Ahmet TEKİN

İlahiyatçı, yazar

Hz. Muhammed S. A. V' in Kelime-i Tevhid'deki Yeri

Kelime-i Tevhid’in “Lâ ilâhe illallah, Muhammed’ ür-Rasülullah,, olduğunu, “ilâh (Hak ilâh) yalnızca Allah’tır. Muhammed s.a. Allahın Resülüdür.,, manasına geldiğini; bir kimsenin İslama, Kelime-i Tevhidi söyleyip kabullenerek, tastik ederek girebileceğini; Kelime-i Tevhidin kabullenilip tastik edilme şekline Kelime-i Şehadet dendiğini, “Eşhedü en lâ ilâhe illallah ve eşhedü enne muhammeden abdühü ve Rasülüh.,, şeklinde ifade edildiğini; “ilâhın (Hak ilâhın) yalnızca Allah olduğunu kabul ve şehâdet ederim. Muhammed S.A in de Allah’ın kulu ve Rasülü olduğunu kabul ve şehadet ederim.,, manasına geldiğini hemen her müslüman bilmektedir.
Kelime-i Tevhidin veya Kelime-i Şehadetteki tevhidi ifade eden ilk cümlenin- rüknün olumsuzluk edatı “lâ” ile başlamasının, cümlenin “illâ” ile devamı sebebiyle, cümleye olumsuz mana verilmesine sebep olmayacağının; Allah’ın ilahlığını, varlığını, birliğini, yüceliğini, yani tevhidi ifade eden cümleyi bizim yukarda manalandırdığımız gibi te’kitli olumlu cümle haline getirdiğinin altını çizerek belirtmek isterim.
Kültürümüzde Kelime – i Tevhid ve Kelime – i Şehadetin iki Kelime – i Tevhid veya iki Kelime – i Şehadet denilmek suretiyle aynı manaya geldikleri kabul edilmiş. Kelime – i Tevhide Kelime – i Şehadet, Kelime – i Şehadete Kelime – i Tevhid denilebileceği ifade edilmiştir.
Kelime – i Tevhid iki temel esas-rükün üzerine kurulmuştur. Kelime – i Tevhidin ilk rüknünde Allah’ın ilahlığı, varlığı, birliği ve yüceliği, emsalsizliği; ikinci rüknünde de, Allah’ın insanlarla irtibatını-münasebetini sağlayan peygamberlik ve Hz. Muhammed S.A.in  cihanşumulluğu-evrenselliği, bütün peygamberleri tasdik eden son peygamberliği (1), Hz. Muhammed s.a.den önceki bütün peygamberân-ı izamın görevlerinin sona erdiğini; bütün insanlığın tek peygamberin, Hz. Muhammed S.A.in ümmeti haline geldiğini vurgulamaktadır(2).
Kelime – i Şehadette, Hz. Muhammed S.A.in kulluğu da zikredilmekte, kulluğunun Rasullüğünden önceliği ortaya konmaktadır. “Abd – kul” ibadet ve ubudiyyet kökünden türemiş bir kelimedir. “Abd” in Allaha nisbeti insanın, Allah’a kendi tercihi ve seçimiyle imanı, yani imandaki özgürlüğü, Allah tarafından sevilen insanı, Allah’ın emirlerini ifa eden, Allah’ın rızasını kazanma maksadı güden, nimeti lütfedene öncelik tanıyan insanı, Allah – insan irtibat ve münasebetindeki însânî planı, Allah tarafından sağlanan izzetle aziz olmayı, zilletten kurtulmayı ifade eder. Allah’a kullukta samimi davrananın kula kulluk-kölelik etmesi mümkün değildir.
Kelime – i Tevhid kavramı ile bütün peygamberlerin tebliğ ettiği dinin adı olan İslamın son mükemmel hali ve İslam Dininin getirdiği son ilahi nizam da ifade edilmiştir. Kuran-ı Kerim, İbrahim suresi 24. ayetteki “Kelime – i Tayyibe”, Âl – i İmran 64, Enam 115, Tevbe 40, Zuhruf 28, Fetih 26 daki “kelime”ler bu manayı teyit etmektedir.
Kelime – i Tevhid’in ilk rüknü Kur’an – ı Kerimde 37 ayette zikredilmektedir. İkinci rükun ise 229 yerde yalnızca Hz. Muhammed S.A.e. has olarak, 96 yerde de Hz. Muhammed S.A. diğer peygamberlerle birlikte zikredilmektedir. Kur’an – ı Kerimde 1. derecede Hz. Muhammed S.A. e raci olan zamirlerin geçtiği ayetleri de dikkate alırsak ilgili ayet sayısı 1000’i geçer.
