Hicran GÖZE

Avukat - Yazar

Zafer Haftamız Kutlu Olsun Büyük Zaferi Beklerken…

“Ben ki ateşle konuşurdum, selle konuşurdum,
İdil’le, Tuna’yla, Nil’le konuşurdum.
“Sangaryos’u “Sakarya” yapan,
“İkonyum’u “Konya”yapan
Dille konuşurdum.”


Arif Nihat Asya
 

Büyük zaferi iyice anlamak için onun arifesinde cereyan eden hadiseleri de bilmek şarttır. Ordu mağlubiyete doğru gitmektedir. İsmet Paşa Yunan Ordusunun saldırısı karşısında çekilme kararını verdiği için perişandır. Karacabey’deki alçak tavanlı iki küçük pencereli odasında ümitsizliğin en koyusunu yaşamakta, Mustafa Kemal Paşa’nın gelmesini beklemektedir. Mustafa Kemal Paşa gelecektir. Çünkü Ankara böyle istemekte, daha doğrusu cepheye gitmesi için diretmekteydi. Meclisin ileri gelenleri ise çok endişeliydi. Yeni düzenlenmiş, başıbozuklardan temizlenmiş ordunun gücünden şüpheliydiler. Bir büyük kısım ise ısrarla ordunun başına Mustafa Kemal Paşa’nın geçmesini istemekteydi.

Mustafa Kemal Paşa yanında Fevzi Paşa Eskişehir’e girerken çekilme çoktan tamamlanmıştı. Sokak korku içinde kaçmaya çalışan insanlar ve çocuklarla doluydu. Yunan bombardımanı devam ediyor, yaralılara yaralılar ekleniyordu. Sedyeler inleyen yaralılarla doluydu. Bir küçük çocuk cephede hasta bakıcı olarak çalışan Halide Edib’e teyze diye seslenerek ailesini bulması için ağlayarak yalvarıyordu. Halide Edib hâtıralarında bu manzarayı “Kadınlar kamyonların üzerinde çocuklarını emziriyorlardı. Etrafları eşya ve çocuklarla doluydu. Hepsinin elinde tavalar olduğunu gördüm. Ömrümde insanların bu kadar tava kullandıklarını ilk defa görüyordum. Mustafa Kemal Paşa sapsarı, platformda askerlerle konuşuyordu. Hepsi sakindi. Karşılarında kadınlar… Bu kadınların gözleri çok acı şekilde askerlere çevrilmişti.” Diye anlatmıştı

Eskişehir’de hastabakıcılık yapan Halide Edib’e imrenen Yakup Kadri de Mustafa Kemal Paşa’nın odasındaydı. Paşa, yaverinin cepheden gelen her haberi bildirmesinden sonra sövüp saymaktaydı. Sabahleyin ise Mustafa Kemal Paşa savaşın neticesini büyük bir sükûnetle kabul etmiş görünüyor, “İsmet savaşı kaybetti, haydi bir fincan kahve içelim” diyordu.

Yüz bin kişilik Yunan Ordusu’nun Ankara’ya yürümesinden korkuluyordu. Halk panik içindeydi. Yeni bir mağlubiyetten çıkmış ordumuz ise yirmi beş bin kişiydi. Gerçekten çok zor günlerdi İsmet Paşa’nın Eskişehir harbini kaybetmesinden sonra Meclis’in hâli de Yakup Kadri’nin deyişiyle “Arenadan farksızdı” Meclisin bir kısmı bu mağlûbiyetten Mustafa Kemal Paşa’yı mesul tutuyor, askerlikten çok politikayla uğraştığını imâ ediyordu. Meclisi “Ordunun başına sen geç” sesleri dolduruyordu. Bu seslerden bir kısmı ona güvenin ifâdesiydi. Diğerleri ise onun bir mağlûbiyetle yok olmasını isteyenlerindi.

