Atilla ÇİLİNGİR

Yazar

Büyük Türk Ulusu

Türk Milleti çok uzun tarih macerası içerisinde, yaşamını sürdürebilen iki ya da üç halktan birisidir. Yazdığım kitabıma da isim olarak verdiğim ‘’ÖNCE VATAN’’ tanımlaması;

Türk Milletinin yaşam mücadelesi boyunca hiç vazgeçmediği, her zeminde, her şartta öne çıkardığı kavramların en önemlisidir.

Bulunduğumuz coğrafyada, Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının liderliğinde kurulan bu devlet bizim son vatanımızdır.

Böylesine büyük bir milletin çocuklarının, torunlarının bugününe baktığımızda bizi büyük bir ulus yapan, bizi birbirimize bağlayan, birlik ve beraberliğimizi pekiştiren o dört önemli kavramın; (vatan, millet, devlet, bayrak) manası aşındırılmış, içi boş, toplumu sürü haline getirmeye çalışan akıl almaz senaryolarla yok edilmesi hedeflenmiştir.

Bu milletimize kurulmuş en büyük tuzaktır. 

Çünkü bu tuzağın en çarpıcı yanı; ‘’önce ben, önce param’’ diyenlerin çoğaltılmasıdır.

Böylesi bir tercih, Türk milletinin yapısal niteliklerine de asla uygun değildir, olamaz da.

Türklerin binlerce yıl önce tarih sahnesine çıkmasıyla başlayan, ardımızda kalan ‘o muhteşem tarihimizin’ harcında:

‘Millet sevgisi, devletimize sadakat, bayrağımıza olan düşkünlüğümüz ama en önemlisi vatan sevdamız vardır.

Türkiye Cumhuriyeti Devletinin temeli de, bu niteliklerimiz üzerine atılmıştır.

Ata yadigârı gelenek ve göreneklerimiz, bize has insani özelliklerimiz; bu yaşlı dünyaya hediye ettiğimiz, pek çok millete örnek olacak niteliklerimizin öne çıkanlarından sadece birkaçıdır.

Bu önemli değerlerimizin yanı sıra;

Gerektiğinde vatan uğruna seve seve ölüme gitmek, şehit ya da gazi olmak milletçe tarih sayfalarına kanlarımızla yazdığımız en önemli gerçeğimizdir.

15 Temmuz 2016’da, o salya sümüklü meczubun yönettiği FETÖ hainlerinin milletimizi sırtından hançerleyerek, ülkemizi ele geçirmek adına kalkıştıkları darbe teşebbüsüne ‘Şehitlik, Gazilik’ mertebesine erişen binlerce yurttaşımız; ‘’Önce Vatan’’ diyerek dur demiştir.

Bu son vatan parçamız; sevginin, saygının, yardımlaşmanın/paylaşmanın, arkadaşlığın, dostluğun, hoşgörünün milletimizin tüm katmanlarına yaygınlaşmasıyla sonsuza değin yaşayacaktır.

Kavramsal olarak ‘vatan’ kelimesinin çok çarpıcı, çok özel, çok güzel tarifleri yapılmıştır. Ben bu kavramsal anlatımlara; yaşadığımız gerçekleri de dikkate alarak, benim yorumumla bir yenisini eklemek istiyorum: 

Vatan; Türk Milletinin yaşam hamurudur. Bu hamur Türk Milletinin namusudur, şerefidir, onurudur. Türk Milletine atalarından emanet, burçlarında ay yıldızlı bayrakların dalgalandığı gururudur. Gelecek nesillerimizin istikbali, yaşam geleceklerinin ele geçirilemeyen, geçirilemeyecek son kalesidir. Türk Milleti için vatan söz konusu olduğunda; ona olan bağlılık her şeyden önde gelir.

O nedenledir ki,

Vatan; Kimi zaman canımıza can katan, Kimi zamansa uğruna can verdiğimiz topraktır.

