İsa Yusuf Alptekin ve Türk Dünyâsı

Türk târihi ve dünyâ jeo-politik şartları, Türk Milleti’nin yakınlaşmasını şart koşmaktadır.

Tarihî birikimler/tecrübeler kadar, bu birikimlerin üzerinde cereyan ettiği coğrafyaları ve bu tarihî birikimlerin inşâcısı olan ‘kahramanları’ iyi tahlil etmek gerekir.

Bugünün dünyasının, yaşanılan zamanın bir an öncekinden daha âdil, müreffeh ve daha huzurlu olduğunu söylemek akıl kârı değildir.

On-on beş sene evvel de o zamanın şartları hakkında yazmıştım ve adına da sanıyorum “vahşet çağı’ demiştim. Demek ki, o günden bugüne değişen pek fazla bir şey Yânî; bugünün o günkinden farkı, geldiğimiz noktada, o zamankinden daha ‘vahşî’ olunduğu’dur.

Şunu hemen ifade etmeliyim ki, ‘vahşî olduğumuz’ demedim; ‘vahşî olunduğu’dur, dedim.

Çünkü; bizim tarihimizde yânî Türk tarihinde, ferdî hesaplaşmaların ve mertçe savaşmanın hâricinde asla ve kat’a vahşîlik ve katliâm mevcut değildir.

Türk tarihi, adâleti, yardımseverliği, himâyeyi, merhameti, dâima, birinci haslet olarak gören, tanıyan ve yaşayan kahramanlarla doludur. Bizde, kaypaklık, ikiyüzlülük, yalan, kalleşlik, zulüm yoktur.

Bu bakımdan, yeni dünya jeo-politiğindeki yerimizi almamızın zarûreti aşikârdır. 

Türk milleti olarak sahip çıktığımız mazlum ve mâsûmlara zulmedenlerle mücâdele edebilmemiz için, bu, birinci plânda elzemdir.

Bunları niçin yazıyorum?  Bugün; Doğu Türkistan’ın eski Genel Sekreteri/Başbakanı büyük mücâhit, büyük çile ve dâvâ adamı İsa Yusuf Alptekin’in vefât yıldönümüdür.

Bu mücâdele adamı; 1901 yılında, Doğu Türkistan’ın Kaşgar vilâyetine bağlı Yenihisar kazasında dünyaya gelmiş ve 17 Aralık 1995 târihinde de İstanbul’da ebedî âleme göçmüştür.

Hayatı; kızıl ve zâlim Çin idâresine karşı hürriyet mücadelesiyle geçmiştir. Hayatı boyunca, Türk milletinin haklarını müdafaa etmiştir.

İsa Yusuf Alptekin; 1949 yılında, Çin’in, Türklerin anayurdu Doğu Türkistan’ı işgali üzerine önce, Hindistan’ın Keşmir eyâletine iltica etmiiiiiş ve 1954’te de Türkiye’ye gelerek Doğu Türkistan Göçmenleri Cemiyeti’ni kurarak mücâdelesini sürdürmüştür.

Vefâtından önce ise; “Gönül arzu eder ki, Türkistan meselesinin hâlledilmesi dâvasında öncülük şerefi, Türkiye’nin olsun…” diyerek de âdeta, vasiyetini açıklamıştır.

Şunu hemen ifade edeyim ki, gençlik dönemimden beri, Türk Dünyâsı meselesi/Turancılık, dâima ‘suçlu’ nazarıyla gözaltında tutulmuş; değişik iktidarlar, buna karşı baskıcı daranmış; birçokları ise, meseleyi görmemezlikden gelmiştir.

Şu anda; ‘ciddî’ olarak, dünya jeopolitiğini kavramış bir Türklük Dünyası dâvamız var mıdır, takdirlere bırakıyorum.

Ancak; eğer varsa, Doğu Türkistan niçin böyledir? Batı T(ı)rakya niçin böyledir? Kerkük niçin böyledir? Kırım niçin böyledir? 

Ve dahası, Türkiye Cumhuriyeti’ndeki siyâsî partilerin büyük çoğunluğunun niçin kılı kıpırdamamaktadır ve bu hususta niçin müşterek bir kanaati/ideali/istişâresi/istikameti mevcut değildir?

‘Modern’ demiyorum, kelime seçiyor ve ‘zamanımızın’ insanlık âlemindeki ‘ partileşme’nin,  fikir kümeleşmesi, istişârecisi veya teatisinden çıkıp, ‘partizanlaşarak’,  fikir kavgacısı, çekiştirmecisi, dövüşçüsü, boğuşmacısı hâline gelldiğini söylemeliyim.

