Zeki HACIİBRAHİMOĞLU

Avukat

İnsan Hakları ve Hakkın Suistimali

İnsan haklarını incelemeden önce “ HAK “ kavramını açıklamak istiyoruz. Hak; kişiye ait olan varlık, doğru ve gerçek olan şey, adalet, insaf, doğruluk bir dava veya iddiaya gerçek uygunluk şeklinde açıklanabileceği gibi insanın insan olarak sahip olduğu ve başkalarının saygı göstermesi gereken maddi veya manevi şeyler şeklinde açıklanır.

Aslında kanun veya törelerin bütününü dile getiren hukuk hakkın çoğuludur. Hakkın çoğulu olarak hukuk insanlar arasındaki ilişkilerde onların karşılıklı olarak birbirlerinin diğerini tanımaktan ibarettir. Hukuk önce, kutsal gücün ve onu temsil eden karizmatik iktidarın zümreye karşı sahip olduğu üstünlük imtiyazıdır.

Farklılaşmış toplumlarda bu imtiyaz belirli bazı ailelerin eline geçer ve alttaki tabakalara karşı kullanılır. Üstün tabakanın alttakiler üzerindeki tesir ve nüfuzu azaldıkça alttaki tabakalarda nüfuz kazanmaya başlar. Böylece hukuk kavramı bütün topluma doğru genişler.

İnsan nerede ve ne durumda olursa olsun; bilgin, cahil, kuvvetli ve aciz ne şart ve ne sıfat taşırsa taşısın insanlık, bütünün bir parçası olmak itibariyle bazı haklara sahiptir ve bunlar karşılıklıdır. Birimiz için hak olan, diğerimiz için bir vazifedir. Sizin için hak olan da bizim için yerine getirmeye mecbur olduğumuz bir vazife ve borçtur. Bu kaide önünde bütün insanlar eşittir.

Bu tanımlamanın ışığı altında hakları şöyle sınıflandırabiliriz. İnsanların Allah ile ilgili hakları, kul hakları, kamu hakları, köleliğin kalkması ile birlikte insan hakları, milletlerarası haklar, medeni haklar. İnsan hakları Fransız ihtilalinde ilkleri ortaya konmuş ve bütün demokrasi hareketleri ile birlikte dünyaya yayılmış olan çağdaş milletlerin ortak idealleridir. Bunlar kardeşlik hürriyet eşitlik ve adalettir.

İnsan hakları kavramının başlangıcını TEVRATTA ve HRİSTİYANLIKTA olduğunu söyleyenler vardır. İnsan haklarını Fransızlar JJ Russo’ya ve 1789 ihtilal beyannamesine bağlarlar. Doğrusu odur ki insan hakları anlayışı tarih boyunca yavaş yavaş gelişmiş olmakla birlikte ilk ve gelişmiş şekliyle İslam da gerçekleşmiştir.

Hz. Peygamberimizin veda hutbesi ilk insan hakları beyannamesi olarak önemlidir. Devletler tarafından gittikçe olgunlaştırılıp geliştirilen insan haklarının batı için gelişmesi ancak XVIII. Yüzyılın sonları ile XIX. Yüzyıl başlarında olmuştur. Bu tarihten sonra insan hakları anayasalara girmeye başlamış II. Dünya savaşından sonra da yine bir ilerleme ile daha sağlam teminatlara kavuşmuştur.

İnsan hakları ve hürriyetlerinin milletlerarası hukuk tarafından teminat altına alınması, XX. Yüzyılın başından II. Dünya savaşına kadar uzanan devrede milletlerarası hukukun gerçek şahıslarla doğrudan doğruya ilgilenmesi belirli mevzulara ve belirli fert kategorilerine inhisar etmekteydi.

Mesela milletlerarası hukuk ya deniz haydutluğu, köle ticareti, beyaz kadın ve çocuk ticareti gibi fiillerin önlemesi veya azınlıkların ve mültecilerin korunması dolayısıyla yalnız belirli fertlere ve fert grupları ile ilgilenmekteydi. İnsan hakları ve hürriyetleri II. Dünya savaşından sonra ki umumi ve kapsamlı teminatını aşağıdaki üç kaynaktan almaktadır.

Bunlar Birleşmiş Milletler anlaşması, insan hakları evrensel beyannamesi ve insan hakları Avrupa sözleşmesidir. İnsan haklarının vazgeçilmez olduğu kabul edilen bu haklara sınırlama getirilmemelidir. Bu beyannameler ve antlaşmalar altında imzası bulunan devletler taahhütlerine ve imzalarına bağlı kalmışlar mıdır?

Yoksa güçlüler yine güçsüzleri ezmiş ve bu beyannameler ve antlaşmalar, kâğıt üzerinde mi kalmıştır. Bunu tarih açısından incelediğimizde görmekteyiz ki, değişmeyen kural, güçlüler kendileri için kullandıkları ve vazgeçilmez saydıkları bu hakları güçsüzler için daima ellerinde bir oyuncak olarak tutmuşlardır. Görünürde herkese tanınan bu haklar her zaman güçsüzler için kâğıt üzerinde kalmaktan öteye gitmemiştir.

Güçsüzlerin istediği kadar değil kendilerinin menfaatlerine yaradığı kadar kullanma hakkı vermişlerdir. Demek ki insan hakları beyannamelerde yazılı olduğu gibi kalmakta, fakat uygulamada güçlülerin zayıfları ezdiği bir dünya olmaya devam etmektedir.

Hak hakkı olanın değil, güçlü olanındır. Fransız düşünürü, “ KUVVETİN ZAFERİ HAKKIN ZAFERİDİR “ derken üzülerek belirtmek gerekir ki milletlerarası uygulamada ki gerçekleri dile getirmiştir. Fertlere sonsuz hürriyet tanımak, hürriyetin sınırlarını tayin etmemek toplumun huzurunu bozacağı gibi insan haklarını da kavram kargaşasına sürükler.

Her hürriyetin bir sınırı olmalı ve kullanılabilir olmalıdır. Kişi hürriyetinin sınırını bilmeli ve kendi hürriyetinin bittiği yerde başkasının hürriyetinin başladığını iyi bilmelidir. İnsan haklarını milletler veya şahıslar kendi menfaatleri doğrultusunda kullanırsa ve bunu yaparken başka milletlerin ve şahısların haklarına tecavüze yeltenirse insan hakları yerine terör ve anarşi doğar. Bugün dünya üzerinde terör ve anarşi hala devam ediyorsa, bu durum birleşmiş milletler üyesi devletlerin uygulamada ki çifte standartlarından kaynaklanmaktadır.