Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

ocetinoglu1@gmail.com

Duâ - 1

İbrahim Ethem Hazretleri, tacını tahtını terk ediyor… Seneler sonra seyr-u sülûkunu* tamamladıktan sonra Belh şehrine tekrar geliyor. Kendi yaptırdığı câmide yatsı namazı kılıyor. Dışarıda; sulu kar yağıyor, müthiş soğuk var.

Şurada kıvrılıp yatayım. Sabah namazını da bu câmide kıldıktan sonra giderim’ diye düşünüyor.

Câminin bekçisi geliyor, İbrâhim Ethem’i buluyor:

-Ne yapıyorsun burada?

-Müsaade et, şurada yatayım. Sabah namazını burada kıldıktan sonra evime gideceğim. Diyor.

Görevli; İbrahim Ethem Hazretleri bu câmiyi, senin gibi çulsuzlar için yaptırmadı.’ Deyip bacağından tutuyor sürüklemeye başlıyor. 

İbrahim Ethem, ‘kibirlenmek olur’ düşüncesiyle ‘Ben İbrahim Ethem’im.’ Diyemiyor. Diyemeyince de câminin hademesi, O’nu ayağından sürükleye sürükleye kapıya kadar götürüyor. Sonra da yine sürükleyerek merdivenlerden, aşağı indiriyor.  İbrâhim Ethem Hazretleri her basamakta başı taşlara çarpmasına, canının çok yanmasına rağmen sesini çıkarmıyor. Bırakıldığı yerden kalkarak şehirde açık bir yer aramaya başlıyor.

Her taraf kapalı…

Bir müddet sonra açık bir fırın buluyor, kapıyı çalıyor, açılınca da sabah namazına kadar bir köşede oturmak için izin istiyor. Fırın işçisi ‘Peki’ deyip yer gösteriyor ve işinin başına dönüp çalışmaya başlıyor.

Aradan iki saat geçiyor. İşçi, işini bitirdikten sonra misâfirine dönüyor: 

Hoşgeldiniz, nereden gelip nereye gidiyorsunuz?’ Diye soruyor.

İbrahim Ethem Hazretleri, Ben iki saattir buradayım, varlığımın farkına şimdi mi vardın ki soruyorsun?’ Diyor.

Fırıncı diyor ki:
-Ben bu fırında işçiyim. İki çocuğum var, iki de yetime bakıyorum. Ben onlara şimdiye kadar haram* lokma yedirmedim. Senin geldiğin vakit benim mesai saatim dâhilindeydi. Şimdi mesâim bitti. Sabah ezanı okununcaya kadar seninle konuşabiliriz, böylece kazancıma haram karışmaz.’

-Sen ne güzel adammışsın… Allah’tan isteyip de alamadığın bir şey oldu mu?

-Ne istediysem Cenab-ı Allah hepsini verdi. Yalnızca, belki de henüz vakti gelmediği için bir isteğimi vermedi.

-Nedir o isteğin?

-‘Allah’a yalvardım: Nasibeyle, İbrahim Ethem Hazretleri’nin elini öpeyim, hayır duâlarını alayım’ diye istekte bulunmuştum. 

İbrâhim Ethem Hazretleri bu defa kibir* endişesini bir tarafa bırakarak hıçkırıklarla ağlarken güç bela şunları söyler:

-O, Subhanehu ve Teâla  öyle bir Allah’tır ki, İbrahim Ethem’i bacağından sürükleye sürükleye, kafasını merdiven taşlarına çarptıra çarptıra senin yanına getirir.

Gözyaşları sicim gibi aksakalından göğsüne akarken ellerini açar, sabah ezanı okununcaya kadar dizine yatmış vaziyette hıçkıra hıçkıra ağlayan fırın işçisinin sırtını sıvazlayarak duâ eder. Sonra da kalkıp berâberce sürüklenerek çıkartıldığı câmiye gidip sabah namazını edâ ederler.

İBRÂHİM ETHEM HAZRETLERİ:

İslam âlimi, mutasavvıf ve tabiin’dir, evliyanın büyüklerindendir.

Hicrî 96, Miladî 714 yılında Belh şehrinde doğdu. Babası, bu bu şehrin hükümdârıydı. 14 yaşında iken avlanmaya çıktı. Karşısına çıkan hayvanı yakalamak için bütün hızıyla atını koşturarak peşine düştü. Uzan müddet tâkip ettiyse de yakalayamadı. Yorulmuştu. Durdu ve dinlenmek için bir ulu ağacın gövdesine sırtını dayayarak oturdu. Hemen uyumuştu. Bir ses duydu: ‘Ey İbrâhim, sen bu iş için yaratılmadın ve avcılıkla emrolunmadın.’  Uyandığında etrâfında kimse yoktu. Emri aldı ve ilim tahsil etmek maksadıyla sarayı ve unvânını terk edip diyar diyar dolaştı. Âlimlerden ilim öğrendi. İcâzet aldıktan sonra çok sayıda âlim yetiştirdi. Bir ara, doğduğu şehre gelip büyük bir câmi yaptırdı, tekrar ilim öğretmek için diyar diyar dolaştı.  Fırsat buldukça sıla-i râhim için Belh şehrine geliyordu.

Geçimini sağlamak için bedenen çalışıyordu. Bağda bekçilik yaparken, bağ sâhibi tatlı nar istedi. Dalından bir nar koparıp götürdü. Nar ekşi çıktı. Adam kızdı ve azarladı: Sen ne biçim bağ bekçisin, ekşi narı tatlısından ayıramıyorsun. İbrâhim Ethem cevap verdi: ‘Benim vazifem bağı beklemek. Yalnızca vazifemi yaptım ve hiçbir narın tadına bakmadım.’ Bağ sâhibi hayret etti ve dedi ki: ‘Sendeki bu hâli görünce, sen İbrâhim Ethem’sin diyeceğim geliyor. İbrâhim Ethem, tanınmaktan korktuğu için ertesi gün sessizce başka bir şehre gitmek üzere yola çıktı.

İbrâhim Ethem, H 162, M 779 yılında vefat etti.