Yaşadığımız bu son vatan topraklarımız; ülkemizin stratejik konumu nedeniyle tarihin her döneminde tehdit altında olmuş, türlü tehlikelerle karşı karşıya kalmıştır. Tarih sayfalarımız, bu tehditlerin, bu tehlikelerin örnekleriyle doludur.

ABD’nin son dönemde bölgemizde GBOP (Genişletilmiş Büyük Orta Doğu Projesi) kapsamında Ortadoğu’da başlattığı:

Bölgenin enerji kaynaklarını kullanmaya, kendi stratejik menfaatlerini savunması için yeni bir uydu devlet kurulmasına (sözde Kürt devleti) yönelik, 2010 yılında Tunus’tan başlayan/başlatılan ‘Arap Baharıyla’ devşirilen, emperyalizme biat eden yönetimlerin iş başına gelmesiyle, bu tehdit daha da belirgin bir hale gelmiştir.

Ülkemizin son on beş yılında içeride ve dış ilişkilerinde yaşananlara bakıldığında;  PKK, PYD, YPG, DEAŞ ve FETÖ terör örgütlerinin vatanımıza vermiş olduğu zarar, bu örgütlerin iç ve dış destekçilerinin yaptıkları, dış ilişkilerimizde özellikle ekonomik yönden AB ile Ortadoğu’nun yeniden yapılandırıldığı bu önemli süreçte, ABD ile yaşadığımız güncel olumsuzluklar değerlendirildiğinde;

‘’Stratejik derinlikten’’, ‘derin bir yalnızlığın’ yaşandığı bir süreçle karşı, karşıya olduğumuz görülecektir!

Özellikle böylesine özel bir coğrafyada yaşayan devletimizin milli menfaatlerini bir başımıza çözmemiz de, günümüz dünyasının gelişmeleri dikkate alındığında pek mümkün görülmemektedir.

Bunun için de düşman değil dost biriktirmemiz, dünya ülkeleriyle dostane ilişkiler geliştirmemiz önemlidir. 

O nedenledir ki; Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ‘’Yurtta Sulh Cihanda Sulh’’ söylemiyle hayata geçirmiş olduğu bölgesel uygulamaları, bugünlere değin özellikle dış ilişkilerimizde ülkemizin barışa odaklı tercihini gösteren en önemli niteliğimiz olmuştur.

Pek tabiidir ki, ülkemizin toprak bütünlüğünü, milletimizin milli menfaatlerini tehdit söz konusu olduğunda; devletimiz bu sürece müdahale etmelidir.

Günümüz olayları değerlendirildiğinde; devletimizin tüm tehdit ve tehlikeleri defedecek güçte ve kararlılıkta olduğu da görülecektir.

Yakın tarihimize bakıldığında; 1974 yılında Kıbrıs konusunda tarih sayfalarına şanla, zaferle yazılan süreç milletimizin, devletimizin milli davası söz konusu olduğunda nasıl davrandığını/davranacağını gösteren tarihsel bir gerçektir.

Halen güney sınırımızda oluşturulmaya çalışılan ‘’Kürt koridorunun’’ yaratmış olduğu bu kritik süreç; hiçbir yasallığı bulunmayan Kuzey Irak Bölgesel Kürt Yönetimin yapmış olduğu bağımsızlık referandumuyla Barzani yönetiminin tırmandırdığı bu krizin önlenebilmesi:

Milletçe bir ve beraber, devletimize sadakatle bağlı olmaktan, millet, bayrak sevgisinden; bu değerler manzumesine yeterince önem vermekten geçmektedir.  ‘’Önce Vatan’’ bu değerler manzumesini sarıp, sarmalayan en önemli kavramdır.

Unutmamız gereken önemli bir diğer husus ise; nasıl ki, ‘’dünya beşten büyüktür’’ deniyor ise; dünyanın bu en önemli bölgesindeki sorunları bir başına çözmemiz de mümkün değildir.

Tutarlı politikalarla, dost ülkelerle koordineli ama milli menfaatlerimizi gözeten dış politikaların uygulanabilmesi, ülkemiz açısından hayati öneme haizdir.