Kelime – i Tevhid ile ilgili bu özet bilgiden sonra, Kelime – i Tevhidin ikinci rüknü ile ilgili biri bir hadis – i şerifteki eksik anlayışa istinad eden görüşleri; diğeri de diyalogcu birkaç cemaat önderinin şahsi indi tasarruflarını ifade eden görüşlerini irdeleyip tahlil edeceğiz.
Buhari, Müslim, Tirmizi ve Müsned-i Ahmed’de rivayet edilen hadiste Hz. Peygamber S.A “Kim lâilahe illallah derse cennete girer.,, buyurmaktadır (3). Bir kısım hocalarımız, bazı arkadaşlarımız bu hadis-i şerifin zahirine bakarak İslam dairesine girmek ve ilahi rahmete mazhar olmak için Kelime-i Tevhidin ilk rüknünün yeterli olduğunu, ikinci rüknünü söylemeye ihtiyaç olmadığını belirten görüşler ileri sürmektedirler. İlahiyat alanındaki bazı akademisyenlerin de televizyonlarda üstüne basa basa bu tür görüşlere iştirak ettikleri görülmektedir. Bu tür anlayışlar toplumda giderek yayılmakta, takvim kartonlarına ve kapaklarına Kelime-i Tevhidin ikinci rüknü yazılmamakta, konferans salonlarına, kültür merkezlerine, milletlerarası dînî toplantıların yapıldığı platformlara Kelime-i Tevhidin sadece ilk rüknü yazılı olarak asılmakta; bu toplantıları organize edenler bu sakim anlayışlara dayanarak veya kendilerine göre bazı sebeplerle Kelime-i Tevhidin ikinci rüknünü yazmaktan özellikle kaçınmaktadırlar. Diyalogcu  bir kısım cemaat önderleri ve bunlara bağlı olan cemaatler de hıristiyanları daha çabuk İslama sokmak ve hıristiyanlara karşı hoşgörülü davrandıklarını ispat etmek veya menfaat alış-verişleri dolayısı ile Kelime – i Tevhidin ikinci rüknünden yani “Muhammed S.A. Allahın Rasulüdür” den bir süre vazgeçtiklerini göstermekte veya öyle görünmektedirler. Hatta bununla da yetinmemekte, “Herkes Kelime – i Tevhidi esas alarak çevresine bakışı yeniden gözden geçirmeli ve ıslah etmelidir. Hatta Kelime – i Tevhidin ikinci bölümünü yani ‘Muhammed Allah’ın Rasulüdür’ ü söylemeksizin sadece ilk kısmını ikrar eden kimselere rahmet ve merhamet bakışıyla bakmalıdır.’ Çünkü hadislerde anlatıldığına göre, Allah’ın o engin rahmeti öyle tecelli edecektir ki, şeytan bile, acaba ben de istifade edebilir miyim diye ümide kapılacaktır. Şimdi böyle bir rahmet enginliği karşısında cimrilik yapmak ve o cimriliği temsil etmek bize yaraşmaz. Hem bize ne; mülk onun, hazine onun, kul onun, öyleyse herkes haddini bilmeli.” (4) diyerek Müslümanın çevresine bakışını ıslah etmesini, doğru anlayışları ortaya koyanları küçümser bir ifade ile emretmektedirler. Güçlü cemaatlerin ve bazı akademisyenlerin belediyecilere ve siyasetçilere de bu düşünceleri empoze ettikleri belediyelerin açtıkları sergilerde, siyasetçilerin katıldığı diyalog ve medeniyetler buluşması toplantılarında  değişik boyutlar ve kompozisyonlar içinde görülmektedir.
Geçmişte olduğu gibi, insanlar, oyuncağını bozan çocuklar gibi, peygamberlerin tebliğ ettiği dinin ruhunu, şeklini ve adını bozma çabalarını devam ettiriyorlar. Geçmiş şeriatlar ahmaklar, düzenbazlar, menfaatperestler, münafıklar, ajanlar ve işgüzarlar eliyle tahrif edilerek aslıyla ilişkileri kesilmiş, yap – boz tahtası haline dönüştürülmüş, kanlı hadiselerin, büyük problemlerin kaynağı olmuştur. Bugün de büyük şeytan, taşeronları, avaneleri ve kuyrukları aynı olayların tezgahı içindedirler. Kelime – i Tevhidin ikinci rüknünün yok sayılmasını tezgahlayanlar, hadisin zahirine istinaden görüş ileri sürenler istisna edilirse, büyük şeytanın avaneleri, kuyrukları ve taşeronlarıdır.