Mustafa Kemal Paşa bu çığlıkların üzerine meclisten üç ay müddetle salâhiyet istemişti. Başkumandan olarak mutlak ve tam bir sâlâhiyet… Meclis ise üç ay için bile hâkimiyetinden vazgeçmek istememişti. Ama Mustafa Kemal Paşa sonunda bu sâlâhiyeti alacak, bütün kudrete sahip bir askerî diktatör olarak Büyük Millet Meclisi tarafından seçilecek, böbreklerinden çok rahatsız olmasına rağmen yirmi dört saat sonra cepheye hareket edecekti. Karargâhını Polatlı’ya çok yakın Mallıköyü’nde kurmuştu. Ankara bundan sonra heyecan ve korku içinde artık oradan haber bekleyecekti. Halk panik içindeydi. Pek çok kişi Ankara’yı terk etmeye hazırlanıyordu. Halide Edib kendisini bekleyen Mustafa Kemal Paşa’yı Karargâhtaki odasında ziyaret ettiğinde çok şaşırmıştı. Paşa oturduğu koltuktan güçlükle kalkmıştı. Kaburga kemikleri geçirdiği bir kaza neticesinde ağrıyordu. Hâtıralarında “Mustafa Kemal Paşa’ya doğru kalbimde mutlak bir hürmetle gittim” diye yazar. Halide Edib o an Yunan ordusunun bir canavar gibi Ankara’ya yaklaşmış olduğunu anlamış ümitsizlik ifade eden bir sesle ”Eğer Ankara’ya gider de bizi geride bırakırsa ne yaparız ”diye sormuştu. Paşa Halide Edib’in ifadesiyle “korkunç bir kaplan gibi” gülmüş ve cevap vermişti. “Bon Voyage Messieurs derim. Arkalarından vurarak onları Anadolu’nun boşluğunda mahvederim.”

Tarih 23 Ağustos 1921’i gösteriyordu. Yunan Ankara’ya doğru ilerliyordu. Yunan ordusu Mangal dağını ele geçirmişti. Ordumuz büyük bir şok yaşıyordu. İsmet Paşa çok sinirliydi. En iyimser ve ümitli olan Fevzi paşa idi. Birer birer ele geçirilen tepeler onu hiç ümitsizliğe sevk etmiyordu. Mustafa kemal Paşa gene sövüyor, kabına sığamıyordu. Çok hiddetli ve çok asabiydi. Fevzi Paşa’nın “Türbe Tepe” nin geri alındığını bildirmesi büyük bir ferahlık yaratmıştı. Halide Edib hâtıralarında Paşa’nın gözlerinin “Dante’nin cehenneminde yananların gözleri gibi anlatılamayacak kadar bir acı içindeydi.” Diye yazar. Savaş Mangal dağı ile Türbe tepe arsında çok kanlı bir şekilde devam ediyordu. Emir tümenlerin son eri ölünceye kadar savaşılacağını söylüyordu. Mangal dağının sadece tepesi Türklerin elindeydi. İsmet Paşa büyük bir asabiyetle sorumlu komutanların acele bulunmasını istiyor, Mustafa Kemal Paşa ise mesullerinin hemen bulunmasını ve cezalandırılmasını emrediyordu. Bunun arkasından Türbetepe’nin kaybedilmesi Türk savunmasının çöküşüydü. Tepe’de çok kanlı savaşlar oluyor, Mangal Dağı’nda ölüm kol geziyordu. Bu savaş değil kıyametti. 26 Ağustos 1921 savaşın dördüncü günüydü. Cephe komutanlığından 21.45’de gelen emir “Tümenler son erleri ölene kadar mevzilerin kesin olarak savunacaklardır” diyordu. 22 gün süren SAKARYA Meydan Muharebesi tarihe, uzun sürmesinin yanında en kanlı ve en bunalımlı savaşlardan biri olarak geçecekti. Yunan’ın Ankara’ya girmesine sadece 50 km kalmıştı. Meclisi ve Hükümeti Kayseri’ye taşımayı düşünen Mustafa Kemal Paşa durumun iyiye gittiğini görünce vazgeçmişti. Türk ordusu büyük bir baskı ve ateş altında olmasına rağmen direniyordu. 15. Tümen 38. Alay 1’rinci Taburu’nun 20 kişilik subay kadrosu üç günlük çarpışmadan sonra 6’ya inmişti. Sakarya en önde savaşan subaylarıyla bir subay savaşıydı. Bu korkunç savaşın en kahredici ve ümitsizliğe sevk edici günlerinde bile ümitsizliğe kapılmayan komutan ise Fevzi Paşa idi. En bunalımlı anlarda dudakları kıpırdayan, dua eden Fevzi Paşa… Savaşın tek kadın şahidi Halide Edib bir romancı gözü ile onun bu halini hep hayran olarak seyretmiş hatıraların da “Onda zaferimize karşı o kadar büyük bir güven vardı ki, bu insana güven veriyordu” diye yazmıştı.

