Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

ocetinoglu1@gmail.com

Şair ve Yazar Ahmet Mâhir Pekşen ile Üzerinde çok az durulan ‘Şiir ve İslam’ üzerine konuşmalar

 

GİRİŞ:

İslamiyet ve şiir, İslamiyet ve edebiyat… bir bütün olarak ele alınmamış nâdir konulardan biridir. Oysa ki  İslamî  edebiyat, özellikte Türklerde çok gelişmiş ve geniş bir alana yayılmıştır. İslamî edebiyatın en güzel eserleri, İslamiyet’e en üstün hizmetleri gerçekleştiren Türkler tarafından Türk dili ile meydana getirilmiştir.

Bu eserlerin en mükemmeli, şüphesiz ki Süleyman Çelebi’nin (1) 15. yüzyıl Türkçe’siyle yazdığı Mevlid’dir.

Mevlid kelimesinin anlamını sözlükler;  ‘doğmak’, ‘doğum yeri’ ve ‘doğum zamanı ‘ olarak veriyorlar. Istılahta ise; Peygamberimiz Hazret-i Muhammed  Aleyhisselam Efendimizin doğumuna ve bunu anlatan Süleyman Çelebi’nin manzum eserine denilir. Süleyman Çelebi’nin eserinin, kendisi tarafından konulmuş asıl adı; Vesiletü’n-necât = Kurtuluş vesilesi’dir.

Türkler arasında Mevlid kutlama törenleri; Eyyübîlerin, Erbil Atabegi Begteginli Muzafferüddin Kökböri zamanında, 1190-1233 yıllarında başlanmıştır. Törenlerde, Peygamber Efendimiz için yazılmış şiirler okunurdu. Bunların en çok bilineni; Kâb bin Züheyr’in Kasîdetü’l Bürde isimli şiiri idi. Ayrıca, mevlid kutlamalarında okunmak üzere Arapça yazılmış yüzlerce şiir vardır. Türkler tarafından yazılan ilk mevlidin, 1252 yılında Ahmed Fakih tarafından kaleme alındığı kayıtlarda belirtilmektedir. 1388 yılında bir başka Türk; Erzurumlu Mustafa Darîr, Tercüme-i Siyer-i Nebi  isimli eserini kaleme almıştır. Türkçe’de kaleme alınan mevlidlerin sayısı 200 civârındadır.

Süleyman Çelebi, 1409 yılında Vesiletü’n-necât’ı  yazdıktan sonra, özellikle Türklerde, eskilerin hepsi zaman içerisinde unutuldu, yeniler de Süleyman Çelebi’nin eserinin önüne geçemedi.

İki cihan serveri Peygamberimize, mevlid dışında pek çok şiirler yazıldı, bestelendi. Şöhreti bütün İslam dünyasına yayılan mevlidhanlar Türkler arasından yetişti.

Mevlid, hattatların ve bestekârların çalışmalarına da konu olmuş, çok mükemmel eserler meydana getirilmiştir.

Böylesine geniş bir alana yayılan ‘İslamiyet ve şiir’ konusunun derli toplu bir eserle ele alınamamış olmasının oluşturduğu boşluğu, bir nebze olsun doldurabilmek ve daha geniş kapsamlı çalışmalara vesile olmak ümidiyle, yazar ve şair Ahmet Mâhir Pekşen ile konuştuk. 

OĞUZ ÇETİNOĞLU

 

 

Çetinoğlu: Şiir, kolay ezberlenen yazılı metinlerdendir. Şiir tarzında olmamasına rağmen Kur’an-ı Kerim de kolay ezberleniyor.

Kur’an-ı Kerim’in bu özelliğinin kaynağı araştırıldığında; ‘Şiir gibi veya şiir tadında-kıvamında’ olma özelliğinden başka nelerle karşılaşırız?

Pekşen: Kur’an-ı Kerim tabii ki şiir üstü bir ilahî ifâdedir.  Şiir tadı gibi değil şiir tadının ötesinde bir lezzete sahip. 

Bu lezzeti daha çok,  kana kana yudumlayabilmek için Arapça’ya çok üst seviyede vâkıf olmak isterdim.             

Ama Kur’an-ı Kerim bir konuyu, anlatılabilecek en üst ahenk kalıbı içinde ve en üst anlam seviyesinde anlatmaktadır.

Hepimizin bildiği İhlas, Nas ve Felak surelerinde bunu görebiliyoruz.