Bu kısa girizgahtan sonra hadisin tahliline başlayabiliriz.
“Rasullullah s.a. şöyle buyurdu:
Kim Lailahe illallah derse cennete girer”
Bu sözü söyleyen kim? Allah’ın Rasulü Hz. Muhammed S.A.
Söylediği ne? Kelime – i Tevhidin ilk rüknünü kabul edenle ilgili mükafaat.
Hz. Muhammed S.A.e itimat ve iman olmadan sözüne itimat edilmesi, sözlerinin kendisine karşı kullanılması mümkün mü?
Daha hadis “kâle rasullullah (en-nebi) diye başlarken Hz. Muhammed S.A.e itimat ve iman, Hz. Muhammed S.A. i kabul söz konusudur. Bu Hz. Muhammed S.A.in risâletinin-misyonun gereğidir. Onu kabullenmeyenin ona itimat ve iman etmeyenin, sözünü kabullenmesi asla söz konusu olamaz. Söylediği söz Kelime – i Tevhidin ilk rüknü ve imanı gerektiren bir sözdür. Bir filozofun özdeyişi değildir. Bu söze iman edenin, Rasulullah S.A.e. öncelikle iman etmesi gerekir.
Rasulullah S.A.in söylediği söz bir şart edatı olan “men-kim … ise” ile başlamaktadır. Bu tür şart edatlarıyla başlayan cümlelerdeki hükümlere aykırı olan mezkur veya melhuz önceki kabuller artık yok sayılır. “Kim hak ilah yalnızca Allah’tır, derse şartı, diyenin küfürden, şirkten, nifaktan arınarak, Allah’ı ilah kabul ettiğini ifade eder.
Zührînin de söylediği gibi, Allah’ın Rasulü,  tevhidi ifade eden bu hadisi, kendisine, İslamı âşikâre tebliğ ve yayma emrinin verildiği ilk günlerde dile getirmiştir. Kabe ve civarında 360 putun bulunduğu, putperestlerin hakimiyetinin zirvede olduğu günlerde Hz. Muhammed S.A. tarafından söylenmiş bir sözdür. Hz. Muhammed S.A. e güvenenlerin, ona iman edenlerin, onun peygamberliğini kabul ve tasdik edenlerin, onun safında putperestlerle, müşriklerle mücadeleyi göze alabilenlerin söyleyebildiği bir sözdür. Allah’ın varlığının, birliğinin kabul ve tasdikini, Hz. Muhammed S.A. e inmeye devam eden vahyin, Kur’anın emir ve hükümlerine itaati, Hz. Muhammed S.A. in emir ve kararlarını hayata geçirmeyi, onun çevresinde kenetlenmeyi içeren bir sözdür. Çünkü tevhide dayalı düzen ona gelen vahiylerin, onun tarafından insanlara ulaştırılmasıyla, onun teşrii ve onun eliyle gerçekleştirilmektedir. Bedeli de çok ağırdır: Emsallerine müşriklerin yaptıkları tehditleri, eziyetleri, işkenceleri göre göre,  Hz. Muhammed S.A. ile birlikte bunları göğüslemenin, canlarını ortaya koymanın kararlılığını gösterebilenlerin söyleyebildiği, Mekke’deki putperest düzenin, idarenin yıkılmasını tetikleyen bir sözdür. Hz. Muhammed S.A. in hayatını ortaya koyarak söylediği bu sözden, insanların dünyevi ve uhrevi kurtuluşlarında, ona imanın gerekmediği hükmünü çıkarmak, tedavisi mümkün olmayan ahmaklık değilse eğer, Hz. Muhammed s.a e, Kur’ana, bu dine, bu ümmete hıyanettir.
