Atilla ÇİLİNGİR

Yazar

Kıbrıs Adası

Kıbrıs, vatan topraklarımızın ayrılmaz bir parçasıdır.

Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Devleti, kuruluş anayasasında da belirtildiği gibi; bağımsız ve egemen bir devlettir.

Ama öncelikle kısa bir süre önce K.K.T.C devletinin Dışişleri Bakanı Sn. Tahsin Ertuğruloğlu’nun;

“artık uluslararası tanınma için çalışmaya başlamanın zamanı geldi” sözlerini değerlendirecek olursak;

Bu sözler; Kıbrıs Milli Davamızın haklılığına inanmış, KKTC’nin bağımsız ve egemen bir devlet niteliğiyle yaşatılması için çalışan bir siyasetçinin önemli bir görüşüdür.

Ayrıca en son müzakere sürecinin, her dönemde olduğu gibi Rum tarafının baltalamaları sebebiyle başarısızlıkla sonuçlandığı da unutulmamak gerekir.

Dolayısıyla Türk milletinin, Kıbrıs Türk Halkının, siyasi Erk’in bu sese kulak vermesi gerektiği kanaatindeyim.

1968 yılından bugüne devam eden Kıbrıs Müzakerelerinde Rum-Yunan ikilisi hiçbir zaman adanın Yunanistan’a bağlanmasından (Enosis) vazgeçmemiştir; vazgeçmeyecektir de…

Önümüzdeki yılbaşında yapılacak GKRY başkanlık seçimi sonrasında Rum yönetiminin başına hangi Rum siyasetçi gelirse gelsin; yeniden başlaması öngörülen müzakerelerin hedefi onlara göre yine ‘Enosis’ yönünde olacaktır.  

Rum – Yunan ittifakının Kıbrıs’ı bir Yunan adası yapma hedefi değişmemiştir. GKRY,  K.K.T.C ile gerçek bir federasyon çerçevesinde eşit kurucu ortak olarak, siyasî eşitlik temelinde, iki kesimli bir coğrafî zeminde yaşamayı hiçbir dönemde içine sindirememiştir.

Bu önemli gerçeğin yanı sıra;  BM Güvenlik Konseyi’nin tek yanlı tutumu,  AB’nin maksatlı yanlış politikaları sonucunda; Kıbrıs sorununun adada kalıcı bir çözüme ulaşmasının mümkün olmadığı tüm çıplaklığı ile ortadadır.

BM Güvenlik Konseyinin:

1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasına aykırı olarak sadece Rumlardan oluşan bir kabineyi, “Kıbrıs Cumhuriyeti’nin; Kıbrıs Türk halkını da temsil eden “hükûmeti” olduğunu varsayan 4 Mart 1964 tarihli 186 sayılı  kararı kabul ederek, Kıbrıs Türk halkını uluslararası plânda tecrit etmesini;

2004 yılında yine BM Genel Sekreterinin adada öngörülen çözüm için her iki tarafa da sunmuş olduğu adı ‘’Annan’’ ama içi Kıbrıs Türk Halkına kurulmuş tuzaklarla dolu bu plana dahi Türk tarafı ‘evet’, Rum tarafı ‘hayır’ demesine rağmen Rumların AB’ne haksız, hukuksuz bir şekilde üye yapılmasını da dikkate aldığımızda;

1963 yılından beri uluslararası tecrit şartları altında yaşamakta olan Kıbrıs Türk halkının (de-facto) milli iradesiyle kurmuş olduğu K.K.T.C’nin Türkiye’den başka devletler tarafından da diplomatik yoldan tanınması için girişimlerin başlatılmasını talep etmekten başka haklı bir çare kalmamıştır.

Esasen bu husus, KKTC ve Türkiye arasında istişare yoluyla belirlenecek, bu sürecin nasıl uygulanması gerektiğine yetkili makamlar karar verecektir.

K.K.T.C’nin özerk bir yapıyla Türkiye bağlanıp, bağlanmaması konusuna tekrar dönecek olursak; böylesi bir karar için Kıbrıs Türk Halkının ne söyleyeceği, vereceği karar önemlidir.

Ancak KKTC ile Türkiye arasında Monaco veya Cebel-i Tarık örnekleri esas alınarak bir özerk yapının hayata geçirilmesi durumunda; böylesi bir gelişmenin, uluslararası camiada; Türkiye’nin K.K.T.C’yi ilhak için attığı adımlar olarak değerlendirileceği göz ardı edilmemelidir.

Zaten böylesi bir durumun hele ki Kıbrıs adasının stratejik önemi, çevresindeki enerji kaynaklarını göz önünde bulundurduğumuzda, bu konunun Türkiye aleyhine istismar edileceği şüphe götürmez bir gerçektir.

Günümüzde yaşananlara, ulusal güvenliğimize yönelik iç ve dış tehditlere, tehlikelere bakıldığında; bu kritik dönemde birden fazla cephede mücadele eder bir ülke konumuna geldiğimiz de unutulmamalıdır.

Dolayısıyla Kıbrıs milli davamızda bugün gelinen nokta iyi analiz edilmeli; ülkemizin, adada yaşayan kardeşlerimizin hak ve hukuku, milli menfaatlerimiz, bundan sonra atılacak adımlar bu çerçevede değerlendirilmelidir.