Seyfettin KARAMIZRAK

İnsanlaştırma Süreci Olarak Eğitim

İnanarak söylediğimiz bir gerçek var ki; insanoğlu canlı varlıklar arasında eğitilebilir ve eğitime muhtaçlığı en belirgin olanıdır. Oysa insana akraba yapılmaya çalışılan hayvanlar içgüdü adı verilen hazır tepki kalıplarıyla dünyaya geldiklerinden kısmen eğitilebilirler; ancak eğitime muhtaç değildirler. İlahi bir lütufla insanoğlu gelişmiş bir sinir sistemi, mükemmel bir bedensel yapı, üstün öğrenme yeteneği, yaşamayı ve öğrenmeyi sağlayacak güdülerle dünyaya gelmektedir. İnsanlaşabilmesi ve insanca yaşayabilmesi için bilgi, beceri ve tutumlarla donanık hale gelmesi yani eğitilmesi gerekmektedir.

Ancak nasıl bir eğitim konusunda tartışmalar yaşanmaktadır. Klasik eğitim anlayışına bağlı olanlar tamamen davranışçılığı temel alarak ödül ve cezaya dayalı davranış değiştirmeyi eğitim olarak kabul etmektedirler. Buna karşılık çağdaş eğitimciler insanın güdüsel ihtiyaçlarından yararlanarak ve benlik algısını bozmadan eğitilmesini öne çıkardılar. Yönetim anlayışındaki otoriterden demokratiğe doğru seyreden belirgin değişim eğitimde de demokratikleşmeyi kaçınılmaz hale getirdi. Davranışçıların cezaya dayalı disiplin anlayışı yerine temel hak ve özgürlükleri gözeten; sevgi ve saygıyı temel alan bir disiplin anlayışı gelişmeye başladı. Ancak üzülerek söylemeliyim ki dünyada ve bizde klasik eğitim anlayışını uygulayan ve savunanlar hala ekseriyeti teşkil etmektedir.
Topluma can veren eğitimdir. Eğitim, bireylerin kendileri için olduğu kadar içinde yaşadıkları toplumca tespit edilen hedeflerin gerçekleştirilmesinde gerekli olan davranışları istendik biçimde oluşturma, geliştirme ve uygulamalar için yapılan kasıtlı ve planlı öğrenme faaliyetleridir. Eğitim bireyleri bir yandan topluma rahat ve mutlu şekilde uyacak davranışlar kazandırmaya, bir yandan da yarınların toplumuna hazır esneklikte düşünme gücü ve becerisine sahip davranışlar kazandırmaya yarayan planlı ve kasıtlı öğretim faaliyetlerinin tümünü içeren bir süreçtir. Genel olarak eğitimin amacı, bireyin davranışlarını istendik yönde değiştirmek ve geliştirmektir (Kazancı, 1989, s. 6).

Bireyin insan onuruna yakışır şekilde davranışlar kazanması için kendisini değerli, güçlü ve sevilen biri olarak görmesi yanında olumlu duyguların etkili olduğu ortamlarda bilgi ve sevgi ile donatılması gerekmektedir. Bunu sağlayacak olan ilk ve en önemli eğitim ortamı aile ortamı; eğitim kurumu da aile kurumudur. Mutlu evliliklerin yaşandığı aile ortamlarında yetişen bireylerin bu şansı bulamayanlara nazaran daha başarılı ve sağlıklı oldukları gerçeğini göz ardı edemeyiz. Okullarda da öğretmenlerin klasik eğitim anlayışından vazgeçip çağdaş anlayış doğrultusunda sınıfta terör ortamı yaratmaktan vazgeçerek; öğrencilerin olumlu duygular içerisinde olabilmelerini sağlamaları da eğitim kurumlarımızın içerisine düştüğü üzüntü veren durumdan kurtulmasına yarayacaktır.
Davranışçılara göre eğitim; bireylerin davranışlarını değiştirme sürecidir. Yirminci yüzyılda egemen olan davranışçılığın etkisiyle Tylor, Preston, Taba, Bloom gibi eğitimciler, genellikle eğitimin öğrenci davranışlarında değişiklik oluşturan bir süreç olduğunda birleşmektedirler (Fidan, 1982, s.10). Eğitimin davranış değiştirme süreci olarak tanımlanması, eğitim programlarının dinamik ve sürekli bir yaşantılar bütünü olarak görülmesini de sağlamıştır. Eğitim insanların toplumun standartlarını, inançlarını ve yaşama yollarını kazanmasında etkili olan tüm sosyal süreçlerdir (Bilge, 1989, s. 1).

