Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

ocetinoglu1@gmail.com

Târihte Türkler

Hıristiyan batıya mensup yazarlar ve onlarla aynı paralelde duruş sergileyen diğer milletlere mensup târihçiler, etnologlar ve sosyal antropologlar, târihte mühim yeri olan kavimlerin kendi soylarından olduğunu iddia etmeyi âdet edinmişlerdir. Eğer kendi soylarıyla irtibatlandırmakta zorlanırlarsa, meseleyi belirsizliklerin karanlığında bırakmayı tercih ederler. Türk ırkına mensup topluluklar, milletler söz konusu olduğunda bu gayretler artırılır. Türk olduğu gizlenir. Onların dümen suyunda olan yerli ilim adamları da batılıların yazdıklarını gerçek olarak kabul etmenin ötesinde varlık gösteremezler.

İlim sahasında insanlığa büyük hizmetleri olan âlimler için de aynı durum söz konusudur. Onlara göre eserlerini Farsça yazdı diye Mevlânâ, İranlıdır. İlmî kitaplarını Arapça yazdıkları için büyük Türk İslam âlimleri Serahsî ve Matûridî Araptır.

Bir şahsiyetin veya insanlar topluluğunun hangi millete mensup olduğu hususunda genel geçer kaide şudur: Kesin hakîkat, belgelere dayalı olarak tespit edilememişse, bütün iddialar ve ihtimaller okuyucuya sunulduktan sonra, ‘Şu millete mensup olması ağırlıklı ihtimaldir’ denilir.

Bâzı ülkelerdeki resmî görüşler, en küçük bir bağlantının bulunması hâlinde bile, kendileriyle aynı soydan geldikleri tezinin üzerine oturtulur. Böylece; köklü, kalabalık ve güçlü oldukları, soyunun büyük âlimler yetiştirdiği, târihi yönlendiren işler yaptığı görüntüsü verilir. Bizde ise maalesef tamamen tersidir. Bir şahsın veya kavmin Türk olmadığına dair en zayıf işâret en kuvvetli delil sayılır.

Ansiklopedilerimizin çoğu tercümedir. Tercüme ansiklopedilerde, bahse konu olan insanların eserlerini yazdığı dil, doğduğu veya yaşadığı veyahut da vefat ettiği bölge göz önünde bulundurularak milliyeti belirlenir. Araştırma zahmetine katlanmayan bâzı târihçilerimiz de o bilgileri doğru kabul ederler. Ve böylece o şahsın, Türk olmadığına inananların sayısı artar. Yerli yazarların hazırladığı ansiklopedilerde de aynı bilgiler tekrarlanır.

Bu düşüncede olanlar Sümerlerin Türk olduğunu kabul etmezler. Sümerlerin Türk olduğunu iddia ve ispat edenlerle; ‘Sümerler Ankara’ya gelip Sümerbank’ı kurdular ve sonra geldikleri Mezopotamya’ya döndüler’ diyerek alay etmekten büyük zevk alırlar.

Daha da ileri gidenler vardır: ‘Eserlerini Rusça yazdı, Türkçe tek bir satır yazmamıştır’ diyerek  Cengiz Aytmatov’un Türklüğünden şüphe ederler.

Alman, İngiliz, Fransız ve İtalyan nice ilim ve fikir adamı vardır ki eserlerini Lâtince yazmışlardır. Büyük Türk şairi Fuzûlî, 76 yıllık ömrü boyunca, dünyaya geldiği Irak’ın Kerbela bölgesinin dışına çıkmamıştır. Böyledir diye O’na, ‘Arap’tır, Türk değildir!’ Diyen ayıplanmaz mı, câhillikle suçlanmaz mı?

Sâdece övünmek maksadıyla soyumuzun târihteki mühim ve yüksek yerlerini bilmek, ecdâdımızın yetiştirdiği âlimleri tanımak bize hiçbir şey kazandırmaz. Böylesi hareket ırkçılıktır. Türk milletinin genlerinde ırkçılık kavramı yoktur. Onları bilmemiz ve tanımamız, onlara lâyık kişiler olma azmimizi kuvvetlendirmek içindir. Biz, ‘iki günü birbirine eşit olan ziyandadır’ sözünü rehber edinen bir kültürün mensuplarıyız. Bu sözün hadis olmadığı iddiaları, kelamın doğruluğunu ortadan kaldırmaz. Fert olarak, millet olarak dâima gelişmek, ilerlemek ilmimizi artırmak şuurumuzu kuşatan hedefler olmalı. Yeni âlimler yetiştirmek târihe geçecek mühim işler yapmak suretiyle geçmişimizdeki parlak günleri tekrar yaşamak için mâzide neler yaptığımızı bilmek mecburiyetindeyiz. Aksi takdirde erir, ufalanır, toz oluruz. Daha güçlü milletler bizi istemediğimiz yerlere savururlar.