Ebu Talip, Ebu Cehil ve Ebu Leheb   gibi müşrik ileri gelenlerinin,  Hz. Muhammed S.A. i şikayet için yanında bulunduğu sırada:
”-Yeğenim, bu halk senden niçin şikayet ediyor?..” sualine karşılık, Hz. Peygamber S.A.,
 “-Amcacığım ben onların öyle bir söz üzerinde birleşmelerini istiyorum ki, o sözü söyledikleri takdirde bütün Araplar onlara boyun eğecek…” buyurunca, müşrikler “-Eğer mesele bir sözden ibaretse ,evet; isterse on söz olsun…” demelerine rağmen, Kelime-i Tevhidin söylenmesi istenince, yakalarını silkerek kalkıp gitmişlerdir. Ebu Cehil ve Ebu Leheb gibi müşrik ileri gelenleri, Kelime-i Tevhidin ne manaya geldiğini anladıkları halde, bizim bazı cemaat önderlerinin, onlarla irtibatlı hocaların Kelim-i Tevhidin ne anlama geldiğini bilmezlikten gelmeleri, Kelime-i Tevhidi parçalamaya çalışmaları, Kur’anı Kerimden kendilerine dayanak aramaları hayli düşündürücüdür.
Hadisin içinde, öncesinde veya devamında Hz. Muhammed S.A.e imanı Kelime-i Tevhidin dışında bırakmayı gerektirecek açık bir lafız olmadığı gibi, bir imâ bile söz konusu değildir.
Böyle bir durumda kim, ne hakla Hz. Muhammed S.A.e. imanın üstünü örtebilir?
Allah’ın ilahlığını, varlığını, birliğini, yüceliğini kabullenmek, buna iman etmek, bunu tasdik etmek, imanın anayasasını kabullenmek manasına gelir. Bir ülkenin anayasasını kabul ederek vatandaşlığına girenlerin, vatandaşlık yemini yapanların kanunları, tüzükleri, yönetmelikleri kabul etmeme gibi bir haklarının, bir lükslerinin olduğu nerde görülmüştür? Bu sebeple, en küçük bir detayın kabullenilmemesi tevhide zarar verir. Mü’mini iman dairesi dışına çıkarır.
Hz. Muhammed S.A.in peygamber olarak görevlendirilmesi ilahi bir emir ve hüküm gereği olduğuna, Allaha imanın peygamberlerin uyarıları, tebliğleri sonucu gerçekleştiğine göre, Hz. Muhammed S.A.in Kelime – i Tevhid dışında bırakılması Kelime – i Tevhidin ilk rüknüne iman bırakır mı? Emrini, hükmünü saymadığın, dinlemediğin yüce varlığa sözde iman ettim demekle iman edilmiş olur mu? Fiilen inkarın bulunduğu yerde iman etme sözünün ne kadar manası olur? Bir Rasulü-elçiyi tanımak, onu göndereni tanıma  manasına geldiği gibi, elçiyi tanımamak da onu göndereni tanımama manasını ifade eder. Bu sebeple Kelime-i Tevhiddeki ikinci rüknü ilkinden ayırmak mümkün değildir.
 Hz. Muhammed S.A. in  peygamberliği sarahaten(açık açık) kabul edilmedikçe Allah’ın ilahlığına, varlığına, birliğine Allah’ın kendi şehadeti gibi hakiki ve sıhhatli bir şehadet  yapılmamış olacaktır. Çünkü ilahlık ile kulluğu birbirinden, karışıklığa meydan bırakmayacak şekilde ayıran kesin çizgiler bu iki rüknün birlikte zikriyle ortaya konmaktadır. İslamda bu iki rüknün bu sebeple de birlikte ikrar ve tastiki şarttır.
Kur’an – ı Kerim Yunus suresi 100. ayette Allah’ın iradesiyle bilgilendirme olmadan hiç kimsenin iman edemeyeceği çok açık bir şekilde ortaya konmaktadır. Allah’ın îrâdî bilgilendirmesi ise, melek, kitap ve peygamberle gerçekleştirilmektedir. İslam ulemâsı ve özellikle müfessirleri, Allah’a imanın söz konusu olduğu yerlerde, Allah’a imanın gerektirdiği esasları meleğe, kitaba, peygambere imanı da Allah’a imanın içinde zikretmişlerdir. Demek oluyor ki, insanları Allah’a imana götüren sistemin insânî ayağı peygamberdir. Peygamberi dolayısıyla kitabı ve meleği aradan çıkardığınız zaman ortada iman kalmamaktadır. Netice itibariyle din de ortadan kalkmaktadır. Putperest geleneğinden gelen, bugünkü hıristiyanlığın kurucusu Pavlos, Allah’ın peygamberi Hz. İsa a.s.ın peygamber vasfından sıyrılmadan, onun tebliğ ettiği dini, İslamı putperest gelenekle birleştirip hıristiyanlık haline getiremeyeceğini bildiği için, önce onu peygamberlik vasfından ayırıp üç ilahtan biri haline getirerek planını gerçekleştirmiştir. Bugünkü çok iyi yetişmiş kilise adamları ve papaz kadroları İslamın hıristiyanlaştırılmasının yolunun Allah’ın Rasulü Muhammed S.A.e imanı ortadan kaldırmakla gerçekleştirileceğini çok iyi bildiklerinden taşeronlarını işe buradan başlatmışlardır. Onlar, Hz. Muhammed S.A.e. imanı terk ettirmeden tek ve ortağı olmayan yüce varlığa, Allah’a imanı ortadan kaldırıp insanları teslise – üç ortaklı tanrılara götüremeyeceklerinin hesabını iyi yaptıklarından İslam kalesinin bu stratejik burcunu düşürmeye çalışmaktadırlar.
