Tükendi: Kırılmış Tedarik Zincirleri- James Rickards (2022)

Malların, enerjinin tedariği ile hatta işgücü ve hizmetlerin tedariği binlerce yıldır devletlerin en önemli meseleleri olmuştur. Ticaret yollarının korunması, kontrolü ve malların güvenli şekilde hareketi ve bu mallardan en çok karı veya vergiyi toplamak, en kaliteli ve ucuz malların temini uluslararası mücadelenin asıl konusunu oluşturur. Kitap Çin ve ABD mücadelesi ekseninde bozulan tedarik zincirlerinin etkilerinin neler olabileceğini, sonuçlarını ve gelecekte neler olabileceğini kestirmeye çalışmış.

İlk bölümde günümüz dünyasında tedarik zincirinin nasıl çalıştığını anlatıyor.  Basit bir malda örneğin ekmekte bile buğdayın yetişmesi için gerekli toprak, su, gübre, ilaç gerekiyor. Ekilmesi için tohum, traktör, işgücü lazım. Toplanması için biçerdöver, nakliyesi için kamyon, depolama hizmeti, sonrası un fabrikasında işleme, unun nakliyesi lazım. Fırında fırın, maya, su ve usta kullanılıyor. Oradan markete geliyor. Siz gidip oradan sanki hep oradaymış gibi ve her gün yenisi Hüdai nabit yani kendiliğinden olan bir şey gibi gidip alıyoruz. Tarım ilacı Hindistan, buğday Ukrayna’dan, makinenin çipi Tayvan’dan, kamyon Almanya’dan, mazot Rusya ya da İran’dan vs. uzatılabilir. Bunların birinin eksikliği bizim ekmek alamamamıza ve daha pahalı almamıza neden olacaktır. Çeşitli örneklerle tedarik zincirlerinin nasıl çalıştığını, karmaşıklığını ve kırılma nedenlerini anlatmış.

İkinci bölümde tedarik zincirindeki kırılmanın nasıl başladığını, ticaret savaşları öncesi bozulmanın işaretlerini belirtmiş. Trump ile başlayan ticaret savaşları ile başlamasını, COVİD salgını ile artmasını açıklamış. Tedarik zincirlerinin nasıl çalıştığını, marketlerin, fabrikaların mal tedariğini en ucuz, en hızlı, en güvenli yapmak için kullandığı sistemleri ve bunların zayıf ve kuvvetli yönlerini açıklamış.  Karmaşık sistemlerde bozulmanın önce yavaş yavaş, sonra ani olarak gelişeceğini ve bir kez bozulunca yenisini yapıncaya kadar düzeltmenin imkânsız olduğunu belirtmiş. Bir sistem ne kadar karmaşık olursa bozulmanın o kadar kolay olduğunu belirtmiş. Karmaşık sistemlerin her zaman başarısız olacağını belirtmiş.

Karmaşık toplumların örneğin imparatorlukların yıkılmasının sebebini çoğu tarihçilerin düşündüğü gibi savaş, salgın, istila, deprem gibi nedenler olmadığını belirtiyor. Antropolog ve tarihçi Tainter, “Karmaşık sistemin çöküşünün barbar saldırısı gibi belirli nedenle değil, saldırı altındaki uygarlığın tepki işleviyle açıklamış. İstila, veba ya da kuraklığa yenik düşen toplumlar, bu tehditleri daha önce defalarca yenmişti. Sonuç olarak toplumlar çöküşe geçer çünkü iyileşmek için motive olamazlar. Vergiler, yolsuzluk, bozulma ve zayıf liderler neden olsa da toplumun üyeleri bir araya gelmeye ve yeniden inşa etmeye çalışmadılar.  Başlarına gelenlerin olmasına izin verdiler ya göç ettiler ya da sadeleştirilmiş koşullarda yaşamlarını sürdürdüler.”

Komplex (Karmaşık) ile komplike (karışık) sistemlerin aynı değildir. Misal, karışık bir sistem olan bir mekanik saatin 200’ün üzerinde parçası olmasına karşın, bir saatçinin bunları söküp bazı parçalarını yenileyerek tekrar çalıştırılabilir. Ancak karmaşık sistemde bu mümkün değildir. Karmaşık sistemin bileşenleri otonomdur ve kendi kararlarını kendi alırlar, bileşen birbirleriyle bağlantılıdır, birbirleriyle ilişkilidirler. Üçüncü olarak karşılıklı olarak birbirlerini etkilerler, neticede bazı aksamalar olursa yeni duruma uyum sağlanır. Bu durumun çoğunlukla geri dönüşü yoktur. Karmaşık sistemlerde optimumu yani en iyi durumu sağlamanın imkansızlığını dile getirmiş. Sistem karmaşıklaştıkça onu sürdürecek enerji ihtiyacının katlanarak aşırı arttığını belirtmiş. Karmaşıklığın çöküntüye giden bir reçete olduğunu, sistemde bozulmanın her yerde olduğunu, bir yerde bozulmanın sistemin diğer tüm parçalarında bozulmaya neden olacağını ve bunu düzeltmenin imkânsız olduğunu belirtmiş. Verimlilik adına ülkeler kendi kendine yeterlilik idealinden vazgeçmiş.