İhlas suresinde, bir iki satırlık metin içinde Cenab-ı Allah’ın sayfalarla zor anlatılabilecek özellikleri açıklanmaktadır.

Özellikle Nas suresi anlam ve ahenk özelliğinin çok güzel bir örneğidir. Bu surede şeytanın vesvesesinden, sinsiliğinden bahsedilir. Ve alçak sesle okuduğumuzda, ilahi metinde ki ‘S’lerin çokluğundan dolayı,  bir fısıltı ve sanki bir vesvese sesi gelir kulağımıza.

Bu konuda fikir yürütmek de zorların zoru bir iş. 

Çetinoğlu: Şiir ve İslamiyet konusunu derli-toplu ele alan bir eser (bildiğim kadarıyla) yok.

Sizin bu konu ile yakından ilgilendiğinizi biliyorum. Bilgilerinizi okuyucularımızla paylaşır mısınız?

Pekşen: Ben de derli toplu bir eser hatırlamıyorum. Sahâbenin hayatından bahsederken bir paragrafta şair olduğundan da bahsediliyor.

Mesela; Hazreti Ayşe Validemiz güçlü bir şairdir ve ancak bunu O’nun hayatını detaylı olarak incelediğimizde görüyoruz.

Ve aslında detaylarda çok daha güzel şeyler de yakalıyoruz.

İnşallah bu konuda çok güzel bir eser verilir ve bu boşluk doldurulur.

Bu arada ‘Hadislerde Şiir’ konusuna değinmek istiyorum.

Hazreti Muhammed Mustafa (S.A.V.)’in ‘Yarabbi Şair Hassan’ı Ruhül Kuds’le güçlendir.’ Hadis-i Şerifinden başka bir de cesâret verici beyanı vardır.

Hassan’a hitaben buyuruyor ki;

Onları hicvet. Onlara cevap ver. Korkma Cebrail seninle beraberdir.’

Demek ki, Cebrail güzel düşünen, İslam’ın lehine yazan şairlerle beraber. Ben buradaki İslam kelimesinde barıştan huzura güvene, esenliğe bütün güzellikleri anlıyorum. Yani toplumun birliğine bütünlüğüne, güzelliğine, barış ve huzur içinde yaşaması niyetiyle kaleme alınan her şiir sevaba vesile.

Peygamber Efendimiz Şair Abdullah İbn-i Revaha’nın beyitlerini dinledikten sonra; ‘Şüphesiz kardeşiniz batıl söz söylemez.’ buyurdu.

Buhari Hadislerinde Peygamberimizin;

Fasih ve beliğ olan sözde şiir, şiirde hikmetler ve menfaat vardır.’ buyurduğu yazılıdır.                                                                                                                                                                  Amr İbn-i Şerid diyor ki;

Resul-ü Ekrem bir kere Ümeyye İbn-i Salt’ın şiirini okumamı istedi. Ben Ümeyye’nin şiirlerinden yüz kafiye okudum.’

Bir de şiirin aleyhinde gibi görünen hadis vardır.

Birinizin içi irin ile dolup harap olması, onun hakkında şiir ile dolmasından daha hayırlıdır.’

Büyük ulema kafilesi bu hadisin, müstehcen kelimeler ihtiva eden, ahlaka aykırı, dine karşı, gayrı ciddî şiirler olduğu hususunda birleşmişlerdir. 

Çetinoğlu: Şiirin İslamiyet’teki yerinden söz eder misiniz?

Pekşen:Şeytanın kime ineceğini size haber vereyim mi? Onlar her günahkâr yalancıya inerler. O yalancılar (şeytana) kulak verirler, çokları da yalan söylerler.

Şairlere ise ancak yozlaşmış azgınlar uyarlar. Baksana onlar her vadide avare, şaşkın dolaşırlar. Ve yapmadıklarını söyleyip dururlar.

Ancak iman edip iyi-yararlı amellerde bulunanlar; Allah’ı çokça ananlar ve zulme uğradıktan sonra kendilerini savunup, karşı koyanlar müstesna. O zulmedenler yakında nasıl bir inkılaba uğrayacaklarını, nereye dönüp kalacaklarını bilecekler.’ (Şuara/221-227)

Kur’an da şiir ve şairden bahseden âyet bu.

Çetinoğlu: Konuyu biraz açar mısınız?