Bir hafta geçmeden Çal Dağı da düşmüştü. Mustafa Kemal Paşa büyük bir asabiyetle sövüp sayıyor geri çekilme emrini verip vermemekte tereddüt ediyordu. O kararsızlık anında bir subay yanına gelmiş “Fevzi Paşa telefonda sizi arıyor efendim” demişti. Halide Edib “Gece yarısından sonra saat tam ikiydi” diyerek o tarihi olayı böyle anlatır: “Mustafa Kemal Paşa karşıdaki odada telefonla konuşuyor, ben kapıya dayanmış dinliyorum. Salon ayakta dimdik duran subaylarla dolu. Herkes bekliyor, Mustafa Kemal konuşuyor. “-Siz misiniz Paşa Hazretleri? Ne?.. Vaziyet lehimizde mi dediniz?.. Doğru mu anladım… Haymana hemen hemen işgal edilmiştir… Ne?.. Yunanlılar dayanma gücünün sonuna gelmiş ricat mı edecekler?(geri mi çekilecekler) Halide Edib hâtıralarında “Mustafa Kemal Paşa’nın Yunanlıları tedbir almadan kuşatmak için kullanacağı kuvvetler için plan yapmaya başlamıştı. diye yazar. Halide Edib’in “Dinleniniz Paşam, yatınız” demesi üzerine ise “Haydi bir kahve içelim” demiş, kendisine hizmet eden Ali Çavuş’u seslenmişti.

3 Eylül savaşın 12’inci günü. Acayip bir sessizlik… 4,5’inci Eylül… Yunan ordusundaki sessizlik şaşırtıcı bir şekilde hâlâ devam etmekteydi. 6 Eylül savaşın 2.’nci haftasıdır, ses yoktur. Yunan taarruzunun bilinmeyen sebeplerle durması askeri ferahlatmış ve dinlendirmiştir, 9 Eylül hareketin on sekizinci günüydü. Bazı ufak tefek dalaşmaların dışında o kanlı çarpışmalardan eser yoktu. Ama ertesi gün, savaşın 19’uncu günü top sesleri Batı’dan değil, Doğu’dan gelmeye başlamıştı. Topçu ateşleri Duatepe’ye doğru yoğunlaşmıştı. Mustafa Kemal Paşa, Fevzi ve İsmet Paşalarla Duatepe’yi seyrediyorlardı. Hayret edilecek bir şey ise Duatepe’deki Yunan ordusunun bir kısmının çekilmeye başlamasıydı. Tepe saat 14’de doğru kanlı bir süngü hücumu ile alınmıştı. Kurmay Albay Asım gündüz hâtıralarında ki bu satırları tarihe emanet etmiştir “….Birliklerimiz düşman saflarına yaklaştığı zaman ellerimizde dürbünler nefeslerimizi kesmiştik. Fevzi Paşa (Mareşal Fevzi Çakmak) başı önünde durmadan Kuran okuyor, elinde tesbih dua ediyordu. İsmet Paşa heyecandan yüzünün bütün hatları gerilmiş eli dürbününde sık sık ileri hatları izlemekle meşguldü. Boynumda asılı olmasa elimdeki dürbünün yere düşecek kadar titrediğini hissettim. Mustafa Kemal büyük batarya dürbününün gerisinde taarruzun gelişmesini izliyor ve sesleniyordu, bu iş burada bitecek…” Ses sadece ileriden geliyordu. Top sesleri, tüfek sesleri ve arkada kalan erlerin öne erişmek için süngü ellerinde “Allah… Allah” diye kükreyişlerini duyar gibiydik. Çok çetin bir boğuşmadan sonra Dua tepe elimize geçmiş bulunuyordu. Ve Yunan’ın yaptığı hiçbir vicdanın kabul edemeyeceği işkenceler…