Yazar karmaşık sistemlerin yavaş, aşamalı olarak çökeceğini, geri dönüşü imkânsız olduğunu belirtmiş. Her iyileştirme işleminin sadece masrafı artıracağını, kötüleşmeyi önleyemeyeceğini, yeni bir denge kurulacağını ve bunda Çin’in kaybeden olacağını ifade ediyor.

Üçüncü bölümde, tedarik zincirlerinin kırılmasının nedenlerini irdelemiş. İlk neden olarak ticaret savaşlarını neden olarak görüyor. Bunun artarak devam edeceğini ifade ediyor. İkinci neden COVİD salgını ve bunun etkileri, üçüncü neden olarak yeşil enerji çabalarını öne sürüyor. İklim krizinin abartıldığını bunun bir felaket olmadığını ve insan kaynaklı olma olasılığının düşük olduğunu ifade etmiş. Çin en büyük alıcı ve satıcıdır. Dünyanın fabrikası unvanını kazanmıştır. Hemen hemen birçok sektör ve kritik mallarda (çipler dahil) en büyük üretici, piyasayı kontrol eder hale gelmiştir. Batı ülkelerin birçoğu Çin’e bağımlıdır. Bununla birlikte Çin’in birçok sorunları vardır. Nüfusu giderek yaşlanıyor ve azalıyor. Gelir dağılımı oldukça bozuk, eyaletler arasında da refah açısından büyük farklar var. Kaynaklarını hızlıca tüketiyor. Toprakları ve suları giderek kullanılamaz hale geliyor. Çin’in şu anda gücünün zirvesinin doruğunda olduğunu ve giderek gücünün azalacağını, ABD’nin ise giderek kuvvetleneceğini ifade ediyor. Rusya’nın geri dönüşü, Ukrayna savaşı ve yaptırımları incelemiş. Yaptırımların Rusya’ya zarar veremediğini, aksine ticaretin azalması ve enerji fiyatlarında yükselme ile Avrupa’ya ve ABD halkına zarar verdiğini belirtiyor. ABD’nin Ukrayna için savaşmayacağını söyleyerek Rusya’yı cesaretlendirdiğini ifade ediyor.

Dördüncü bölümde tedarik zincirlerinde kırılmanın enflasyona etkisini incelemiş. Enflasyonun birinci neden piyasada olan para miktarı M0-M1-M2 ve paranın dönüş hızını öne sürmüş. Önemli olanın bankalarca yaratılan para M1 (vadesiz mevduat, çek hesapları gibi likit mevduatlar) olduğunu belirtiyor. Enflasyon nedeniyle tüketimin öne çekilmesi, artışı ve üreticilerin fiyatları beklenen enflasyon nedeniyle artırmasının önemine dikkat çekiyor. Gelişmiş ülkelerdeki bütçe açıkları ve bu borcun borçla kapatılması sonucu gittikçe artan kamu borcunun önemine dikkat çekmiş. Parası döviz olan ülkelerin hazine borcu nedeniyle batmasının veya temerrüde düşmesinin mümkün olmadığını, Arjantin gibi ülkelerin bu nedenle temerrüde düşmesinin mümkün olduğunu belirtiyor. Ancak Japonya örneğiyle giderek artan ve GSMH’nın üstüne çıkan kamu borcu nedeniyle büyümenin duracağını ve gerileyeceğini belirtmiş. Ayrıca artan iç borcun paranın değerini düşürerek enflasyona yol açabileceğini ifade ediyor. Gelişmiş ülkelerde doğum oranının oldukça düşmesi ve yaşlı nüfusun artması, üretimdeki işgücünün yaşlı bakımına kayması, işçi ücretlerinin yükselmesi nedeniyle üretimin azalması, maliyetlerin artması sonucu enflasyona neden olacağını öne sürüyor. Nüfusu artan Afrika, Hindistan gibi ülkelerde şehirleşme nedeniyle doğum oranlarının giderek azaldığını ve azalan gelişmiş ülke nüfusunun yerine ikame edilemeyeceğini ifade ediyor. Kriz, para basmak, bunun neticesinde faiz oranlarının yükselmesi, daha başka sebeplerle dolara olan güven kaybı ile dolardan kaçış, doların değerin hızlı düşme ve enflasyon olarak ortaya çıkacak. E. Hemigway romanında geçen bir ifade: -Nasıl battın? – İki türlü: Önce yavaş yavaş sonra aniden!