Pekşen: Müşrikler (2) Peygamber Efendimize, şair, hatta ‘cinlenmiş şair’ Kur’an-ı Kerim’e de ‘peygamberin yazdığı şiir’ diyorlardı. Evet, şüphesiz ki ne Peygamber Efendimiz şairdi, ne de Kur’an-ı Kerim şiir.

İşte bu suçlamaların sürüp gittiği günlerde nâzil oldu şairlerle ilgili âyetler.

Şairlere gelince, onlara da azgınlar uyar…’ âyeti inince, İslam’ın güçlü kalemleri, sahâbe (3) şairler; Abdullah İbn-i Revaha, Kâ’b İbn-i Mâlik ve Hassan İbn-i Sâbit ağlayarak Peygamberimizin yanına geldiler ve,

Ya Resulallah. Allau Teala bu âyeti gönderdi.  Allah bilir ki biz şairiz’ diye dertlerini yandılar.

Allah’ın Resulü;

Âyetin alt tarafını okuyun’ buyurdular.

Ve İslam’ın güçlü şairleri âyetin devamını okuyunca kalpleri mutmain (4) oldu. İslam’ın lehine ve tabii ki küfrün de aleyhine şiirler yazmaya ve okumaya devam ettiler.

Allah’ın, devamında;

Allah’ı çokça ananlar ve zulme uğradıktan sonra kendilerini savunup karşı koyanlar müstesna’ denilmekte idi.

Çetinoğlu: Genişçe bir şekilde ifâde etmek gerekirse…?

Peşkşen: Bu âyeti dikkatle incelediğimizde, satır aralarında, mâna detaylarında şunları görebiliriz.

Cenab-ı Alllah’ın yerdiği şairlerin özelliklerini dört maddede toplayabiliriz.

1- Günahkâr,

2- Şeytana kulak veren,

3- Yalan söyleyen,

4- Vadilerde şaşkın şaşkın dolaşan.

Bu özellikleri üzerinde taşıyanlar ilhamlarını şeytandan alan şairlerdir.

O halde Cenab-ı Allah’ın rızâsına tâlip olan şairlerin özellikleri de şunlardır;

1- Allah’a iman eden,

2- İyi işler yapan,

3- Allah’ı çokça anan,

4- Kendilerine zulmedildikten sonra üstün gelmeye çalışan…

Özetleyecek olursak; Şairlerin mücâdelesi insanlığa faydalı, bir başka deyişle Kur’an-ı Kerimin ölçülerine uyduğunca şerefli.

Müşriklerle mallarınız, canlarınız ve dillerinizle mücâdele ediniz.’ mealindeki âyet de, kabiliyeti olanların şiir söylemesi ve inanmayanlara karşı kalemle mücâdele etmeleri için emir niteliğinde olarak değerlendirilebilir.

Ve bu yönüyle şiir, dinimiz için gereklidir. Bu cümleden olarak şair de şerefli bir görev üstlenen dâvâ adamıdır.

Çetinoğlu: Bu söylediklerinizi birkaç örnekle destekler misiniz?

Pekşen: Peygamber efendimiz mescidindeki kürsüde Hassan İbn-i Sâbit’e şiir söyleme görevi verir. Yeni yazdığı şiiri sahâbeye buradan okunmasına izin verir. Bu ne güzel kürsüdür. Bu ne güzel bir görevdir.

Ve Hadis kitaplarında Sevgili Peygamberimizin bir duası vardır;

Allah’ım sen Şair Hassan’ı Ruhül Kuds’le (5) (Cerbaille) güçlendir.’

Bu duanın üstüne söylenecek söz olamaz.

Çetinoğlu: Şiir, çok geniş bir alana yayılıyor: Mesnevi, (6) naat, (7) münacat, (8)  Mevlid, miraciye (9), bayramiyye (İydiyye) (10), gazel ve diğerleri… Bu konuda okuyucularımızı bilgilendirir misiniz?

Pekşen: Edebiyatın estetik açıdan en güzel dalıdır şiir. Bunun için doğu ve batı edebiyatında en güzel, en ölümsüz kabul edilen eserleri şiir üslubuyla kaleme alınmıştır.

Sevgililere yazılan mektuplar nesir olsa da sonuna usturuplu bir şiir kondurulmuş. Leyla ile Mecnun hikâyeleri şiirleştikçe güzelleşmiştir.

Fuzûlî, Bâki, Nedim…  Şiirin birçok türünde kalem oynatmış, harika şiirler ortaya koymuştur. Bu şiirlere bâzen gazel denmiş bazen mesnevi.