Kelime – i Tevhidin ikinci rüknü “Muhammedür Rasulllah” isim cümlesidir. İstimrar – devamlılık ve genellik ifade eder. Muhammed S.A.in peygamberliğinin zamanla, bölgeyle sınırlı olmadığının, yani onun bütün insanların kıyamete kadar peygamberi olduğunun en açık ifadesidir. Bu isim cümlesinin yapısı ve Hz. Muhammed S.A.in adının te’kitli bir cümlede zikri, onun dışında görevli peygamber olmadığının delilidir. Kur’an – ı Kerimdeki bir kısım ayetler, Rasulullah s.a.’ın bu ayetleri açıklayan hadisleri Kelime – i Tevhidin bu ikinci rüknündeki manayı teyit eder. Kur’an ve sünnet-i seniyye ile teyit edilen böyle bir mana ise, kilisenin ve papazların hiç mi hiç işine gelmez. Böyle bir mana onların varlık sebeplerini, hıristiyanlığı ortadan kaldıran İslamı bâki kılan bir kaziyye – i muhkemedir. Bu sebeple, elbette Kelime – i Tevhiddeki “Muhammed ‘ür Rasulullah”a tahammülleri söz konusu olamaz.
Kelime – i Tevhidin ikinci rüknü Fetih suresinin 29. ayetinin başlangıcıdır. Âl – i İmran 144, Ahzab 40, Muhammed 2. ayetlerinin içeriğindeki kaziyye – i muhkeme şeklinde zikredilen ifadelerdir. Bu dört ayetin dışında 225 ayette onun Rasullüğü, 96 ayette de diğer peygamberlerle birlikte zikri geçmektedir. Kelime – i Tevhidi insanlığa öğretip belleten de Allah ve Rasulüdür. Hiçbir sebep ve maksat, hiçbir dini ve siyasi taktik, hiçbir yetki sahibinin tasarrufu Kur’an hükmü, ilahi kanun niteliğindeki Kelime – i Tevhidin “Muhammed’ür – Rasulullah” şeklindeki ikinci rüknünü hazfetmeyi, saklamayı, örtmeyi, bu konuda temerrüdü haklı kılmaz. Tevbe suresi 65. ayette belirtildiği gibi, Allah, Allah’ın ayetleri, Allah’ın Rasulü insanların istedikleri gibi tasarruf edecekleri, oyuncak haline getirecekleri konular değildir.
Kelime – i Tevhidin ikinci esası, Kelime – i Tevhidin ikinci cümlesi, ikinci kısımdır amma rükun olan bir ikinci cümle, rükün olan bir ikinci kısımdır. Bir konuda rükun olan bir esası ortadan kaldırdınız mı, o konu, o esas ile sağlanan nizam çöker. Hz. Muhammed S.A. İslamın son mükemmel evrensel halinde, kemerdeki kilit taşı gibidir. Onu aradan çıkardınız mı, kemer diye, İslam diye ortada bir şey kalmaz. Kur’an – ı Kerim Allah kelamıdır amma Hz. Muhammed s.a.in dilinden dökülerek insanlığa ulaşmıştır. Sünnet vahiy gayr –i metlüvdür amma, Hz.Muhammed s.a. ile hayat bulmuştur. Hz. Muhammed S.A. in Kelime – i Tevhidden çıkarılması, Kur’anı, Sünneti, ibadeti ve itaati de ortadan kaldırır. Hz. Muhammed S.A.in azıcık yokluğu müslümanlığın tamamının yokluğunu doğurur.
