Yunanistan İzlenimleri (1)

Yunanistan’ın ABD’nin hibe ettiği zırhlı araçları adalara sevk etmesi Ankara-Atina hattındaki gerilimi artırdı. ERVAK Başkanı Erdal Güzel, gündemden düşmeyen toprakları Pusula okurları için kaleme aldı.

Dünyayı sarsan Covid 19 dolayısıyla son birkaç yıldır seyahat özgürlüğümüz kısıtlanmış, tabir yerindeyse evlere hapsolmuştuk. Bu kısıtlı dönemi değerlendirip “Güzel Gezginin Anıları “ isimli kitabımı bitirmiş, sınırların açılmasıyla birlikte yeni coğrafyaları ve kültürleri görmek için fırsat kollamaktaydım.

Dünyanın büyük kısmını gezmek nasip olmuştu ama Mustafa Kemal Atatürk’ün doğduğu, Osmanlı aydınlarının ‘Kâbe-i Hürriyet’ diye niteledikleri Selanik’i görmek nasip olmamıştı. Bu beklentimin, Kocaeli Aydınlar Ocağından arkadaşlığımız olan Hasan Uzunhasanoğlu’nun telefonuyla gerçeğe dönüşebileceği aklımın ucundan dahi geçmemişti. Hasan Bey’in yakın zamanda Selanik ve Kavala’yı içine alan bir gezi planladıklarını ve bu grup içerisinde benim de olmamı istemesi ile ‘Evlad-ı Fatihan’ topraklarını görme hayalim gerçeğe dönmeye başladı.

Hasan Bey, pasaportlarımızın hazır olup olmadığını sorunca, zamanın su misali akıp gittiğini unutmuş olacağım ki pasaportlarımızda bir sorun olmadığını, 10 yıl süreli olduğunu söylemiş, Hasan Bey’in ısrarı üzerine pasaportlarımıza baktığımızda 10 yıllık sürenin dolduğunu görüp bu koskoca 10 yıl ne çabuk geçmiş diye hayıflanmıştım.

İlk işimiz ben ve eşim Hülya Hanım’a yeni pasaport çıkarmak oldu. Ülkede çip sorunu yaşandığı için pasaportların gecikmesi duyumunu almıştım. Bu sorunu kısa bir sürede aştıktan sonra sıra Yunanistan Konsolosluğundan vize almaya gelmişti. Ankara’ya gidip vize işini çözdükten sonra, gün saymaya başladık.

Yaptığımız plana göre aracımız 21 Eylül saat 22. 30’da Kocaeli’nden hareket edecek, biz de 21.10’da Erzurum’dan uçağa binip 23. 00 sularında İstanbul Sabiha Gökçen Hava Limanı’nda olacaktık. Ancak evdeki hesap çarşıya uymadı. Erzurum’dan 21.10’da kalkması gereken uçak, 50 dakika rötar yapınca tüm hesaplarımız altüst oldu. 22.00’da uçağa binmemize rağmen, yarım saat pistte beklememiz ve yolculuğumuzun süresinin de 15 dakika uzanmasıyla Kocaeli’ndeki dostlarımıza bir saat gecikmeyle ulaşabildik ve bu durumdan dolayı da bir hayli mahcup olduk.

Yolculuk yapacağımız ekibin bu durumu olgunlukla karşılayıp hiç konu yapmaması bizi ziyadesiyle rahatlattı. Yaşadığımız bu olumsuzluktan dolayı arkadaşlarımızdan özür dileyip araçta yerimizi aldık. Aracımız, İstanbul’daki yolcularını da belirlenen noktalardan aldıktan sonra saat 00.45’te İpsala’ya doğru yola koyulduk. Tekirdağ’da mola verdikten sonra 05.00’da İpsala Sınır Kapısı’na vardık. Yol çok güzeldi. Pasaport kontrolü tahminimizden çok kısa sürdü.

Rehberimiz Kaan Esin çok yetenekli bir gençti. İşin tüm prosedürünü biliyordu. Bu işlemleri onun becerisi sayesinde kısa sürede hallettiğimizi söyleyebilirim. Meriç Nehri’nin üzerindeki köprünün yarısı bizim tarafa aitti ve köprü korkulukları kırmızı beyaza boyanmıştı. Köprünün diğer yarısı ise Yunanlara aitti ve korkuluklar mavi beyazdı. Her iki tarafta da ülkelerin bayrakları vardı ve askerler nöbet tutuyorlardı.