İçte ve dışta, bu, bütün acımasızlığıyla devam etmektedir.

Lügat mânasındaki ‘parti’den söz etmiyorum; tatbikattakilerdeki ‘hizmet hedefi’ndeki çapraşıklıkları göremiyorsak, başka dünyalarda yaşıyoruz demektir.

İçimizdeki ve dışımızdaki/yabancı partilere bakınız: Adâlet, yardımseverlik, merhamet, barış, hürriyet, dostluk, insanlık…gibi kelimelerin ne Doğu Türkistan ne Filistin, ne Hocalı, ne Myanmar, ne Afganistan, ne Kerkük, ne Kırım ve ne de herhangi bir Afrika veya başka bir fakir ülke fertleri için geçerliliği vardır!..

Dünya jeo-politiği; mazlumun yanında yer alması gerekirken, mâsûmun elini tutup, saldırganın eline silâh vermek değildir.

Kuvvetlinin peşinde yaltaklanmak ise, hiç değildir!..

Tarih bize göstermiştir ki; Türk Milleti ve Türk Milleti’nin kurduğu devletler hâriç; Amerikan’dan Çin’e, Rusya’dan, F(ı)ransız’a, İspanyol’dan, İtalyan’a, İngiliz’den Yunan’a kadar, Ermeni’ye, Bulgar’a kadar insanlık şerefine sâdık kalan millet yoktur.

Bugün; nasıl Doğu Türkistan’da insanlar her türlü haklarından mahrum hâlde eziyet çekiyorsa, Gazze’de de bütün emperyalist silâhlı güçlerin, başta ABD, Rusya, Çin, F(ı)ransa ve İngiltere’nin himâyesinde, İsrail ordusu tarafından, çocuklar, kadınlar, ihtiyarlar katledilmekte ve câmiler, hastahâneler, okullar yıkılıp yıkılmaktadır.

Yâni; bu emperyalist silâhlı güçler, kaatillerin ‘bekçiliği’ni yapmaktadırlar!..

Ve… adâlet, merhamet, yardım, insanlık, hürriyet, sevgi, saygı ve dostluk kelimeleri havada uçuşmaktadır, iyi mi?!..

O hâlde; İsa Yusuf Alptekin’in vefât yıldönümü vesîle ederek hatırladığım bir başka hususu da görüşlere arzedeyim:

Artık; tarih içinde bir durup diklendiğimiz zamanları hatırlayarak:

Bir Oğuz Han gibi,

Bir Bilge Kağan gibi,

Bir Alparslan gibi,

Bir Osman Gaazi gibi,

Bir Fâtih Sultan Mehmet Han gibi,

Bir, Yavuz Sultan Selim Han gibi

Bir Kanuni Sultan Süleyman gibi,

Bir Mustafa Kemal Atatürk gibi,

O muhteşem sayfaları tek tek önümüze koyup, coğrafyayı en ince noktalarına kadar titizce okuyup, muhakeme, istişâre, muhasebe, tahlil, analiz ve yorum yapmalıyız!

Bunların ve ismini sayamadığım bunca Türk büyüğünün yegâne hedef, Türk Birliğini cihânşümûl yapma dâvasıydı. Daha geç kalmadan bu hedefe yönelmemiz şart ve zarûrîdir!..

Sözü; Türk fikir hayatının öncü isimlerinden rahmetli Sadi Somuncuoğlu’nun, 22 Aralık 2018 tarihli Yeniçağ Gazetesi’nin sekizinci sayfasında yayınlanan “Doğu Türkistan Kimin, Orada Neler Oluyor? -2 “başlıklı yazısından bir nakille bitiriyorum. Diyor ki;

“Doğu Türkistan, dağdan inmiş bir aşiret değil, M. Ö.’den beri dünyaya yön veren Türklerin yurdudur. Türk tarihi ve dünya için en büyük bilim, kültür ve medeniyet merkezlerinden biridir. Üçbin yıllık Türk Medeniyetinin şaheseri iki eserden bahsetmek isterim. 11. Asırda yazılmış Kâşgarlı Mahmud’un Divanü Lügati’t Türk (Ansiklopedik Türk Sözlüğü) ile Balasagunlu Yusuf Has Hâcib’in Kutadgu Bilig” (saadet, mutluluk veren bilgi/ilim). Avrupa’da Latincenin dışında yazılı eser yokken, Göktürk ve Uygurlar kendi alfabelerini kullanırlardı. Türkçe, gelişmiş, edebî ve özlü dildi. Uygur kimliğini eritemeyen Çin bundan korkuyor. “