı

suleymancoskuner@hotmail.com

Çok Düşündüm...

Yaptığım bir paylaşımın altındaki yorumlarda;
"AĞBEY ÇOKTA KÖTÜ DEĞİL MHP' NİN AKP'Yİ DESTEKLEMESİ, POLİS UZMAN CAVUŞ ASKERLER BAK ŞEHİT OLAN GENÇLER HEP BOZKURT YAPANLAR ÜLKÜCÜLERDEN SEÇİLİYOR İYİ ŞEYLER DE OLUYOR " diye yorum yapması üzerine...
Ben de, "bu bizim Türkün yüzlerce yıllık kaderi.. Merak ediyorum?
NEDEN ŞEHİTLİK NASİP OLACAK İŞLER POLİSLİK, BEKÇİLİK, UZMANLIK, ASKERLİK, hep bize düşüyor da, üst düzey görevlerde bizler neden hiç yokuz?" diye yazdığımdan az sonra aşağıdaki bu anı karşıma çıktı...
Bu anıyı kaleme alan arkadaşın affına sığınarak paylaşıyorum...
- Çok etkilendim...

-Çok yönlü uzun uzun da düşündüm...
Çıkamadım işin içinden...
Sizler okur belki bana yardımcı olur ve de inşallah işin içinden çıkarsınız...
Buyurun tekrar birlikte okuyalım;
Yolcu karşılamak üzere gittiğim Ankara Otogarı AŞTİ’ de yaşadığım bir olaydan o kadar çok etkilendim ki, bunu sizlerle paylaşmam gerektiğini düşündüm...
Terörle mücadelede, asker, polis, korucu hemen her gün şehit veriyoruz.
Türk Silahlı Kuvvetleri’ nin her rütbeden şehitleri var, ama dikkat ederseniz en çok uzman çavuşlar, yani profesyonel askerler şehit düşüyor.
Bu acı gerçeğin arkasındaki temel nedenlerden biri de, Anadolu insanının kaderi haline gelmiş yoksulluktur.
Dikkat edin, uzman çavuşların büyük bir çoğunluğu yirmili yaşlardadır. Yani ömürlerinin baharındayken, ülkenin birliği, bütünlüğü, toplumun rahatı ve ailelerinin geçimini sağlamak için şehit düşerek, hayata veda ederler...
Dönelim Ankara Otogarı’nda yaşadığım olaya:
AŞTİ’nin önünden geçen yolun karşı tarafındaki metro çıkışının bulunduğu sokakta, bir lokantanın önünde yolcularımı bekliyordum.
Park yeri bulamadığımdan, binanın otoparkına giriş çıkış olabilir düşüncesiyle, dörtlülerini yaktığım otomobilimin başında duruyordum.
Boş gözlerle kalabalığı izlerken, “bir şey sorabilir miyim” sorusu ile kendime geldim.
Karşımda duran genç ile aramızda şu konuşma geçti:
--Sor kardeşim.
--Abi burada Eskişehir yolu varmış.
--Karşıdaki büyük binaları görüyor musun?
İşte onların önünden geçen yol Eskişehir Yolu’dur. Sen neresine gideceksin?
--Hava Hastanesi’ ne.
--İyi de, Hastane Eskişehir Yolunda değil ki…
--Nerede?
--Etimesgut tarafında. Eskişehir Yolunda bir süre gidip, Etimesgut istikametine devam ediliyor.
--Abi oraya yürüyerek gidilir mi?
--Gidersin, ama yaklaşık 15 kilometre yürümen lazım. Ama en iyisi, yolun karşısından geçen Etimesgut, Sincan dolmuşlarına binmek.
--Abi ben yürüyerek gitmek istiyorum. Saat kaçta çıksam sabah 8’de orada olurum?
--Kaldığın yere göre değişir. Nerede kalacaksın?
--AŞTİ’ de kalırım. Sabah 5’ te çıksam, oraya 8’ de ulaşır mıyım?
--Kardeşim, ulaşırsın ulaşmasına da, dolmuşa sabah 7.30’da binersen, Hava Hastanesi’nin önünde 8’de inersin. Senin ne işin var orada?
--Profesyonel askerlik için müracaat ettim. Rapor alacağım.
--Uzman çavuş mu olacaksın?
--Evet abi.
--Nerelisin sen?
--Yozgat Çekerek’ in bir köyündenim. Biraz önce otobüsle memleketten geldim.
--Niye uzman çavuş olmak istiyorsun?
--Mecburum abi.
--Neden mecbursun ki?
Genç bu soru üzerine başını önüne eğip, kısa bir süre sustu.
Sormamam gereken bir soru mu yönelttim diye düşünürken, genç çok mahçup bir şekilde konuşmaya devam etti.
--Fakirlik işte abi. Köyde doğru dürüst bir geçimimiz yok. Babam hastalıktan öldü. Üç küçük kardeşim var. Annem de hasta. Onlara bakmak için sağlam bir işe girmem lazım.
--Sağlam iş diyorsun da, terörü görmüyor musun? Her gün ölüm var, birçok şehit veriyoruz. Bu işin neresi sağlam?
--Doğru söylüyorsun abi. Bizim komşu köyden bir akrabamız 2 yıllık uzman çavuştu, Şırnak’ ta şehit düştü. Merkezde de 2-3 uzman çavuş var şehit olan.
--Bak gördün mü? İşin ucunda şehitlik olduğunu sen de biliyorsun. İyi düşündün mü?
