Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

ocetinoglu1@gmail.com

Milliyetçilik; Irkçılık Değildir

Cahiliye dönemi kabileciliğini; ırkçılık; ırkçılığı da milliyetçililik kavramlarının yerine koymak, kasıtlı bir davranış değilse, câhiliye dönemini hatırlatan algılama hatâsıdır.  ‘Kafatası milliyetçiliği’ diye bir kavram uydurup, milliyetçiliği karalamak ise, üzerine; sevmediği kişinin adını yazdığı boks torbasına yumruk sallamaya benzer.

Bu kelime ve kavramları kullanmak isteyenlere, herkesin anlayabileceği şekilde târiflerini verelim. Verelim ki hiç kimse, vatanını ve milletini seven ve bu sebeple ‘milliyetçi’ olarak vasıflandırılan kişileri rencide edecek hatâlara düşmesin. Ki, rencide edilecek o kişiler, ülkemizde kahir ekseriyet oluşturmaktadır.

Kabile: Aynı soya mensup aileler topluluğudur. Boy ve aşîret anlamında Arapça çoğul isimdir. Aynı atadan gelen ve birbirlerine yalnızca kan bağıyla bağlı bulunan insan toplulukları ‘kabile’ olarak anılır. Burada, insanları birbirine bağlayan başkaca bir unsur yoktur. Aynı dili konuşsa, aynı inanca sâhip olsa bile insanlar, aynı kabilenin mensubu sayılmazlar. Tarih ve kültür birliğinin de kabile kavramı ile bağlantısı yoktur. Dolayısıyla kabile kelimesi, millet kelimesinin karşılığı değildir. O halde, kabilecilik de milliyetçilik değildir.

Kabilecilik, Araplarda câhiliyye döneminde vardı. Bir kabileye mensup insan, başka bir kabileye mensup insan tarafından dövülse, yaralansa veya öldürülse; dövülen, yaralanan veya öldürülen kişinin kabilesine mensup kişiler, o kişinin haklı veya haksız olmasına bakmaksızın mutlaka intikam alma yoluna giderlerdi. Bu sebeple, Arap kabileleri arasında kavgalar, kan dâvâları, intikam saikı ile öldürmeler hiç eksik olmazdı. İnsanlığı nûra gark eden İslamiyet, işte bu sebeple Kur’an-ı Kerim’in Hucurat Suresi 13. âyeti aracılığıyla kabileciliği yasaklamıştır. Yasaklanan kabile kavramı değil, kabileciliktir. İnsanlar, belli bir kabileye mensup olabilirler. Günümüzde belli bir millete mensup olabildikleri gibi.

Kavim: Kelimenin aslı ‘kavm’dir. ‘İnsan topluluğu, halk ve hısım-akraba’ anlamındadır. Arapça çoğul isim olan kavm kelimesi, 20. yüzyılın başlarında Arapçada ve Türkçede anlam kaymasına mâruz kalmış ve bir sosyoloji terimi hâline gelmiştir. Kelime, aslında ‘millet’ ve ‘ırk’ anlamına gelmediği halde, modernleşmeyle birlikte milliyetçilik akımının güçlendiği dönemde, başka bir kelime bulunamamış veya türetilememiş, kavim kelimesine, ‘millet’ ve ‘ırk’ anlamları yüklenmiştir.

Kavim, kendi mensuplarına sosyal kimlik kazandırır. Din, dil, tarih, örf ve âdetler, ahlak, vatan gibi kavramlar, bu kimliğin unsurları arasındadır. Kavmiyetçilik duygularının güçlü olduğu bir toplumda ortaya çıkan İslam dini, kavim kimliğini dışlamamış fakat bu kimliğe üstünlük atfedilmesinin doğuracağı olumsuzluklara karşı tedbirler almış, sosyal ve kültürel farklılıkların bir arada korunması tavsiyesinde bulunmuştur.

Irk: Hareket edebilen bir canlıya ait özelliklerin genel adıdır. Aynı ırka mensup canlıların yalnızca birbirleriyle çiftleşmesi şartıyla bu özellikler sonraki nesillere intikal eder. Montofon veya Holştayn inekleri bol süt verir. Bu, ırka dayalı bir özelliktir. Arap atları hızlı koşarlar, yarış atı olarak kullanılırlar. Bu da ırkî bir özelliktir. Van kedisi, Sivas Kangal köpeği, Afgan tazısı… Bunlar hep kendi cinsleriyle çiftleştiklerinde özelliklerini korurlar. Farklı ırklarla çiftleşmeler olursa, ırka dayalı özellikler büyük ölçüde kayba uğrar, devam etmez ve bir müddet sonra tamamen kaybolur.

