Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

ocetinoglu1@gmail.com

Kurban; Hz. İbrahim ve Hz. İsmail'in Büyük İmtihanı

Oğuz Çetinoğlu: İmtihan’la alâkalı kısa bir değerlendirmenizle sohbetimize başlayabilir miyiz Hocam?

Ali Rıza Temel: Yüce Mevlâ insanları imtihan etmek üzere yarattı. İmtihanın neticesine göre cezâ veya mükâfat vermek üzere de ölümü halk etti.

Hayat baştan sona imtihandır. Buna ‘kulluk imtihanı’ diyoruz. Herkes her şeyle imtihan oluyor, fakirlik-zenginlik, hastalık-sağlık, mevki, makam, çoluk-çocuk, emir, yasak vs.

İmtihanların en büyüğüne tâbi tutulanlar peygamberlerdir.

Çetinoğlu: Neden?

Temel: Çünkü en büyük ve en yüce görevi onlar üstlenmişlerdir. En güzel örnekler de onlardır.

Her peygamberin kendine göre ağır imtihanları olmuştur. Peygamberlerin babası Hz. İbrâhim’in imtihanı ise Kur’ân ifâdesiyle apaçık, tam bir imtihandı. Hz. İbrâhim, babası Azer’le, kral Nemrut’la, Babilliler ve onların putlarıyla imtihan edildi, putperestliğe karşı verdiği mücâdelenin neticesinde ateşe atıldı. Mevlâ onu ateşten kurtardı. Fakat Hz. İbrâhim’in oğlu İsmâil’i kurban etmekle imtihanı çok zordu. Zira kendisi yaşlanmıştı, çocuğa düşkündü, neslinin devamını istiyordu. Bu tabii bir istektir. İbrâhim, Rabbine şöyle duâ etti: ‘Ey Rabbim! Bana sâlihlerden bir oğul ihsan et.’ Yaşlı olan hanımı Sâre, İbrâhim’in bu arzusunu karşılayamayacağını düşündüğü için O’na, câriyesi Hâcer’le evlenmesini teklif etti. Bunun üzerine İbrâhim Hâcer’le evlendi ve Hâcer, bir çocuk dünyâya getirdi. Adını ‘İsmâil’  koydular.

Hâcerden çocuk olunca Sâre, içine düşen kıskançlık ve üzüntü sebebiyle rahatsız olup kompleks içine girdi ve İbrâhim’le Hâcer’i kendisinden uzaklaştırmasını istedi. Hz. İbrâhim Allah’ın emrine binaen Sâre’nin arzusunu kabul etti. Allah Teâlâ İbrâhim’e: Hâcer ve İsmâil’i alıp Mekkeye götürmesini bildirdi. İsmâil o zaman henüz süt çocuğu idi. İbrâhim, çocuk ve annesine refakat etti. Kendisine Allah’ın irâdesi rehberlik ediyordu. Allah, ileride Kâbe’nin bina edileceği, ıssız, bitkisiz ve boş bir yerde durmasını emredinceye kadar yolculuk devam etti. Neticede Hanımı Hâcer ve İsmâil’i Mekke’ye yerleştirdi ve onları Allah’a emânet ederek yola koyuldu.* Fakat onları hiç aklından çıkarmadı. Zaman zaman ziyâret etti. Bu ziyâretlerin birinde İbrâhim’i rüyasında kendisine oğlu İsmâil’in kurban edilmesinin emredildiğini gördü. Peygamberlerin rüyâsı haktır. Çünkü ilâhî vahiy mesâbesindedir. İsmâil o vakit koşma, çalışma çağına gelmişti. Ne vakit ki, yanında koşma çağına geldi, İsmâil’e şöyle dedi: ‘Yavrucuğum! Ben rüyamda görüyorum ki, seni kurban ediyorum. Sen ne düşünüyorsun?’ İsmâil babasına: ‘Babacığım sana ne emrediliyorsa yap. İnşallah beni sabredenlerden bulacaksın.’

‘Yavrucuğum’ ifadesi İbrâhim’in, İsmâil’e karşı ne derin bir şefkat beslediğini göstermekte, bununla berâber Allah’ın emrini de ön planda tutmaktadır. Bunun ne dehşetli bir imtihan olduğunu unutmamak gerekir.

Çetinoğlu: İsmâil Aleyhisselam’ın durumu da dikkate şâyan…

Temel: İsmâil aleyhisselam’ın teslimiyeti ise çocuklar ve gençler için destansı bir örnektir. Allah’ın emri karşısında boynunu bıçağa uzatabilmek her yiğidin harcı değildir. Özellikle seküler ahlâk ve eğitimin hâkim olduğu günümüzde bırakın böyle bir itaat ve teslimiyeti, pek çok çocuk ve gençte en basit bir talebe bile müspet cevap görülmemektedir.

Elbette kimseden İbrâhim gibi bir baba, İsmâil gibi evlât rolü bekleyecek değiliz. Bu, ideal bir tablodur. Fakat aile ve toplum düzeninin devâmını sağlayan asgarî itaat ve disiplin olmadan da ne vatandaşlık ne de kulluk imtihan verilmiş olur.

Çetinoğlu: Bilinen neticeyi de yorumlar mısınız?