Peygamber Efendimiz Hazreti Muhammed Mustafa (S.A.V)’in sevgisiyle yanan şair gönüller okuyanlara da o sevgiyi yaşatan naatlar koymuşlar ortaya. Yüce Resulün özelliklerini, niteliklerini, güzelliklerini şiir güzelliğiyle anlatmayı uygun bulmuş.

Dualar şiirleşince münacatlar meydana gelmiş ciltler dolusu.

Divan şairlerimizin hemen hepsi olmasa da büyük bir çoğunluğu iydiyye kaleme almıştır. Osmanlı döneminde ramazan ve kurban bayramlarında her halde şairleri tatlı bir heyecan sarardı. Edebiyatımız iydiyye örnekleri ile doludur ve bu sadece saray erkânını metheden şiirler olarak kalmamıştır. O günlerdeki bayram kutlamalarının ahengini, rengini, tüm güzelliklerini gelecek nesillere de aktarmıştır. Özellikle Lale Devri ile birlikte hâfızalarımıza nakşolan Nedim’in, İstanbul bayramlarını anlattığı iydiyyelerde âdeta bir belgesel oluşturulmuş ve günümüze titizlikle korumamız gereken bir belge olarak intikal etmiştir.

Kur’an-ı Kerimde, İsra Suresinde zikredilen Miraç hadisesi Miraciyelerle geçmiş edebiyatın altın sayfalarına.

Suya gazeller yazılmış.

Ve halkımız şiiri bağrına basmış. Ezberlemiş. Bir misal vermem gerekirse; Mevlid-i Şerif. Anadolu insanının okuma bilen bilmeyen her ferdi bu güzel eserden birkaç beyit okur.

Mevlidler, kasideler, na’atlar, münacatlar, M’i’raciyeler ve diğer  eserler sâyesinde milletimiz şiirdeki sanatları öğrenmiş ve bunları hayatlarına da yansıtmışlardır.

Tecahül-ü Ârif, Teşbih-i Beliğ, Mübâlağa satanları belki şeklen târif edilememiş ama en iyi şekilde kullanılmıştır.

Çetinoğlu: Evet… Mevlid-i Şerif çok önemli…

Pekşen: Evinde Mevlit okunmayan aile sayısı çok azdır.

Çetinğlu: Mevlid hakkında biraz daha geniş bilgi verebilir misiniz?

Pekşen: Yazarının verdiği isimle anmak gerekirse Vesiletü'n-Necat. Hazret-i Muhammed (sav) Efendimizin doğumunu ve hayatındaki önemli olayları konu alan eserdir. 730 beyitten oluşur. Hz. Muhammed'in üstün vasıflarını anlatan bölümlerin dışında açık bir dille yazılmış eserde, çeşitli aruz ölçüleri ustaca kullanılmıştır. Birçok dile çevrilen ve daha sonra çok sayıda Mevlid yazarını etkileyen Vesiletü'n-Necat’ın tamamı veya bâzı bölümleri 17. ve 18. yüzyıllarda bestelenmiş, ama bunlar neredeyse unutulmuştur. Eserin birbirinden farklı, beyit sayıları değişik birçok yazma ve basma nüshası vardır. İlk defa 1853'te Mevlid-i Şerif adıyla  basılan eserin sonraki basımları arasında, 1954'te Ahmet Ateş'in; ‘Vesiletü'n-Necat, /  Mevlid’, 1970'te Faruk Kadri  Timurtaş'ın; ‘Süleyman Çelebi - Mevlid’ ve 1980'de de Necla Pekolcay'ın; ‘Süleyman Çelebi - Mevlid’ isimleri ile  hazırladığı basımlar sayılabilir.

BAHADIR...

Görmez misin milleti , umut sende, göz sende,
Herkes bir şey söyledi, kürsü sende, söz sende,
Ufukta güneş dursun zamana bir düğüm at,
İşte senin  altında Fatih'te gördüğüm at,
Kalemini hazırla, kılıcı çekme kından,
Gönülleri fethetmek gaye bu son akından....

Nefer mi istiyorsun, sahralar kadar dolu,
Duada evliyalar, secdede Anadolu.
Anadolu tetikte, Anadolu ayakta,
Diriler kahkahada, ölüler ağlamakta...