Aynı doğrultuda Ertürk de eğitimi, bireyin davranışında kendi yaşantısı yoluyla, kasıtlı olarak istendik değişme meydana getirme süreci olarak tanımlamaktadır. Bu anlayış doğrultusunda eğitimin tanımına göre, bireyin davranışında istendik değişmeler kendi yaşantıları yoluyla meydana gelmektedir. Davranışın meydana gelmesindeki ruhsal olayları görmezlikten gelerek tamamen ideolojik bir tutumla maddecilikte ısrar etmekle bilimsel olacağını sananların yanıldığını yorumsamacı paradigma ortaya koyunca yeni şeyler söylemek gerektiğini gördük.
19. asrın paradigması olarak pozitivizmin en çok zorladığı alanlardan biri olarak psikoloji bilimi ruhsal gerçekliği görmezlikten gelerek görünebilir davranışları temele aldığından pedagojide de aynı anlayış etkili olmuştu. Günümüzde pozitivist paradigma etkisini kaybetmeye başladığında psikoloji ve pedagoji davranışçılığın tekelini kırmış görünmektedir. Yorumsamacı paradigma artık ezber bilginin yersizliğini göstermektedir. Biliyoruz ki beyin jimnastiği olarak bir şeyleri ezberlemek yararlı olabilir ancak bireyi cehaletten kurtaramaz Bazı temel bilgileri ve becerileri kazandırmak için de uygun ortam oluşturmak; iyi model olabilmek ve zamanlamayı iyi yapmak gerekir. Bilgiyi sevmeyi, bilgiye ulaşmayı ve bilgiyi paylaşmayı öğretebilirsek yeri geldiğinde kendi kendine öğrenebileceğini unutmamalıyız. Zorlamayla öğretilenlerin çok da yararlı olamadığını kendi yaşantılarımızdan da bilmekteyiz.
İnsanın öğrenmesini Pavlovun köpeğinin öğrenmesi gibi görme ve öğrenciği Pavlovun köpeği gibi görme yanılgısı insanlığa önemli ölçüde zarar vermiştir. Ödül ve cezayı öne çıkaran davranışçılığa dayalı klasik eğitim anlayışı çocukların benlik algısını bozmuş ve kişilik gelişimini olumsuz etkilemiştir. Ödül beklentisi rüşvetçiliği, cezadan kaçma eğilimi yalancılığı ve ikiyüzlülüğü tetiklemiş medya izlediğimiz garip ve anlaşılmaz bir insan tipini yaygınlaştırmıştır.
Davranışçılardan farklı olarak Fatma Varış, eğitimi kişilik, zeka, ilgi ve yaşantılar gibi kuvvetlerin etkileşmesi olarak tanımlamakta, bu etkileşim sonucunda bireyin amaçları, bilgileri, davranışları, idealleri ve ahlaki ölçülerinin değiştiğini ifade etmektedir (Varış, 1978, s. 35).

Okullarda verilen eğitime formal eğitim denir. Formal eğitim, planlı eğitim etkinliklerini kapsar. Formal eğitim sürecinde bireyde davranış değişikliği meydana getirmek üzere bilinçli, kasıtlı ve planlı bir eğitim ortamı düzenlenir. Bu süreçte, bireyin davranışları belli amaçlar doğrultusunda değiştirilir (Ulusoy, 2002, s. 120).

Eğitim etkinliklerinden bir kısmı da gelişigüzel ve kasıtsız olarak düzenlenir. Buna informal eğitim adı verilir. Aile içinde, bilgisayar aracılığıyla, kitle iletişim araçlarıyla, akran gruplarında ve usta-çırak ilişkisi sonucunda kazanılan davranışlar informal eğitimin ürünleridir.
Çocuklar arkadaşlarıyla sokakta, okulun bahçesinde oyun oynayarak, gençler akran gruplarıyla etkileşim kurarak yardımlaşmayı, dayanışmayı, işbirliğini ve kurallara uymayı öğrenirler. Artık bilgisayar aracılığıyla merak edilenlerin öğrenilmesi kolaylaşmış; kitle iletişim araçları eğitimsel işlevler üstlenmiştir. Günlük hayatta girdiğimiz etkileşimsel aktiviteler informal anlamda eğitimimize katkı sunmaktadır. Tüm bunları kapsayan informal eğitim, kontrollü ve planlı olmadığı için bu eğitim sürecinde bireyler farkında olmadan olumlu (istendik) davranışların yanı sıra, zararlı (istendik olmayan) davranışları da öğrenebilirler. Sigara içmek, kopya çekmek vb. davranışlar buna örnek gösterilebilir.

