Zeki HACIİBRAHİMOĞLU

Avukat

Vahşi Kapitalizm ve Dünya Düzeni…

12 Eylül 1980 darbesi olmuş ve Türk milliyetçileri tutuklanmış cezaevlerinde işkencelere tabi tutulmuşlardı. Sistem intikamını ülkücülerden almıştı. O tarihte hangi zihniyettir bilinmez, bölücülerle Türk milliyetçilerini aynı kefeye koymuştu. İhtilalin esas gayesi, sistemin intikamını almak için vatanını seven gerekirse uğrunda ölebilmeyi göze alan Türk gençlerini yıldırmak ve sisteme uyan yeni bir gençlik, diskotek gençliği, ABD hayranı gençlik yetiştirmekti.

Bu bağlamda; 1989 yılında “ Liseler için yazılan Milli Güvenlik Bilgisi kitabında “ Milliyetçiler, Ülkücüler şöyle tarif ediliyordu. 

Bir doktrin olarak kabul ettikleri görüşleri doğrultusunda devletin yeniden teşkilatlanmasından hareketle, siyasi, sosyal ve ekonomik yapıda değişiklikler yaparak bir kadro oluşturulması. 

Bu kadronun devlet gücünün yerine geçirilerek her ne şekilde olursa olsun iktidar yapılması. Benimsenen ilkelerin yanı sıra “ Tek Lider “ prensibinde kabul edilerek zaman zaman “ PAN TÜRKİZM “ propagandasına yönelinmesi. Bir bütün haline getirdikleri ideolojik düşüncelerinin sonuçta devlet anlayışına hâkim duruma getirilmesidir.

Bu unsurları sürekli şekilde, komünizme karşı oldukları temasını işleyerek ve bu faaliyetlerini milliyetçiliğin gereği olarak yaptıklarını savunarak 12 Eylül 1980 harekâtı öncesinde yurdumuzda yaşanan terör ortamının bir yanı durumuna gelmiştir.

Ne acıdır ki ders kitabı olarak yazılan ve Türkiye Cumhuriyetinin liselerinde milli güvenlik dersi olarak okutulan bu kitapta Türk Milliyetçiliği suç sayılmış. Türk milletini sevmek “ PAN TÜRKİZM “ kabul edilmiş. Türk Milliyetçileri, sanki kötü bir şey yapmış gibi yurdumuzda yaşanan terör olaylarının, Güneydoğuyu kan gölüne çeviren 30 bin insanımızı şehit eden asker, polis, öğretmen, imam, bebek katilleriyle birlikte terör ortamının bir yanı olarak gençlere öğretilmiştir.

Peki Türk Milliyetçilerini eli kanlı bölücü terör örgütünün bir yanı olarak gösteren kitap aşırı solcuları, teröristleri nasıl anlatmaktadır? Kitaptan aynen aktarıyorum… 

Bütün aşırı sol ve komünist teşkilatların amacı Türkiye Cumhuriyeti devletinin mevcut anayasal rejimini yıkarak ülkemizin tümünde veya arzuladıkları bölümlerinde Marksist- Leninist- Maoist bir düzen kurmak ve komünist ideolojinin yayılmasını sağlamak şeklinde özetlenebilir.

Bu grupların her fırsatta kullanmak istedikleri; İşçileri; İşçilerin haklarını kazandırma, ezilen zümreleri kurtarma, gelir dağılımındaki adaletsizliği giderme herkese eşit eğitim imkânı sağlama, herkese eşit iş imkânı sağlamak, ülkeyi tam bağımsızlığa kavuşturmak gibi sloganları amaç görünümü altında fakat nihai amaçlarını gizlemeye ve yandaş teminine yönelik propaganda faaliyetleri olduğunu vurgulamak gerekir.

Oh ne güzel ne kadar güzel lise talebesi bu sloganları okuduğunda ne ulvi sözler, tam bir sosyal adalet, bizde solcu olalım diye düşünmezler mi? Kaldı ki bu aşırı solcuların terörün bir parçası, bir yanı olduğu da kitapta belirtilmemiştir. 

