Hicran GÖZE

Avukat - Yazar

Yahya Kemal’in Mustafa Kemal’i İlk Görüşü

1922 Eylül’ü Yahyâ Kemâl “TÂRİH MUSÂHABELERİ” kitabında Mustafa Kemâl’i görme isteğiyle dolu olduğu günlerin arifesindeki durumu bu satırlarla anlatır:

“Eylül ortasında muammâlı bir devrede yaşıyorduk; ordu İzmir’e ve Bursa’ya girmiş, Adalar Denizi ve Marmara sahillerini düşmandan temizlemiş, Yunanlılığı millî hıncın son kahir bir atılışıyla boğmuş, şimdi de o hızla Boğazlar’a doğru yürüyordu. Boğazlara doğru yürüyüş…

Bu hareketin yalnız düşüncesi bile bir korku verirken bizzat kendi vuku ’buluyordu. İngiltere’nin telâşı İstanbul havasında her dakika hissediliyor Hâile Filosu denilen Bahr-i muhit-i Atlâsî Filosu gelmişti; Anadolu sâhilinde irili ufaktı torpidolar kaynaşıyordu. Zaman zaman derinden top sesleri geliyordu. Bâzı bâzı infilâklar oluyordu. Kimse ne olduğunu kestiremiyordu. Lâkin herkes ordunun yürüyüşünü bekliyordu. Yukarı tabaka endişeli idi. Halk tabakaları son muzafferiyetten beri cesur, ümidvâr ve memnundu. İngiltere’nin azametini mühimsemiyordu. Ne olursa olsun ordunun gelmesini bekliyordu.” İşte o kritik günlerde idi ki Yahyâ Kemâl’in Yunanlılardan kurtarılmış İzmir’e gideceğini duyan Veliaht Abdülmecid Efendi Yahyâ Kemâl’i Bağlarbaşı’ndaki köşküne dâvet ederek görüşmek istemiş, sohbet sırasında “İşittim ki İzmir’e gidiyorsunuz. Tabii orada Mustafa Kemâl Paşa’yı göreceksiniz:” dedikten sonra Mustafa Kemâl Paşa’yı hiç görmediğini, onu nasıl bildiğini de sormuştu. Yahyâ Kemâl bu soruya “Bildiğim kadar tasvîr etmeğe çalıştım” diye cevap verdiğini yazmaktadır. Bu cevap zihinlerde şâirimizin Paşa’yı Bursa’dan daha önce görmüş olacağı ihtimâlini uyandırmaktadır. Fuat Bayramoğlu’nun ve Hamdullah Suphi’nin Yahyâ Kemâl’den naklen anlattıkları da bu ihtimâli kuvvetlendirmektedir.

Fuat Bayramoğlu şâirin kendisine “1916-1917 yıllarında İstanbul’a bir gelişimde Mustafa Kemal benimle tanışmak istedi. Karşılaşmamız Büyükada’daki Splandit otelinde oldu. Orada kendisini canlı olarak ilk defa gördüm” dediğini söylemekte, Hamdullah Suphi ise Yahyâ Kemâl’in mütâreke yıllarında Dizdariye’deki evlerine iki ay misâfir olduğunu, bir sohbet sırasında kendisine, Mustafa Kemâl Paşa ile bir akşam yemeğinde berâber olduklarını söylediğini ve “Mustafa Kemal Paşa’yı bir hiddet anında seyrettim. Kapalı bir gök altında, tamamen kapalı bir gecede, bir yıldırım ışığında nasıl birdenbire bir denizin enginliğini seyretmek mümkün olursa ben o gazap anında, Mustafa Kemal’in ruhundaki enginliği seyrettim. Hamdullah iyi bil, Mustafa Kemal, genç yaşında bana her şeyden evvel bunu duyurdu ve bunu öğretti: O, Türk milletinin bir ihtiyat kuvvetidir. Şimdi, o kuvvet faaliyete geçiyor. Ümidimizi ona bağlamak en doğru yoldur” dediğini nakletmektedir. Atatürk’ü çok seven bu saygı değer iki kişinin söylediklerinin doğru olduğundan şüphe etmesek de Yahya Kemal’in öğrencileri ile büyük bir heyecanla düşman cesetleri ile dolu Bursa yollarına düşüşü ve orada Gazi’yi görüşü araya giren o uzun çileli yıllar da düşünülünce bir ilk karşılaşma gibi de yorumlanabilir.