İstanbul’un ise hiçbir şeyden haberi yoktu. Rumca yayınlanan gazetelerin dağıtıcıları Beyoğlu caddelerinde avaz avaz bağırıyordu: Mustafa Kemal tutsak alındı!.. İkinci baskı, Mustafa Kemal’in sonu geldi. . Yazıyor Mustafa Kemal’in tutsak edildiğini yazıyor!.. Yunan ordusu Ankara’ya giriyor!.. Son baskı , savaş bitti!.. Beyoğlu caddelerinde sevinç çığlıkları, sarhoş naraları… Pencerelerde mavi ,beyaz Yunan bayrakları… Türk halkı şaşkın ve çok sessiz.. Düşünüyor Türk ordusunun üç hafta dayandıktan sonra birden bire bu hale düşüşüne bir türlü inanamıyor. Dükkânlar kapalı, kepenkler indirilmiş… İstanbul’dan Anadolu’ya silah kaçıran, oradan haber alma vazifesini yüklenmiş gizli teşkilatlardan biri olan M.M Grubu’nun fedailerinden Topkapılı Mehmet Bey Anadolu’da neler olduğunu çok merak ediyor, söylentilere inanamıyor. Bütün telgraflar İngilizlerin kontrolünde. Ama İstanbul Merkez tegrafhanesinin başı olan İhsan Bey ve vatansever telgrafçılar Sirkeci’deki Postahanenin bodrum katındaki bir odaya gizli bir hat çekerek Ankara ile gece gündüz konuşma imkânına sahip olmuşlar. İşte Topkapılı Mehmet Bey onlardan yalvar yakar, gündüz olmaz demelerine rağmen yardım istemiş. “Fevzi Paşa sizlerin çalışmalarınızdan çok memnun” diyerek şifreyi de vermiştir. Ve gündüzün tehlikesine rağmen telgraf çekilmiş cevap sabaha karşı gelmiştir “Ordumuz Sakarya’da kesin zafer kazanmıştır. Yunanlılar bozulmuş geri çekilmektedirler. Gözlerinizden öperiz. İmza: Ankara Telgrafçıları. İhsan Bey sevinç gözyaşlarıyla fesini alelacele başına geçirirken “Ben Tasviri Efkâr gazetesine gidiyorum. Bayram sırası artık bizde” diyordu..

Millî Savunma Vekili (Bakanı) Refet Paşa (Bele) ise Büyük Millet Meclisi kürsüsünden Sakarya Zaferini bu sözlerle anlatıyordu “Bu kesin zaferi milletimizin âlicenaplığına borçluyuz. Millî Savunma vekili olarak ordunun şükranını milletin ayaklarına sererken, göz önünde kağnı arabalarıyla çalışan köylülere ve köylü kadınlara bu şükranı burada yerine getirmek en mukaddes bir vazifedir. Bu, ferdin zaferi değil, milletin zaferidir. Asıl kağnı arabası ile koşan, yavrusunu kucağında taşıyan köylü kadının zaferidir.”

 

SABRIN TAŞTIĞI GÜNLER- BÜYÜK TAARRUZ

“Kutsal konuları inananlara bırak…
Onlar senin makaran değil;
Memleket imanı
Senin yaygaran değil
Temiz eller kurmuştur bu memleketi,
Senin zembereğini kuran değil.
Ağzına alma Atatürk’ü
Atatürk senin gargaran değil.”