Bugün taktik gereği, takiyye gereği, siyaset gereği kısa süreli bir menfaat gereği, ahmaklık sonucu, faraza cemaat liderlerinin hıyaneti sonucu Kelime – i Tevhiddeki kısa süreli bu tür bir tavizin, bu tür bir bozulmanın yakın gelecekte değiştirilemez bir kural haline gelmeyeceğini kim garanti edebilir? Önceki peygamberlerin tebliğlerindeki tahriflerin başka türlü mü oluşarak kalıcı hale geldiğini  zannediyorsunuz? Ayyaşlığın hatır için içilen bir kadehle, iffetsizliğin basite alınan, önemsenmeyen dil ve el şakalarıyla başladığını bilmeyeniniz var mı?
Kelime – i Tevhidin ilk rüknündeki Allah’a imanın içinde, Hz. Muhammed S.A.e iman da mündemiç olmasına (var olmasına) rağmen ikinci cümlenin Kelime – i Tevhide rükün olarak konulmasının, açıkça ikrarının ve tasdikinin ciddi gerekçeleri vardır.
İkinci rükun “Muhammed Allah’ın Rasulüdür” şeklinde ifade edilerek Hz. Muhammed S.A. cümlede ağırlık merkezi olmuştur. Bu ifadeyle sadece ona iman kastedilmemiş, geçmişte görevlendirilen Rasullerin görevlerinin sona erdiği, onun dışında, ondan sonra rasul de görevlendirilmeyeceği, Hz. Muhammed S.A.in tek görevli Rasul olduğu, onun görevlendirilmesiyle, önceki peygamberlere tâbiliğin ortadan kalkacağı (6), dolayısıyla bütün insanlığın bir tek peygamberin, Hz. Muhammed S.A. in ümmeti haline geldiği de ifade edilmiştir. Netice itibariyle Hz. Muhammed S.A.e gelen kitabın Kur’anın diğer kutsal kitapları, onun sünnetinin önceki peygamberlerin sünnetini ilga ettiği (ortadan kaldırdığı); Hatem’ül – Enbiya (son peygamber, bütün peygamberleri tasdik eden peygamber) olması sebebiyle onu tasdikin önceki peygamberleri de tasdik, onu inkarın ondan önceki bütün peygamberleri inkar manasına geldiği(7); onu inkar edenin, iman ettiğini zannettiği kendi peygamberine iman etmiş olamayacağı da kastedilmiştir.
Kelime – i Tevhidin bu ikinci rüknünün kabulü insanı Kelime – i Tevhid ile gelen nizamın yani İslamın içine  sokmaktadır. Kelime-i Tevhid İslama girmenin ilk şartı olduğu gibi, sosyoljik bakımdan İslam dünyasındaki, Müslümanlar arasındaki birliğin olmazsa olmaz birinci şartıdır. Hz. Muhammed S.A. sünnetiyle, hadisleriyle, müslümanın kafasındaki, gönlündeki, ibadetlerindeki, ailesindeki, toplumundaki yeriyle on beş asırdır Müslümanların birliğini bütün canlılığı ile korumaktadır. Kelime-i Tevhidde Hz. Muhammed S.A. in adı söylenmese de, ilâhi rahmetten istifade mümkündür diyenler, müslümanları kafa karışıklığına düşürerek  müslümanların birliğini bozma kastı taşıyanlardır. Müslümanlığa giriş kapısında, olmazsa olmaz şartının içinde, Ona imanı gerekli saymamanın asıl amacı, müslümanın günlük hayatındaki Onun bıraktığı, nesilleri birbirine bağlayan izleri silmenin kolaylaştırılmasıdır. Müslümanlığa atılan ilk adımda, İslamın kadük hale getirilmek istenmesidir. Onların bu anlayışı, Hz. Muhammed S.A.e iman perçinlenmeden müslüman olunamayacağının delilidir. Ona iman olmadan Kelime-i Tevhidin sağladığı rahmetten kimse imtiyazlı bir şekilde faydalanamaz. Müslümanın kitabından, mevzuatından gayr-i müslime imtiyazlı muamele çıkmaz.
İkinci rüknün kabulünün savsaklanması, tehiri, temerrüdü ve reddi ise insanı din dışı, İslam dışı bırakır. İkinci rüknü kabul etmeyenler Kelime-i Tevhidin sağladığı nimetlerden faydalanamazlar. Çünkü ilâhî ve Kur’ânî manada (sosyolojik manada değil) İslamdan başka din yoktur. Bu sebeplerle, Kelime i Tevhidde Hz. Muhammed S.A.in adının sarahaten zikri zaruridir.