Veliaht Abdülmecit Efendi bu görüşme sırasında Yahya Kemal’den, Mustafa Kemal Paşa’dan iki sene önce Millî direnişe iştirak etmesini isteyen bir mektup aldığını ama İngilizlerin ve Vahîdeddîn Han’ın casusları ile sarılmış olduğu için arzu etmesine rağmen cevap veremediğini, bunu Gazi’ye anlatıp, kendisine kırgın olup olmadığını öğrenmesini de ricâ etmişti. Şâirimizin ifâdesine göre “Halim ve hazîn bir sesle” …

Hoca ve öğrencilerinin Bursa yolundaki ilk durakları Mudanya olmuştu. Geceyi kurtuluştan sonra kaçan zengin bir Rum’un evinde geçirmişler, ertesi gün kendilerine tahsis edilen bir arabayla Bursa yolunu tutmuşlardı. Bursa büyük bir heyecanla Yunanı İzmir’de denize döken Gazi’yi beklemekteydi. Öğrencileri ile otele yerleşmiş olan Yahya Kemal de… Mustafa Kemal Paşa çok şiddetli bir yağmur altında, halkın müthiş tezâhüratı ile Bursa’ya girmiş, Yahya Kemal’in Bursa’da bir otelde kaldığını öğrenince onun hemen çağrılmasını istemişti. Yahya Kemal’in bu karşılaşma sırasında, yıllardır desteklediği, hakkında çok heyecanlı yazılar yazdığı Mustafa Kemal Paşa’nın ellerine, öpmek için epeyce eğilerek sarılması, daha sonra eski dostu Fâlih Rıfkı Atay ve onun üvey kızı Mina Urgan tarafından çarpıtılarak ayak öpmeye kadar abartılarak bir dalkavukluk gösterisi olarak yazılmış ve anlatılmış, pek çok kişi de bunu bir gerçek olarak kabul ederek, yazılarında ve kitaplarında kullanmışlardı.

Aslında Fâlih Rıfkı’nın bu abartılı yorumunun bir sebebi vardı. Dili oldukça sivri olan şâirimizin Fâlih Rıfkı ile bozuşmasından sonra kendisinden daha sivri bir dilin sâhibi olan Süleyman Nazif ile onun hakkında müştereken yazdıkları oldukça ağır bir şiirdi. Sermet Sami Uysal’ın yorumuyla “zehir zemberek bir şiir”… Sermet Sâmi UYSAL’ın “Her Yönüyle YAHYA KEMAL” adını taşıyan kitabında bu “el ayak öpme”nin tek şâhidinin, yâni kaynağının Falih Rıfkı olduğuna işâret ederek, “35 yaşına gelmiş, Millî Mücadele’yi bütün gücüyle desteklemiş ve o sıralarda İstanbul Dârülfünûnu’nda müderrislik gibi itibarlı bir görevde bulunan, üstelik ‘Millî yazar’ konumundaki Yahya Kemal ‘Millî timsal’ olarak gördüğü Mustafa Kemal Paşa’yla karşılaştıklarında niye ayaklarına kapanarak yalvarsın ki?” diye yazmaktadır.

Fâlih Rıfkı’ya göre Yahyâ Kemâl’in bu saygı gösterisinin arkasında Millî Mücâdeleye katılmamasının yarattığı çekingenlik ve korku vardı. Şâirimiz Ankara’ya gitseydi ne olacaktı? Dört yıl boyunca çeşitli basın organlarında, gençleri ve devrin meşhur edebiyatçılarını topladığı Dergâh Mecmûası’nda, her türlü tehlikeyi göze alarak yazdığı yazılar Millî Mücâdeleyi desteklemek değil miydi? O yazıları keserek saklayan Mustafa Kemâl Paşa’dan niye korksundu ki?

Orada hazır bulunan pek çok mühim şahsiyet, başta ne İsmet Paşa ve ne de Fevzi Paşa böyle bir olayı gördüklerinden hiç bahsetmemişlerdi. Aslında, Yahyâ Kemâl’in uzun yıllar makâleleri ile “Millî timsal” diyerek korkmadan heyecanla desteklediği Mustafa Kemâl’i uzun ve çok zor yıllardan sonra karşısında görünce doksan derece eğilerek de olsa ellerine sarılmasında şaşılacak ve yadırganacak bir şey yoktu. Gazi’nin huzuruna gelen herkes o coşkun günlerde aşağı yukarı aynı heyecanlı davranışı ve büyük hayranlığı göstermişlerdi. “Hayat TARİH Mecmuası”nın Aralık 1965 11. Sayısının 10. sahifesinde Yahyâ Kemâl’in Pakistan büyük elçisi olarak Mehmet Ali Cinnah’a itimatnâmesini sunarken çekilmiş bir fotoğrafı vardır. O resimde de bir saygı ve sevgi nişanesi olarak itimatnâmesini epeyce eğilerek takdim eden bir Yahyâ Kemâl görmekteyiz. Şâirimiz bu tavrını sevdiği ve saygı duyduğu kişilerin karşısında hep tekrarlamıştı.