Rahmetli Türkeş, sistemin intikamı alınmak için 12 Eylül 1980 darbesi ile tutuklanmış ve Ankara’da Askeri dil okuluna konmuştu. Avukatı olarak ziyaretine gittiğim de 1983 seçimleri yakındı ve siyasi partiler yeni yeni kurulmaktaydı. 

Konsey iki partili sistem istediği için vetolarla ikiden fazla parti kurulmasını engelliyordu. Turgut Özal da parti kurmak gayreti içerisindeydi. Fakat 30 kişilik kurucu listesini vetolar sebebiyle tamamlayamıyordu. Ancak ABD’den Kissinger Türkiye’ye gelerek Özal’ın partisinin kurulmasını ve seçimlere katılmasını sağlamıştı. Seçimlere Milliyetçi Demokrasi Partisi, Halkçı Parti ve Anavatan Partisi katılma hakkını kazanmıştı.

Rahmetli Türkeş beye siz içerdesiniz dışarıda bizim görüşlerimizi temsil eden siyasi parti yok ne yapacağız diye sorduğumda aldığım cevap çok ilginçti. 

“ Turgut Sunalp Paşa iyidir, ancak devlet yönetimini bilmez.” Halk kendisini tanımadığı için ve konsey tarafından görevlendirilmiş olması çok kötü bir puan, başarı sağlayamaz. 

Turgut Özal son anda ABD ile anlaşarak verdiği tavizlere göre parti kurma izni aldığı için Amerika’nın Vahşi Kapitalizmini uygulayacaktır. Muhafazakâr görünümü ile de halktan oy alarak ve büyük bir ihtimalle iktidar olacaktır” dedi. O zaman biz ne yapacağız diye sordum? “Herkes istediği partiye oy versin hiç kimseyi bir parti için yönlendirmeyin” ikazını yaptı. ABD’nin ana hedefi olan Vahşi Kapitalizmin yontularak ekonomik güçlerini daha iyi daha kolay geliştirebileceği bir düzen yaratmak için Özal’a ihtiyaç vardı.

Ülkemizin insan haklarını savunmak, Türk milletinin tarihteki rollerini savunmak anlamına gelmiyor. Amacı bölücülük olan etnik politikayı savunmak anlamına geliyor. Gençler artık ülkelerine ve milletine değil yabancı güçlere güveniyorlar. 

Milletin ufkunu açan Atatürk’ün en büyük talihsizliği yerini Türk milletine inanmayanlara bırakmak zorunda kalması olmuştur. Özal’a yüklenen görev eski doğu bloku ve üçüncü dünya ülkelerinde milliyetçilikten ayakta ne kaldıysa tasfiyesini yapmak olmuştur.

ABD, Sovyetler Birliğinde BORİS YELTSİN’İ, Türkiye’de ise TURGUT ÖZAL’I elinin altında tutmuştur. Yeltsin sayesinde Sovyetler Birliği dağılıp Orta Asya’daki petrol Cumhuriyetleri bağımsızlığına kavuşmuş. Özal sayesinde de Türkiye Cumhuriyeti Devletini Atatürk’ün milli devlet anlayışından uzaklaştırıp, onun üzerinden bağımsız Türk Cumhuriyetlerine ulaşmayı düşünmüş ve Türk Cumhuriyetlerindeki petrolün Türkiye aracılığı ile Washington’un kontrolüne alınması hedeflenmiştir.

Onun için bahsettiğimiz kitaplar yazılmış, gençler ABD hayranı olarak yetiştirilmeye çalışılmış ve sayısız televizyon kanalları açılarak millet dizi filmlerle, yarışma programlarıyla uyutulmuş ve Türk gençliği milli değerlerden yoksun bırakılmıştır. 

Atatürk diyor ki; hangi istiklal vardır ki; yabancıların nasihatleriyle, yabancıların planlarıyla yükselsin. Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir.

Tanrı Türkü korusun ve yüceltsin. Ne mutlu Türküm diyene…