Hz. Muhammed S.A. Hz. Adem A.S. dan peygamberler silsilesi ile kendisine kadar gelen tek din İslamın (8) son mükemmel evrensel şeriatının son evrensel mübelleğidir. Kelime – i Tevhidde açıkça ifade edilen onun mübarek ismini bırakın başka maksatlarla, zühul eseri dahi olsa kaldırmak İslama Kur’ana,  müslümana zarar verir. İslama planlı düşmanlık edenler onun adını ortadan kaldırmadan maksatlarını gerçekleştiremezler. Onun isminin Kelime-i Tevhidde açıkça ifadesinin sebeplerinden birisi de budur.
Kelime – i Tevhidin bu ikinci rüknündeki mana kilise ve papazlar tarafından iyi bilindiği için doğrudan veya taşeronları vasıtasıyla Kelime – i Tevhidin ikinci rüknünü bertaraf etmeye çalışmaktadırlar. Çünkü Kelime – i Tevhidin İkinci rüknü onların varlık sebeplerini ortadan kaldırmaktadır.
Kelime – i Tevhidin ilk kısmını yeterli görelim, ilk kısmını söyleyenlere rahmet nazarıyla bakalım, bu konudaki görüşümüzü ıslah edelim diyenler, Hz. Muhammed S.A.in hadisini bu vadide kendilerine mesnet ittihaz edecek kadar şaşkındırlar. Varlığını kabul etmeyenler de cenneti hak eder dedikleri evrensel hak peygamberin sözünden nasıl medet umarlar? Hiçbir nizam kendisini boğmak isteyenlerin eline yağlı ip vermez. Hz. Muhammed S.A. in varlık sebebine aykırı bir konuda onun sözünü delil ittihaz etmek şaşkınlık değilse ahmaklıktır, hainliktir.
Kelime-i Tevhidde, müslümanların Kelime-i Tevhid anlayışında hata mı, pürüz mü, mantık dışı bir arıza mı var ki, müslümanlar bu konuda görüşlerini ıslah edecekler?
Bunu söyleyen haddini bilmezlerin aklından şüphe etmek gerekir.
Bu tür  meczubların  ve çevrelerinde toplanan taraftarlarının ve organizasyonlarının enternasyonel katkılarla üzerinde yaşadıkları zemini, kültürü, zihniyeti, bozarak hıristiyan misyonerlerinin önünü açmalarına yönelik yeni bir projedir bu. Misyonerliğin yeni biçimidir. Sureti haktan görünen işbirlikçilerle, batılın hakimiyetini sağlamaya çalışanların işbirliklerinin ürünüdür.
Kelime-i Tevhidin ilk rüknüne iman eden mi var ki, ikinci rüknüne imanı onlara şart koşmayalım, onlar da ilahi rahmetten faydalansınlar. Yarısı ateistleşen iki milyarlık hıristiyan dünyanın, kiliseden aforoz edilen iki milyon Üniteryeni – Ehl-i Tevhid olanı hariç tamamı teslise inanmaktadır. Teslis tevhid midir, Teslise inanmak tevhide inanmak mıdır ki, onları Kelime-i Tevhidin ilk rüknüne iman edenlerden sayalım, ikinci rüknüne imandan onları muaf tutalım, Allah’ın rahmetini onlardan esirgemeyelim. Bu müslüman mantığı olamaz. Bu müslümanı dininden, imanından  etmek isteyenlerin mantığıdır. Bu tür meczuplar KK Al-i İmran suresi 32. ayeti okumamış olabilirler mi? Bu ayet-i kerimede Allah kendisine ve Rasulüne itaati birlikte zikrederek eşit tuttuğu gibi, kendisinden ve Rasulünden yüz çevirmeyi de birlikte zikredip eşit sayarak   (sebebi ne olursa olsun ) karşı çıkanlara, yüz çevirenlere kafir damgası vurmaktadır.
Kilise ve iyi yetişmiş papaz kadrosu bu hasta mantığı çok beğendiği için, bu mantığı içeren beyanları milyonlarca bastırarak bütün kiliselere ve papazlara dağıtmıştır.
Kur’an – ı Kerim Hadid suresi 28. ayette, Üniteryen – Ehl – i Tevhid olan hıristiyanların veya Ehl – i Kitabın mağfiret (bağışlanma ve koruma kalkanı) kapsamına alınmasını, onların, Kur’anın getirdiği takva (korunma) esaslarını, tavkaya dayalı düzeni ve Hz. Muhammed S.A. e imanı kabul etme şartlarına bağlamıştır. Yine Kur’an – ı Kerim Bakara suresi 137. ayette onların hidayeti, doğru, hak yolu bulmalarına müslümanların iman ettikleri esasların aynına, tamamına iman  şartıyla  kabul etmiştir.