Yunanistan Topraklarındayız

Artık, Yunanistan topraklarındaydık. Gün yavaş yavaş ağarıyor etraftaki eşsiz manzara kendini gösteriyordu. Bir tarafta Ege’nin mavi suları, bir tarafta bereketli topraklar ve ormanlar tabloyu tamamlıyordu.

Yol iki şerit olmasına rağmen sorunsuzdu. Bakımlı köyler bizim tatil bölgelerindeki villa dolu siteleri hatırlatıyordu ve bizdeki köy imajının çok dışındaydılar. Etrafta bol miktarda güneş panelleri vardı.

Kavala’ya yaklaştığımızda mübadeleden gelen bir kadının işlettiği tesiste mola verdik. Kadın çok güzel Türkçe konuşuyordu. Lokantada büyük bir tasla servis edilen tavuk çorbası ve kahvaltı tabağı vardı. Ben, eşim Hülya Güzel ve Prof. Dr. Betül Aslan kahvaltı tabağı aldık. Prof. Dr. Yavuz Aslan Hoca ise tavuk çorbasında karar kıldı. Çorbanın tası o kadar büyüktü ki ‘Bununla bir ordu doyar!’ diye aramızda şakalaştık. Ünlü Kavala Kurabiyelerinin satıldığı bu tesiste doyasıya çay içip ortamın keyfini çıkardır.

Uykumuz dağılmış, morallerimiz yerine gelmişti. Mikrofonu eline alan Hasan Bey, yolculuk yaptığımız kafilenin tanıtımını bir bir yaptı;

Prof. Dr. Betül-Yavuz Aslan çifti ile ben ve eşim Erzurum’dan katılmıştık. Kafilemizde, Akça Koca Kültür Platformu Yüksek İstişare Kurulu Başkanı Ahsen Okyar ve eşi Nursel Okyar, Akça Koca Kültür Platformu Başkanı Hasan Uzunhasanoğlu, eşi Emine Hanım ve küçük kızları Nihal, İlk Avrupa Birliği Bakan Yardımcısı Dr. Alaattin Büyükkaya ve eşi Müjgan Hanım, İGSAŞ Pazarlama Direktörü Vedat Altınok ve eşi Merve Hanım, iş dünyasından İlhan Altun ve eşi Leyla Hanım, Kültür Okulları Kurucusu Ali Aydemir ve eşi Muazzez Hanım, Alfa Elektronik Sensör A.Ş Yönetim Kurulu Başkanı Şükrü Bayram ve eşi eğitimci Mürvet Hanım, amatör ressam Emine Vildan Çağlar, İzmit Rulman Makine Sanayi Ticaret Müdürü Gökhan Çakır, Dr. Adem Güngül, işadamı Şener Kaya, Kocaeli Büyükşehir Belediyesi Kırsal Tarım ve Aromatik Bitkiler Koordinatörü Abdullah Köktürk, işadamı Metin Özler ve eşi Gülhan Hanım, emekli ebe Hacer Patan, Büyükkaya Uluslararası Sigorta ve Reasürans Brokerliği Genel Müdürü Tolga Büyükkaya ve eşi Canan Hanım, iş adamı Necati Pilavcı ve eşi Huriye Hanım ile Vizyon Tur müdürü Emre İpekli ve rehberimiz Kaan vardı.

Çoğunu yeni tanıdığımız bu kafileyle hemen kaynaşıp yolculuğumuz boyunca uyumlu ve huzurlu bir seyahat gerçekleştirdik. Kafiledeki yaklaşımlar, bilgi aktarımları, paylaşımlar, nezaket ve anlayış o kadar mükemmeldi ki yolculuğumuzun her safhasında bu pozitif ortamı hissettik diyebiliriz.

Türkçe tabelalar

Yolculuk esnasında rehberimiz Kaan, yöre hakkında bilgi verip, mübadeleden gelenlerin yeni yerleştirildikleri yerlere Anadolu’dan geldikleri yerlerin isimlerini verdiklerini ve bu isimlerin başına yeni manasına gelen ‘Nea’ kelimesini kullandıklarını belirterek Nea Foça, Nea Konya, Nea Smirni (Yeni İzmir) gibi örnekler verip Nea Karvali kasabasının Kapadokya’daki Güzelyurt kasabasının isminden geldiğini anlattı.