DENİLİRSE İNANMA, "DAHA DUR, AZ DAHA DUR"...
KAYBEDECEK ANIN YOK, ZAMAN HIZLI BAHADIR....

Şimdi dünya avcunda, nefes alsan duyan var,
Yazık!... Batan gemide yan gelip uyuyan var.
Uzay gemilerini fezada yürüt artık,
Sana dar bu hudutlar, hedefi büyüt artık.
Her damla yaş bir dua,her dua binbir füze,
Beklenen hesaplaşma, geldik işte yüzyüze...

Yarın belki yok yiğit,sanki bu an son andır,
Zaferi umuyorsan hem inan, hem inandır.
Biz ki; çağlara mühür vuran nesillerdeniz,
İstanbul'da sur söyler, Çanakkale'de deniz.

NE MADALYA, NE ÜNVAN, HESAP SIRF ALLAH'ADIR.
SIRTINA DÜNYA KONSA ŞİKAYET YOK BAHADIR...

Anlayacaksın beni tarihi düşününce,
Davan kadar büyüksün, hedefin kadar yüce,
Borcun var bu vatana, hem kan hem de ter borcu,
Bahadır, belki yarın bu toprak ister borcu.
Şükür gerek bedenin her bir azası için.
Doğrul be BAHADIR'ım, Allah rızası için.

KARANLIĞI TÜKETTİK,YÖNÜMÜZ SABAHADIR.
BİR KEMENT AT GÜNEŞE, ÇABUK GETİR BAHADIR.

                                                           AHMET MAHİR PEKŞEN                  

LÜGATÇE:

(1) Süleyman Çelebi: İlk Türkçe Mevlit’i yazan Osmanlı Şairi Süleyman Çelebi, 1351 yılında Bursa’da doğdu. Hayatına ait bilgiler sınırlıdır. Orhan Gazi'nin silâh arkadaşlarından olduğu söylenen Şeyh Mahmud'un torunu, Birinci Murad'ın vezirlerinden Ahmed Paşa'nın oğlu olduğu sanılır. İyi bir eğitim gördüğü anlaşılmaktadır. Bir süre Yıldırım Beyazıd’ın Divan-ı Hümayun imamlığını yaptıktan sonra, bağlı bulunduğu şeyhi Emir Sultan'ın önerisiyle Bursa Ulucamii imamlığına getirildi. Halka arasında ‘Mevlid’ olarak anılan Vesiletü'n-Necat isimli eserini bu görevde iken yazdı. Bursa’da, 12 Mayıs 1422 tarihinde, 71 yaşında iken Hakk’ın rahmetine kavuştu.

(2) müşrik: Sözlük anlamı, ‘bir şeye ortak olmak’ demektir. İslamiyet’te ise; Cenab-ı Allah’a; ilah, rab, mâ’bûd oluşunda, sıfat ve fiillerinde: eşi, benzeri ve ortağı olduğunu iddia eden kimselere denilir.

(3) sahâbe: Hazret-i Muhammed (sav) döneminde yaşamış ve O’nun evresinde bulunmuş kişiler. ‘Sahâbî’ olarak da anılır. Bayan olursa, ‘sahâbiyye’ denilir.

(4) mutmain: İnanmış, içi rahat, şüphesi olmayan.

(5) Ruhül Kuds: Ruh, can ve canlılık, Kuds ise mukaddes, temiz, nezih ve emîn-güvenilir anlamındadır. Ruhül Kuds; mukaddes ruh, güvenilir ruh anlamındadır. Bu tâbir ile; vahiy meleği Cibril (as) kast edilmektedir.

(6) mesnevi: Beyitleri kendi aralarında kafiyeli uzun manzûme. Bu nazım biçimi ile yazılan uzun manzum eserlerin genel adı.

(7) naat: ‘Na’t’ olarak da yazılır. Hazret-i Peygamber için yazılan övgü şiirlerinin genel adıdır. 

(8) münacat: Cenab-ı Allah’a yakarma, yakarış. Divan edebiyatında Allah’ın yüceliklerini anlatan Allah’ı öven, ondan niyazda-istekte bulunan şiir şekli.

(9) mî’râciye: Hazret-i Muhammed (sav) Efendimizin; Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksâ’ya, Oradan da Burak adlı binitle semâya götürülüşü olan Mî’rac olayını anlatan şiirler.

(10) bayramiyye / iydiyye: Edebî bir dille yazılan bayram tebriki.

OĞUZ ÇETİNOĞLU