Davranışçılığa karşı varoluşçuluk diye adlandırdığımız çağdaş anlayış insan doğasına ilişkin eski ön kabullerin yerine yeni ön kabuller yerleşmesini savunmaktadır. Eski ön kabullere göre; insan doğuştan kötüdür, kötülük yapma; kaytarma, istismar etme eğilimi güçlüdür. Bu yüzden bireyleri sıkı denetlemek, hiç boş bırakmamak, hırçın davranmak gerekir. Eskiden devletin toplumsal düzeni sağlamak için baskıcı davranması bu yanlış anlayıştan kaynaklanıyordu. Evde ve okulda da aşırı baskıcı ve sert tutum bu anlayışın ürünüydü.

20. yüzyılda işletmelerde yapılan araştırmalar çalışanlara değer verildiğinde, güvenildiğinde ve temel hakları gözetildiğinde iş veriminin aşırı düzeyde yükseldiğini ortaya koydu. Bu çalışmalar insan doğasına ilişkin ön kabullerin yeniden gözden geçirilmesini sağladı. Demokratikleşmenin de tetikleyicisi olan yeni ön kabuller tam tersini ifade etmektedir. Buna göre insanlar dünyaya melek olarak gelirler ve yetiştikleri ortamdaki tutumlara bağlı olarak insanlaşmaktadır.
Okullarda neredeyse bir din gibi öğretmenlerin vazgeçemediği davranışçılık ve onu temel alan geleneksel eğitim anlayışının insanlığa verebileceği bir şey kalmamıştır. Birkaç yüzyıldır çocukların kişiliklerini bozan ve ruhlarını karartan bu anlayış gereksiz bilgi ve sınırlamalarla pırıl pırıl beyinleri yormakta, sinir sistemini yıpratmakta ve doğuştan gelen saflığı yok etmektedir. Böylece insanlaşmayı ve sağlıklı birey olma ihtimalini yok etmektedir.

Alternatif olarak bugün önerdiğimiz çağdaş anlayış; çocukların benlik algılarını sağlıklı kılmayı ve kendileriyle barışık olmalarını amaçlamaktadır. Gereksiz bir sürü bilgi yerine beyni çalıştıracak kadar bilgi ve eleştirel düşünme becerisi yanında öğrenmeyi öğrenme yeterliği kazandırmak önemsenmektedir. Çocukların dünyaya gelirken getirdikleri saflık korunmakta ödül ve cezanın bu saflığı bozmasına izin verilmemektedir. Ödül ve cezanın yerine uygun geribildirimler ve sonuçlarına katlanma iradesi önemsenmektedir.

Hümanist anlayışa göre; eğitimin sonsal amacı, bireyin kendini gerçekleştirmesidir. Kendini gerçekleştiren birey, yeteneklerini ve gizilgüçlerini içinde yaşadığı ana ve ortama göre sonuna kadar kullanabilen kimsedir. Kendini gerçekleştirme bir süreç olarak, insanın kapasite, gizilgüç ve yeteneklerinin, çevrenin sınırsız olanakları içinde gelişme ve zenginleşme eğilimi göstermesidir. Gelişmeye, yaşantıya açıklığı ve ketlenmişliği ifade etmelidir. Çağdaş eğitim sistemleri bireyin, zihinsel, bedensel, sosyal ve duygusal yönden bir bütün olarak gelişimini hedefleyen eğitimde bütünlük ilkesini benimser (Kılıççı, 2000, s. 23).
Rogers (1968), ruh sağlığını koruyucu bir eğitimi benimsemekte ve bu konuda insan ilişkilerinin önemine işaret etmekte, bireyin eğitiminin bir bütünlük içinde olması gerekliliğini vurgulamaktadır. Rogers’a göre eğitim, kişiyi geleceğe hazırlama değil, yaşamın içinde, yaşamın kendisidir. Kişinin arkadaşları ve ailesi içinde yaşadığı yetersizlik, nefret, korku, acı gibi olumsuz duygularla mutluluk, hayranlık, sevgi ve güç kazanma isteği gibi olumlu duygular matematik, tarih dersi kadar eğitim programlarının önemli bir yanı olmak zorundadır.