Yolda Niğde Aksaraylı Börekçi Yorgo gibi Türkçe levhalarda göze çarpmaktaydı. Üzerinde bulunduğumuz yol antik bir ticaret yoluymuş. İstanbul’daki Yerebatan Sarnıcı’ndan başlayan bu yol Tekirdağ’dan geçip Selanik, Ohri ve eski Roma’ya kadar uzanıyormuş. ‘Her yer Roma’ya çıkar!’ sözü buradan geliyormuş.

Yol çift şerit olarak devam ediyordu. Etrafta bol miktarda üzüm bağları mevcuttu. Sol tarafta çarşaf gibi uzanan deniz bize Ege kıyılarımızı hatırlatmıştı.Uzaktan da olsa depremden oluşan Volvi ve Koroneia Gölleri ile iki yerleşim yeri olan Büyük Volvi ve Küçük Volvi’yi gördük.

Selanik’e yaklaşırken sağ tarafta Atatürk’ün annesi Zübeyde Hanım’ın köyü Langaza’yı uzaktan seyrettik. Atatürk’ün sünnet olduğu ve meşhur kargaları kovaladığı bu köyü uzaktan da olsa görmemiz bizim için oldukça anlamlıydı.

Sohbet ve muhabbet ortamı içerisinde saat 10. 30’da Selanik’e geldik. Büyük İskender’in kız kardeşinin ismini taşıyan Selanik, Yunanlılar tarafından ‘Thessaloniki’ adıyla biliniyor ve Teselya’daki zafer anlamına geliyormuş. Liman şehri olan Selanik, geçmiş dönemlerde zengin bir şehirmiş. 620 yılında yaşanan bir depremden sonra yerle bir olmuş ve tekrar yapılmış. Dar sokakları olan şehir 1387 baharında Çandarlı Hayrettin Paşa ve Gazi Evrenos Bey tarafından alınmış ama Ankara Savaşı (1402)’ndan sonra tekrar Bizans’ın eline geçmiş. 1423 yılında etrafı Osmanlılarca kuşatılan Selanik, Bizanslılar tarafından Venedik’e satılmış. Bu dönemde şehir en kötü dönemini yaşamış ve fakirleşmiş.

1430 yılında Türk hâkimiyetine giren şehre, Yenice-i Vardar’dan 1000 kadar Türk yerleştirilmiş, 1492 yılında da İspanya ve Portekiz’den sefaret Yahudileri gelip yerleşmiş ve şehir bu dönemde birden zenginleşmiş. Yeniçerilerin elbiselerinin dikildiği çuhanın imal edildiği bitki Selanik’te yetişiyormuş. Osmanlı’nın Belgrad, Üsküp gibi en önemli şehirlerinden biri olan Selanik, kız mekteplerinin açıldığı, atlı tramvayın olduğu modern bir şehirmiş.

İttihat ve Terakki’nin merkezi olan ve Osmanlı Türklerinin elinde 500 yıl kalan Selanik, 1912 Balkan Savaşı’nda tek kurşun atılmadan Hasan Tahsin Paşa tarafından Yunan’a teslim edilmiş ve akabinde şehirde Yunanlılar tarafından korkunç katliamlar yapılmış.

Arnavut asıllı olan ve eşinin Yunan olduğu söylenen Hasan Tahsin Paşa’nın para karşılığında Selanik’i teslim ettiği rivayet edilmektedir. İsviçre’ye kaçan Paşa’nın burada ölmüş olması ve cenazesinin getirilip Selanik’e defin edilmesi de bu rivayeti doğrular niteliktedir.

1917 yılında çıkan yangında Yahudi ve Türk mahallelerinin %70’i yanmış ve ikinci Dünya Savaşı’nda ise şehrin demografik yapısı tamamen değişmiş.

Selanik’te Ata’nın Hatırası

İlk görüşte kucaklamak istediğimiz ve bizden bir parça olan Selanik çoğu yönüyle İzmir’e benziyordu. Mustafa Kemal’in, Misak-ı Milli’ye katmak istediği Selanik’te, 500 yıllık Osmanlı mirasından neredeyse hiçbir eser kalmamıştı, ayakta kalanlar ise kaderlerine terk edilmişti.

Helen Kültürü’nden başka hiçbir kültüre izin verilmeyen Selanik’in Avrupa’nın Kültür Başkenti olarak seçilmiş olması oldukça manidardı! Bir avuç Müslümanın yaşadığı şehirde bayram namazları için bir caminin açılması talebinin reddedilmesi ise bu ödülün hangi kritere göre verildiğini anlatır nitelikteydi.