--Abi başka çarem kalmadı. üç-dört bin lira, komando olursam da daha fazla maaş alacağım. Şehit düşmek alın yazımızda varsa, memlekete canımız feda olsun. Hem şehit olursam, öte dünyamı garantiler, annemi ve 3 kardeşimi de kurtarırım.
--Şehit olunca onları nasıl kurtaracaksın ki?
--Anneme şehit maaşı bağlarlar. Şehitlerin kardeşlerine de devlette iş veriyorlar.
--Anladım kardeşim, Allah hakkında hayırlısını versin. Madem Hava Hastanesi’ ne gideceksin. O kadar yol yürünmez. Dolmuşa bin. Tamam mı? Teşekkür eden genç, geceyi geçireceğini söylediği AŞTİ’ye doğru yürümeye başladı.
Bilirsiniz tren istasyonu, otogar gibi yerlerde, “Bir şey sorabilir miyim” diyerek yanınıza gelip, yol ya da yemek parası isteyenler vardır. Bu saygılı, mahcup, mahzun genç, kesinlikle onlardan değildi ve tertemiz bir Anadolu çocuğuydu.
Neden dolmuşa binmeyip, ısrarla yürümek istediğini düşünürken, birden aklıma, cebinde yol parası olmayacağı geldi.
İsmini bile sormadığım gencin arkasından birkaç kez seslendim.
Dönüp geldi.
--Buyur abi.
--Kardeşim neden dolmuşa binmiyorsun? Paran mı yok?
Utandı. Yüzü kızardı. Yanıt veremedi.
Hemen arabama girdim, sigara içmediğim için bozuk paraları koyduğum küllüğü aldım. Avucuma boşalttığım bozuklukları gence uzattım.
--Abi gerek yok. Ben yürürüm.
--Allah aşkına al şu parayı.
Sanki çok şeymiş gibi parayı vermeye kararlıydım, ama o da almamaya...
Hani hesap ödemek için neredeyse güreşecek duruma gelenler var ya, “alırsın, almam çekişmesi” içinde biz de o görüntüdeydik...
Benden kısa ve çelimsiz olduğu için fazla direnemeyince, bozuklukları zorla cebine doldurdum.
O an nefesinin koktuğunu da hissettim. Belli ki uzun süredir açtı.
Gözleri hafiften yaşarmıştı. “Peki, abi dolmuşa binerim” diyerek, AŞTİ’ye gitmek üzere metronun bulunduğu alt geçide doğru yürüyüp gözden kayboldu.
Yozgat Çekerekli gencin, “Şehit olursam, annemi ve 3 kardeşimi de kurtarmış olurum” sözleri kulaklarımda çınlıyordu.
Ama hayatını, ailesine maddi gelir sağlamak için vermeye hazır bu genç, cebinde, otel ve dolmuş parası olmadığından, otogarda gecelemeyi, 15 kilometrelik yolu yürümeyi düşünüyordu.
Ben ise bu gence bir avuç bozuk para vererek, sanki vicdanımı rahatlatıyordum. Bu düşünce beni boğar gibi oldu. Cüzdanıma baktım, 220 TL vardı. O an aklımda, ne park yeri sorunu ne arabam ne de karşılayacağım yolcular kalmıştı.
Aracımı orada bırakıp, AŞTİ binasına doğru koşmaya başladım.
Koskoca terminalin insan kaynayan kalabalığında, bir o yana bir bu yana kaç kez gittim bilmiyorum. Kan ter içinde kalmış bir halde yolcuların oturduğu bölümlere bakmaya devam ederken, aradığım genci, alt katta, gelen yolcu bölümündeki sıraların birinin, duvara dayanmış köşesine iki büklüm uzanmış halde gördüm. Bir süre onu yattığı yerde izledikten sonra yanına gittim.
--Çekerekli kardeşim, sana para lazım olur diye düşündüm. Cüzdanımdaki tüm para bu. Alırsan çok sevinirim.
Uykulu gözlerle bana baktı. Belli ki, duyduklarından pek hoşlanmamıştı.
--Abi ben dilenci değilim. Kesinlikle almam. Hem bana niye para vermek istiyorsun ki?
Bu sırada gözlerinden damlalar düşmeye başlamıştı. Başını öne eğip, gözyaşlarını gizlemeye çalıştı.
Duygusal biri olduğum için benim de gözlerim yaşarmıştı.
Yanına oturdum ve katlayıp avucumun içine sakladığım parayı uzattım.
--Dilenci olmadığını bildiğim için geldim. Sen onurlu bir gençsin. Bu para az da olsa işini görür.
--Abi kendimi kötü hissettim. Alamam.
--Bu parayı borç say kardeşim. Telefon numaramı vereyim, sen de uzman çavuş olduğunda, alacağın ilk maaşla borcunu ödersin.
--Ya uzman çavuşluğa almazlarsa?
--Numaram sende kalacak. Durumun müsait olduğunda ödersin.
Önerim aklına yatmıştı, ama parayı almayı kabul etmesi yine de 5-10 dakika sürdü. Çantasından çıkardığı zarfın arkasına da, telefon numaramı yazdım.