Arif Nihat Asya
 

1922 senesinin Haziran’ı… Meclisin homurdanmasına, muhalefetin iyice azmasına rağmen ordu Sakarya zaferinden aylar geçtiği halde kıpırdamıyordu. Sakarya’da dökülen kanlara hebâ olmuş gibi bakılıyor, Yunan’ın artık Anadolu’ya iyice yerleştiğine inanılıyordu. İsmet Paşa’nın karargâhı’na gelen Fevzi Paşa “ Ben artık Ankara’ya gidemem “ diye sızlanıyor, Ankara’da “Bize yapmadıkları kalmıyor, Mustafa Kemal Paşa’nın çekmediği yok” diyordu. Hiç kimse ordunun büyük bir gizlilik ve sessizlik içinde hazırlandığını bilmiyordu. 25 Ağustos 1922 de nihayet cephe komutanlığı taarruz emrini vermişti. Taarruz 26 Ağustos’da başlamış, 25 Ağustos’u 26 Ağustos’a bağlayan gece sabaha karşı ordu ileri yürüyüşe geçmişti. Uyuyor, tembellik ediyor zannedilen ordu Yunan saflarına doğru ilerliyordu. Bu çok sessiz ve hesaplı bir yürüyüştü. En önde giden piyadeleri topçular ve süvariler tâkip ediyordu. Huysuz atların ağızları bağlanmış, ayakları bezlerle sarılmıştı. Topların demir ağızları ve tekerlekleri de… Mataralar bile ses çıkarmasın diye sımsıkı bağlıydı. Bu müthiş gece de komutanlar dâhil hiç kimse uyumamıştı.

26 Ağustos 1922 Cumartesi günü sabahı düşman aniden başlayan top sesleriyle uyanmış ve çok şaşırmıştı. Mustafa Kemal Paşa topçuların başlattığı ateşi çok beğenmişti. Bunu süngülerini takarak “ALLAH ALLAH” diyerek hücûma geçen piyadeler tâkip etmişti. Hücûmun üzerinden bir saat geçmişti ki “Kalecik” tepesi alınmıştı. Ordu 15 Mart 1919’dan beri Yunan’ın elinde olan İzmir’e yaklaşıyordu. Kalecik tepesini “Tınaz ve Belen tepelerinin alınması tâkip etmişti. Ordunun bu büyük başarısını ve duyulan sevinci gölgeleyen ise 57.Tümen kumandanı Albay Reşat Bey’in intiharı olmuştu. Bu kahraman kumandan tümeninin almakla vazifeli olduğu Çiğiltepe’yi iki gündür alamamış olmayı haysiyetine yedirememişti. Bu olay Mustafa Kemal paşa’yı çok üzmüştü. Kısa bir müddet sonra Çiğil Tepe de alınacaktı. Ordu Afyon’a girmişti. Yunan kaçmadan önce bütün evleri ateşe vermiş kadın erkek ve çocuk ayırmadan diri diri yakmıştı. Başarı müthiş faciaların verdiği hüzünle devam edecekti. Bu inanılmaz olayları yaşandığı sırada Halide Edib Mustafa Kemal Paşa tarafından bir emirle çağrıldığı cepheye ulaşmak için bir vasıta bekliyordu. Bir otodrezin ile yollara düştüğü zaman köy kadınlarının yüzlerindeki sevinçli ifadeden işlerin yolunda gittiğini anlamıştı. Afyon’a girerken duyduğu tüfek sesleri ona cepheye yaklaştığını hissettiriyordu. Türk Ordusu birkaç saat önce Afyon’a girmişti. Yunan kaçmadan önce bütün evleri ateşe vermişti.