Beşinci bölümde enflasyona yönelik alınan tedbirlerin dezenflasyona ve zamanla Japonya örneğinde olduğu deflasyona yol açabileceğini ifade ediyor. Fiyatlar %1 azalıyorsa %1 faiz bile çok yüksektir. İşsizlik ve işgücü açığı arasındaki dengesizliği açıklarken, insanların düşük ücretler, kötü iş koşulları ve sağlık veya yaş gibi nedenlerle daha rahat işlerde çalışmak istediklerini ve arzuladıkları işleri bulamayınca iş aramayı bıraktıklarını ifade ediyor. Erken emeklilik (yeterli ekstra geliri veya birikmiş parası olan kişinin çalışmaması) veya sosyal yardımların da çalışma isteğini azalttığını ifade etmiş. Düşük ücretlerin katma değeri az, verimsiz yatırımları teşvik ettiğini, katma değeri yüksek üretim istendiğinde kalifiye ve yüksek ücretli işçiye gereksinim olduğunu ifade ediyor. Katma değeri yüksek üretimin ücretleri de yükselteceğini ve işgücüne katılımı artıracağını ifade ediyor.

“Küresel finans, ticaret ve yatırımın gerçek motoru, merkez bankalarının yetki alanı dışındaki bankalar tarafından yaratılan ve düzenleyiciler tarafından neredeyse hiç düzenlenmeyen ve hatta anlaşılamayan bir tür gölge paradır- Avrodolar. Bunlar bankaların birbirlerine ve büyük şirketlere verdikleri kredilerdir.”

Sonuç olarak yazar tedarik zincirlerinde kırılmanın aşamalı olarak devam edeceğini, dünyanın demokratik değerlere bağlı ülkeler ile bağlı olmayan ülkeler olarak ikiye ayrılacağını ifade ediyor. Burada ABD ve müttefiklerin karlı çıkacağı sonucuna varıyor.

Yorum:

Karmaşık sistemler ekosistemlere benziyor. Bir ekosistem kendi içinden veya dışarıdan oluşan etkilerle sistemin dengesi bozulur. Yeni duruma uyum sağlayan canlılar ayakta kalırken, uyum sağlamayalar ortadan kaybolur. Zamanla yeni bir denge oluşur. Sahra çölünün bir zamanlar ormanlarla kaplı iken orada yaşayan hayvanların çoğunun bugün yaşamaması, göç etmesi veya uyum sağlaması gibi. Ekosistemdeki bitkiler dahil her canlının yeni duruma bir tepkisi, kararı vardır. Bu yeniden şekillenmeye etki eder ve yeni düzen oluşur.

Yazarın ülkesi için bahsettiği sorunları biz de fazlasıyla yaşıyoruz. Bu sorunları çözmek için yaptıklarımız bizim gelecekte nasıl olacağımızı belirleyecek. Bunlar üzerinde düşünmeli kişisel olarak yapabileceğimizi yapmalıyız.

Yazar sanırım bir neocon ve Trump’ın büyük Amerika hedefini destekliyor. Çin ticaret savaşlarından etkilenecektir, ancak durum o kadarda kötü olmayabilir. Her ülkenin kendine göre avantajları ve dezavantajları var. Amerika ikinci dünya savaşı sonrası Amerika değil, Çin’de eski Çin değil. Rusya, Japonya, Almanya, Arap ülkeleri, Afrika ülkeleri, Latin Amerika ülkeleri hepsi eskisinden çok farklı. Tabii Türkiye’de! Benim tahminim Avrupa ve Amerika’yı zor günlerin beklediği yönünde. Bu durumun ülkemize avantajdan çok dezavantaj getireceğini düşünüyorum.

Çevremizdeki savaşlar, göçler, isyanlar açısından uyanık olmalıyız. İnşallah bize sıçramaz! Her olasılığa karşı tedbir almalıyız.

Gazze işgali ve Kızıldeniz krizinin Amerika tarafından tahrik edilerek çıkarıldığını amacın Avrupa ve Türkiye’yi yeniden ABD yanına çekmek ve Çin’i cezalandırmak olduğunu düşünüyorum. Bu politikanın devamı gelecek diye düşünüyorum. Bakalım neler olacak?