Irk kavramı, insanlar için geçerli değildir. Aynı ırka mensup kişilerle çiftleşseler bile, babanın özellikleri evlada geçmez. Zeki bir babanın evladı gabî, akıllı bir annenin kızı geri zekâlı, güçlü-iri yapılı bir babanın oğlu çelimsiz, mâvi gözlü sarışın bir annenin kızı esmer olabilir. Buna rağmen, insan ırkı ile ilgili çalışmalar vardır ve tamamen antropoloji ilminin konusudur. Millet ve milliyetçilik kavramı ise sosyoloji ilmini ilgilendirir. Sosyal antropoloji olarak bir ilim dalı var ise de bu ilim dalı; insan türünün başlangıcı, oluşumu, gelişimi; insanın biyolojik evrimi teorisi, ırkların doğuşu, yayılışı ve fizikî özellikleri ile toplumların ve kültürlerin oluşum, gelişim ve değişimi konuları ile ilgilenir. Çağımızda yaşamakta olan toplumların ve bu toplumdaki değişik kesimlerin yaşayışları; kültür-kişilik ilişkileri ile sosyal değişme ve gelişmede etkili olan faktörleri ortaya çıkarmaya yönelik araştırmalar da yapar.

Irkçıların, kendi ırklarını üstün, diğerlerini hakîr gördükleri iddia edilir. Böyle düşünenler de, böyle düşünüldüğünü zannedenler de yanılgı içerisindedirler. Çünkü yeryüzünde saf ırk diye bir şey kalmamıştır. Irkçılık düşüncesinin temsilcileri olarak tarihte Adolf Hitler ve Benito Mussolini gösterilebilir. Günümüzde ise İsrail’de ve İslamiyet’in yasaklamasına rağmen Suudî Arabistan’da kendi ırklarının üstün olduğunu iddia eden insanlara rastlanabilmektedir.

Tarih boyunca Türklerde ırkçı düşüncelere hizmet edilmemiştir. Türk ırkının yüksek bir ırk olduğunu iddia edenler ve ırkı ile övünenlere rastlanıyor olsa bile, onlar, bilmediğini de bilemeyenlerdir. Onları dışlamak, aşağılamak, ayaklar altına almak yerine, eğitmek, bilgilendirmek mecburiyetimiz vardır. Günümüzden çok değil, 40-50 yıl önce Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nin bâzı eyâletlerinde zenciler ikinci-üçüncü sınıf insan muamelesi görürlerdi. Bu gün gelinen noktada, bir zenci, ABD Başkanı olabilmiştir. Bu gelişme sâdece ABD’de değil, dünyanın her tarafında gözlemlenebilmektedir.

Türkiye’de ırk kavramı ile ilgili ilmî çalışmalar yapılmıştır. Yalnızca ‘ilmî çalışmalar’… O kadar… O çalışmalarla yararlı bir bilgiye ulaşılamayacağı anlaşılınca çalışmalara devam edilmemiştir.

Kafatasçılık: İnsanların kafatası ölçülerine bakarak mensup olduğu ırkı belirlemek maksadıyla yapılan ilmî çalışmalardır. O çalışmalarla da kesin sonuçlara ulaşılamayacağı anlaşıldığından çalışmalara son verilmiştir.

Türklerde ırkçılığa, kafatası ölçülerine dayalı bir milliyetçilik anlayışı tarihin hiçbir döneminde olmamıştır. Eğer olsaydı; 300 yıl 500 yıl Türk hâkimiyetinde bulunan bölgelerde, Türk olmayan bir tek kişi bile kalmazdı. Hatta Türkçeden başka bir dil konuşan, Türk kültürü dışında bir kültürü yaşayan insanlara da yaşama hakkı tanınmazdı. İngiliz’in 50 yıl bile kalmadığı Avustralya’da İngilizce konuşuluyor, Hindistan’da trafik, soldandır. Kıbrıs’ta da öyledir. Osmanlı ise gittiği yerlere kültürünü değil, ancak Türk-İslam medeniyetini götürmüştür. Çünkü Türklerin vücut dokularında ırkçılık geni yoktur. ‘Keşke olsaydı’ diyenler bulunabilir. Fakat Cenab-ı Allah, onların bu yöndeki dualarını kabul etmemiştir.

NETİCE:                                                                                                                                                                                                                
Türk milliyetçiliği kültür tabanına oturtulmuştur. O tabanda etnik köken, ırkçılık, kabilecilik yoktur. O halde, ‘kabile milliyetçiliği’, ‘kafatası milliyetçiliği’ gibi hayalî kavramlar üzerinden temiz ve pak milliyetçilik kavramını itibarsızlaştırmaya çalışmak, yanlıştır. Türkiye’de ancak Türk olmayanların milliyetçiliği ülkemizin bölünmez bütünlüğüne zarar vereceği için hoş karşılanamaz.

Türk milliyetçiliğinin tabanında; dil vardır. Din vardır, tarih vardır, kültür vardır. Büyüklere saygı-küçüklere sevgi, vatanseverlik duyguları, efendilik, nezâket, çalışkanlık, dürüstlük, insanlığa hizmet anlayışı ve akla gelebilecek her türlü üstün vasıflar, insanı insan yapan, eşref-i mahlûkat derecesine yükselten özellikler vardır. Bu özelliklerini geliştiremeyenlerin veya yeterli ölçüde sâhip olamayanların eğitimlerine katkıda bulunmak, daha akıllıca bir harekettir. Adına ‘milliyetçilik’ denmese bile vatan ve millet için çalışan insanların görevi budur. Bu olmalıdır.