Halide Edib Afyon’a hâlâ sönmeyen yangından arta kalan harabeleri seyrederek girdi. Büyük bir evin önünde toplanmış Subayların ve erlerin hepsi ona “Merhaba Onbaşı” diye seslenmişlerdir. Mustafa Kemal Paşanın bulunduğu odanın penceresinin önü kadınlarla doluydu.. Halide Edib hâtıralarında bu kadınlar icin “ Kumandanın pencerelerine gözleri dikili duruyor” diye yazar. Onların arasında bulunan yaşlı bir kadın Halide Edib’i yakalayarak yanaklarından öpmüştü. Halide Edib “Ben de onun iki elini öperek başıma koydum. Ondan sonra hepsi sıra ile boynuma sarıldılar. Bu zaferin temelinin kendilerinin olduğunu hissetmeyen bir grup” diye yazar. Mustafa Kemal Paşa’yı gördüğü ânı da böyle anlatır “Nihayet, Sakarya günlerindekinden daha büyük bir sofa, Zâbitler (subaylar) dolaşıyor. Bir küçük odanın kapısı açık. Yuvarlak masada iki lâmba yanıyor. Fevzi Paşa ile Mustafa Kemal Paşa bir harita üzerine eğilmişler bir şeyler konuşuyorlar. Mustafa Kemal Paşa’nın başında yüz güneş birden doğmuş gibi”…

Dumlupınar’dan sonra da bir sürü facia ile karşılaşacaktır. Her geçilen yer yanmış yıkılmıştır. Halk perişandır. Halide Edib kadınlar dâhil ikiyüz kişinin öldürüldüğü yerde halkın şuurunu kaybetmiş gibi dolaştığını yazar. Uşak da perişandır, Yunanlılar kaçarken her yeri yakmışlar, bir tek sağlam ev bile bırakmamışlardı. Mustafa Kemal Paşa Sakallı Nurettin Paşa’ya adeta emreder gibi “Kızılcadereyi de gösterin ona” demiştir. Kızılcadere dört buçuk Yunan fırkasının yok edildiği yerdi. Cephede tek kadın olan Halide Edib hâtıralarında bu kanlı vadiyi bir tablo çizer gibi anlatmıştır: “Bu dar ve uzun iki tarafı ormanlık dağlar arasındaki vâdi adetâ bir korkulu rüyaya benziyordu. Terk edilmiş tüfekler ve cephâne yığınları… Aralarında bir sürü ölü insan ve hayvan. Benim gözlerim bu dehşet sahası arasında köpeklere döndü. Hayvancıklar bu kargaşalık ve yığınlar arasında sahiplerinin cesetlerini arayarak inliyorlardı. Bir genç yüzbaşı da yanında siyah cüppeli bir hoca ile ‘Anam onu çok severdi’ diye ağlayarak bir cesedi gömüyordu. Şehit olan ikiz kardeşinin cesedini”… Halide Edib bu perişan edici geziden döndükten sonra bir başka iç yakıcı manzara ile karşılaşacaktı. Bir ahırın yanındaki çadırında etrafını kadınların sarmış olduğu bir Mustafa Kemal görmüştü. Kadınlar çıldırmış gibiydi. Mustafa Kemal Paşa’ya “İntikamımızı al! Onların kadınlarını yakalarsan bize yaptıklarını yap. Köpekler, domuzlar” diye feryat ediyorlardı. Halide Edib Dumlupınar’dan sonra bir sürü dayanılması güç manzaralarla karşılaşacaktı. Her yer yanmış, yıkılmıştı. Halk Perişandı. Halide Edib kadınlar dâhil 200 kişinin öldürülmüş olduğu bir yerde halkın şuurunu kaybetmiş bir halde olduğunu da yazar. Akşehir’de yangından kurtulmuş bir iki bina kalmıştı. Halide Edib “O şehri daima insan eti kokusu gelen bir fırın gibi hatırlarım” diye yazmıştı. Kadınlar burada da Yunan ordusu tarafından en feci, akıl almaz muamelelere mâruz kalmışlardır.