Eğitim programlarının böylesine duygulara yönelik oluşu, duygulara önem vermesi, akademik konuların öğrenilmesi ve akademik başarıyı da düzenler, hızlandırır. Eğitim ancak oluşum ve bütünlük içinde, insan yetiştirdiğinde eğitim olarak nitelendirilir ve öğrenmeler de kişinin ilişkili olduğu diğer insanların dünyası kadar, soyut bilgi dünyasının derinliğine ve açıklığına keşfetme bilincine ulaşmayı öğrenme olmalıdır (Rogers, 1968).
Kısaca Rogers, insancıl ( birey, öğrenci merkezli) eğitim anlayışını benimsemekte ve eğitim ortamları ve kurumlarında bu anlayışın benimsenmesinin gerekliliği ve katkılarına dikkat çekmektedir. İnsanın eğitiminin ancak bu anlayışla insana yakışır hale gelebileceği ve gelişimsel özellik taşıyacağına inanmaktadır. Çağdaş eğitimin temelinde birey merkezlilik ön planda tutulmuş ve insancı eğitim anlayışına geniş yer verilmiştir.

İnsan doğasına ilişkin yeni ön kabuller yönetim ve eğitim anlayışının giderek daha demokratikleşmesine yol açmıştır. Yeni eğitim yaklaşımları klasik okulun çocukların öğrenmekten ve okula gitmekten nefret etmelerine yol açan yanlışlarını düzeltmek üzere harekete geçmiştir.
Bana göre yanlış ana-baba ve öğretmen tutumları yeni neslin kişilik gelişimini olumsuz yönde etkilemekte ve ruh sağlığını tehdit etmektedir. Ana-babalar ve öğretmenler aile ve okul ortamını yeniden düzenlemek zorundadırlar. Huzur dolu ve çocukların olumlu duygular içerisinde bulunmaları eğitimlerini kolaylaştırmaktadır. Artık kesin olarak biliyoruz ki öğrenmeyi sağlayan insan beyni birey olumlu duyguların etkisi altında olduğunda daha iyi çalışmakta ve öğrenilenler daha kalıcı olmaktadır.
Sonuç olarak diyebiliriz ki; dünyaya biyolojik anlamda insan olarak gelmekle insan olunmuyor. Bebeklikten itibaren sağlıklı bir aile ortamında sonra sırasıyla okulöncesi eğitim, ilk, orta ve yüksek öğretim kurumlarında gelişimin bütün alanlarında kapasitesi ölçüsünde ve doğrultusunda gelişimini sağlayacak eğitim olanaklarından yararlanan bireylerin başarılı ve mutlu olmaları; saldırgan eğilimlerden kurtularak insanlaşmaları mümkündür. Çocuklarınızın sevgiden ve bilgiden nasibini almaları insanlaşmalarının ön koşuludur. Bunu sağlayacak olan yetişkinlerin eğitim anlayışlarını sürekli yenilemeleri de bir zorunluluktur.

Dr. Mehmet Zeki ILGAR

KAYNAKÇA

BİLGE, Filiz.“Gestalt ve İnsancıl Yaklaşımda Öğrenme” Gelişim ve Öğrenme Psikolojisi, Ed.B. Yeşilyaprak. Pegem A Yayıncılık. Ankara, 2002.
FİDAN, Nurettin. Okulda Öğrenme ve Öğretme. Kadıoğlu Matbaası. Ankara, 1986.
ULUSOY,A. Gelişim ve Öğrenme, Anı Yay.Ankara,2002
KAZANCI, Osman. Eğitim Psikolojisi. Kazancı Kitap Ticaret AŞ. Ankara, 1989.
KILIÇÇI, Yadigar. Okulda Ruh Sağlığı. Anı Yayıncılık. Ankara, 2000.

ROGERS, C. R. Interpersonal Rel ationship. Journal of Applied Behavioral Science, 1968.
VARIŞ, Fatma. Eğitim Bilimine Giriş. Ankara Üniversitesi Basımevi, Ankara, 1978