Temel: ‘Ne zaman ki ikisi de bu şekilde Allah’a teslim oldular, İbrâhim, oğlunu şakağı üzerine yatırdı. Biz de ona: ‘Ey İbrâhim! diye seslendik. Rüyâna gerçekten sadâkat gösterdin. Şüphesiz ki biz iyilik yapanları böyle mükâfatlandırırız. Şüphesiz ki bu apaçık bir imtihandı dedik. Ve ona büyük bir kurbanlık fidye verdik. Kendine sonradan gelenler içinde iyi bir nâm (ün) bıraktık. İbrâhime bizden selâm olsun. Güzel amel işleyenleri biz böyle mükâfatlandırırız. Çünkü o bizim mümin kullarımızdandı. O’na bir de sâlihlerden, bir peygamber olmak üzere İshak’ı müjdeledik.’

Hz. İbrâhim ve İsmâil’in bu fedâkârlığı, fedâkârlıklar târihinin en büyük ve en üstün olaylarındandır. Hz. İbrâhim ihtiyarlık çağındaydı. Bu çocuk onun canı, ciğer pâresi, hayatının ümidi, adının mirascısıydı. Allah onun imanını, emrine itaat derecesini ölçmek için oğlunu kurban etmesini emretmişti. Baba ve oğul her türlü beşeri istek ve zaaflara direnerek bu imtihanı kazandılar. Allah’ın emri karşısında ‘baş üstüne’ dediler. Kelimeler ve kalemler bu fedâkarlığı tasvirden âciz kalır. İnsanın en değerli varlığı canı ve ciğer pâresi olan çocuklarıdır. Bunları cânan için verebilmek sevgi ve itaatın zirvesidir. Bunları fedâ edebilen, her şeyini Allah için fedâ edebilecek demektir. Bu tabloda iki yönden fedâkârlık vardır. Babanın çocuğunu, çocuğun da kendisini fedâ etmesi. Yüce Mevlâ elbette insanların kurban edilmesini istemez. Maksat; fedâkârlığın derecesini ölçmektir. İmtihana tâbi tutulmaktır.

Çetinoğlu: Diğer fedâkârlıklardan da bahseder misiniz?

Temel: Cihad candan, zekât maldan, hicret vatandan geçebilme imtihanıdır. Allah’ın emri karşısında bırakın candan geçmeyi en ufak bir zahmeti bile göze alamayanlar hangi imtihanı kazanmış olacaklar? Oğlunu kurban etmeyi göze alabilen bir İbrâhim yanında Allah’ın lutfettiği bir koyunu bile kurban edemeyen kimse nasıl kulluk iddiasında bulunabilir?

Aslında bütün ibâdetlerden maksat sınamadır. Kullar şükrediyor mu etmiyor mu? İtaat ediyor mu etmiyor mu? Haramlardan ve yasaklardan maksat da budur. Emirleri yerine getirme, yasaklara karşı direnebilme irâdesi kulluğun göstergesidir.

İman; dillerin gevelediği kuru bir iddia değildir. İman; herhangi bir zamanda üzüntülere karşı bir avunma aracı değildir. İman; kelam veya felsefenin konusu olan kuru bir nazariye de değildir. İman; Mevlânın irâdesine tam mânâsıyla teslim olmak, icabında onun yolunda en değerli şeyleri dahi fedâ edebilmektir.

*Bu durumla alâkalı olarak yaşanan özel bir durum vardır:                                                                                                                                                         
Hâcer: ‘Bizi bu ıssız yerde yalnız başımıza bırakıp nereye gidiyorsun? Hz. İbrâhim, hüzünlüdür. Aldığı emri yerine getirmekten başka düşüncesi yoktur. Cevap veremez. Sâdece ‘vedâ’ işâreti olarak el sallamakla yetinir.                                                                                                                                 
Hâcer: Böyle yapmanı Allah mı emretti? Hz. İbrâhim yine sesli cevap veremez. ‘Evet’ mânâsında başını sallamakla yetinir.                            
Hâcer: Mâdem öyledir, yolun açık olsun. Bizi terk etmeni emreden Allah, mutlaka bizi koruyacaktır. 

ALİ RIZA TEMEL:

1946 yılında Manisa’nın Demirci ilçesinde doğdu. 1967'de Balıkesir İmam-Hatip Okulu'nu, 1971’de İzmir Yüksek İslâm Enstitüsünü bitirdi. 1967-1975 yılları arasında vaizlik yaptı. 1976'da Haseki Eğitim Merkezi'ne kursiyer olarak katıldı. Kurs sonunda aynı merkezde asistan olarak görevlendirildi. 1982-1987 yılları arasında Brüksel İslâm Kültür Merkezi’nde Türk temsilcisi olarak görev yaptı. Aynı merkezdeki İslâm Enstitüsü'nde Ulumu'l-Kur'an dersleri okuttu.

Yayınlanmış Eserleri:

1- İslâm Dâvâsı ve Münâfıklar, 2- İslâm'da Dış Politika ve Diplomasi, 3- İslâm 'da ve Batıda İnsan Hak ve Hürriyetleri, 4-Âyet ve Hadisler Işığında Dîni ve Sosyal Hayatımız, 5- Mutlu Bir Yuva Nasıl Kurulur? 6- Müslümanların Dünü, Bugünü, Yarını (Tercüme), 7- İslâm İktisadının Üstünlüğü (Tercüme), 8- İnsanlara İyilik Hakkında Kırk Hadis (Tercüme), 9- Sağduyu Çağrısı.