Bu heyecanlı karşılaşmayı Mustafa Kemâl Paşa’nın kaldığı köşke Yahyâ Kemâl’i çağırması ve köşkte kalmasını istemesi takip etmişti. Yahya Kemal artık her gece Gazi’nin sofrasındaydı. Şâirimiz ile Atatürk’ün Bursa’daki karşılaşmalarından bahseden bir görgü şâhidi de Raûfi Manyâsi’dir. İtibâr-ı Millî Bankası Umum Müdürlüğü Bursa Şubesi’nin müdürü Hilmi Bey Yunanlılar tarafından kaçırıldığından vaziyeti tetkik edip bir rapor hazırlaması için Bursa’ya gönderilmiş, bir yemek esnasında epeydir görmediği eski dostu Yahyâ Kemâl ile karşılaşmıştı. Şairimizin vefatından sonra 1959’da yazdığı yazı o karşılaşmanın akabinde yaşananların hikâyesidir: “… İşte bu 1388 (1922) senesinin mesut günlerinden birinde yâni 57 sene evvel, Bursa’da otelin salonunda kendisine rastlayınca çok sevinmiştim. İstanbul’dan Bursa’ya gelen bir talebe kafilesine katılarak gelmiş. Yemekten bahsettim. Ve kendisinin de yemeğe iltihakını temin ettim.

Gazi yemeğe gelince, maiyetinde bulunanlar arasında Hamdullah Suphi de vardı. Yahya Kemal’i Gâzi’ye takdim etti. Uzun masanın etrafında sıralandık. Gazi o kadar güzel konuşuyor o dâvudî sesiyle, hepimizi öyle bağlıyordu ki, saatlerin geçtiğini hissetmiyorduk. Nihâyet Yahya Kemal’den bir şeyler okumasını istediler. Bilmem nasıl oldu, gayr-ı ihtiyârî, yükses sesle ‘La Mort du Loup’ (Kurdun Ölümü) deyivermişim. Gazi’nin tam karşısında oturuyordum. Ağzımdan bu cümlenin çıkmasıyla kıpkırmızı kesildim. Fakat o bakmaya doyulmaz sihirli gözlerinin içi güldü. Ve: “Peki, rica ediyoruz!” dediler.

Yahya Kemal ayağa kalktı ve ağır ağır La Mort du loup’u öyle bir okudu ki, yirmi beş kişilik hâzirun, Hatta Fransızca bilmeyenler dahi bu harikûlâde okuyuşun tesiri altında mebhut kalmışlardı. Gazi son derece beğendi ve bana işaret ederek ‘Teşekkür ederim’ dediler. Ben yaptığım gafın üzüntüsünü ancak böyle silebildim. Yahya Kemal de o akşam Gazi’nin sevdikleri arasına karıştı. O derecedeki, Bursa’dan birkaç gün sonra Ankara’ya beraber gittiler.” Sermet Sâmi Uysal’ın “Her Yönüyle YAHYA KEMAL” kitabında bahsettiğine göre başka kaynaklar Yahyâ Kemâl’in o gece Hâmid’in “Merkad-i Fâtih’i Ziyâret”, “Kabr-i Selim-i Evveli Ziyâret” şiirlerini ve onlara ilâve olarak işgal yıllarında yazdığı “İstanbul’u Fetheden Yeniçeriye Gazel ”şiirini okuduğunu da nakletmişlerdir .

Yahyâ Kemâl sofrada veliaht Abdülmecit Efendi’nin endişesinden de birkaç kere bahsetmeye teşebbüs etmiş ama Gazi her seferinde başka bir konuya geçerek dinlemez görünmüştür. Sonunda ise “Peki peki Yahya Kemal Bey endişesi olmasın, hiçbir küskünlüğüm yoktur” diyerek meseleyi kapatmıştır.