NİHAYET İZMİR… Sevinçlerin feci bir yangınla hüzne ve korkuya dönüştüğü İZMİR… Yunanlılar kaçmadan önce bütün hazırlıkları yapmışlar, vatandaşlarımız olan azınlıklarla birlikte pek çok yeri dinamit deposu haline getirmişlerdi. 15 Mayıs 1919’dan beri aşağı yukarı dört seneye yakın bu feci işgali yaşayan İzmir bu sefer de yangının işgalini yaşıyordu. 20-25 bin ev ve dükkân yanmıştı. Evsiz barksız insanlar sokaklarda ağlaşıyorlardı. Bursa da, civarı da Yunan’ın yakma arzusundan kurtulamamıştı. Mustafa Kemal Paşa Bursa’ya gidiyordu, Harabeye dönmüş Bursa’ya… Düşmanın İstanbul’u terk etmesinden sonra ise Refet Paşa’yı da İstanbul’a göndermişti. Teselli için… Bursa’nın, bir harabe haline getirilmiş olsa da alınması İzmiri de sevince boğmuştu.

Aziz okuyucu bu destan gibi savaşları yazmak için ne kalemler ne de mürekkepler yeter. Sabrınızı daha çok zorlamamak için bu müthiş hikâyeyi Mustafa Kemal Paşa’nın 10 Eylül 1922 gece yarısında yayınladığı, Haklı sevincinin heyecanı ile dolu bildirisiyle sonlandırıyorum:

“Büyük ve asil Türk milleti!

Ordularımız 9 Eylül 1922 sabahı İzmir’imizi ve 10 Eylül 1922 akşamı Bursa’mızı muzafferen kurtardılar. Akdeniz, askerlerimizin teraneleriyle dalgalanıyor. Asya imparatorluğuna yeltenen küstah bir düşmanın, muharebe meydanlarına gelmek cesaretinde bulunan ordu komutanları ile komuta heyetleri günlerden beri Türkiye Büyük Millet Meclisinin esir-i harbi bulunuyorlar. Garp(Batı) fabrikalarının çelik zırhları ile kaplanan muazzam Yunan Orduları artık Anadolu dağlarında subayları tarafından terkedilmiş zavallı sürüler, habasetlerinden tedehhüş ederek (Alçaklıklarından dehşete düşerek) kudurmuş kütleler ve ağaç diplerinde kalmış dermansız yaralılardan ibaret kaldı.

Büyük Türk milleti! Ordularımızın kabiliyet ve kudreti düşmanlarımıza dehşet, dostlarımıza emniyet verecek bir kemâl ile tezahür etti.( Bir olgunlukla ortaya çıktı) Millet orduları on dört gün zarfında, büyük bir düşman ordusunu imha ettiler. Dört yüz kilometrelik bir tâkip yaptılar. Anadolu’daki bütün memalik-i müstevliyemizi istirdat eylediler. (İstila edilen topraklarımızı kurtardılar) Bu büyük zafer münhasıran(özellikle) senin eserindir.

Büyük ve necip Türk Milleti! Anadolu’nun halâs (kurtuluş) zaferini tebrik ederken sana İzmir’den Akdeniz ufuklarından ordularının selâmını da takdim ediyorum.”

Türk Müslümanlığını kuşanmış, vatan sevgisiyle dolu iki ordunun, Sakarya ve o muazzam zaferi bize hediye eden iki ordunun başta Mustafa Kemal Paşa olmak üzere komutanlarından erlerine kadar hepsini rahmetle anıyorum. Bize kağnı’nın, çarığın ve yokluğun zaferini yaşatan köylerin ve kasabaların kahraman, fedâkâr ana kadınlarını da kalbime yerleşmiş büyük sevgi, hayranlık ve minnet duygularıyla ibret ve rahmetle hatırlıyorum. O destansı günleri başta Halide Edib olmak üzere yazma zahmetine katlanarak bize nakledenleri de unutmuyorum. Allah onları da rahmetiyle kucaklasın.