Allah’ın rahmet hazinelerinin açılması görüldüğü gibi, müslümanın inandığı esasların kabulüne bağlanmıştır. Bu durumda, Allah’ın rahmetini kıskanmaktan, bu konuda cimrilik etmekten söz edilebilir mi?
Sanki biz Allah’ın rahmetinin dağıtılmasında cimri davranıyormuşuz gibi “… Hem bize ne, mülk onun, hazine onun, kul onun, öyleyse herkes haddini bilmeli” diyerek yavuz hırsız rolü oynuyorlar. Bunu söyleyenler Allah’ın peygamberleriyle gönderdiği şeriatlara mantıklı bir açıklama getirmek mecburiyetindedirler. Şeriatın bulunduğu yerde bir dindarın “… bize ne !” demeye hakkı var mıdır? Allah Teala kainatı eşek ahırı saymadığı için kural -kanun içeren, müeyyidesi olan şeriatlar vazetmiştir.
Îlâhî rahmetin  genişliği konusunda genel manada söylenen Rasûlullahın bir sözünü, işlerine geldiği şekilde yoruma tâbi tutanların, bu konuda mecazlı ve kinâyeli manalar içermeyen, lafzî  ve hakîkat manalarıyla kesin delil olan hadisleri ve Kur’an Âyetlerini görmezlikten gelmelerini anlamak mümkün değildir.
İslamın beş esas üzerine kurularak yükseleceğini  ifade eden hadisteki ilk esas Kelime-i Şehadetin bütünüdür (9).
Rasûlullah S.A. den bize kalan bütün belgeler ‘Allah’ın Rasûlü  Muhammed’den….’ diye başlamakta ‘MUHAMMED’ür-RASÛLULLAH’ mührüyle damgalanmaktadır (10).
Necâşiye, Kisraya, Münzire  ve benzerlerine yazdığı diplomatik davet mektuplarında Kelime-i Tevhidin - Kelime-i Şehadetin bütününe îmana davet edilmektedirler (11).
Arap Yarımadasındaki , hemen hemen bütün kabile ve aşîretlere, beyliklere, küçük küçük krallıklara Rasûlullah S.A. tarafından yazılan davet mektuplarının yüzde doksanında Kelime-i Tevhidin-Kelime-i Şehadetin tümüne imana ve İslam esaslarını yerine getirmeye davet edilmişler; verilen güvence belgelerinin tamamı, başta Kelime-i Şehadet olmak üzere İslam Dinindeki esasların tümünün uygulanması şartına bağlanmıştır (12)
Hz. Muhammed S.A. in Veda Haccında bütün  insanlığa yaptığı, çoğunlukla insan haklarını içeren hitabenin bir paragrafında: ‘Ey insanlar , yeryüzü Allah ve Rasûlüne aittir. İnsanlar ‘İlah yalnızca Allah’tır.’ deyip benim Allah’ın Rasûlü olduğumu kabul edinceye kadar, insanlarla mücadele etmem, savaşmam emredildi. İnsanlar Kelime-i Tevhidi söyleyince, kanlarını, canlarını, mallarını korumuş olurlar. Ancak İslamın koyduğu sorumluluk gereği uygulanan gerekçeli kararlara dayalı cezalar müstesnadır. Ahiretteki hesapları ise Allah’a aittir. Kendinize, birbirinize haksızlık etmeyin.’ Buyurmaktadır (13).
Dokuzunda sıcak temas sağlayarak savaştığı 28 askerî harekatın komutanlarına, Hz. Muhammed S.A. savaştan önce karşı tarafı mutlaka Kelime-i Tevhide imana davet etmelerini emretmiştir. Kelime-i Tevhidin bütününe davetin söz konusu olduğunda da  hiç şüphe ve tereddüt yoktur (14).
Kur’anı Kerimde Nisa Suresinin  80. ayetinde, Rasûlullah S.A. e itaat Allah’a itaat sayılmıştır. Rasûlullah S.A. in  tevdi ettiği emanetlerin, İslamî sorumlulukların mutlaka benimsenip yerine getirilmesi emredilmiştir( KK 59/7 ).
Allah’a ve Rasûlüne iman etmeyenler uyarılmış, azarlanmıştır (KK57/8).
Mü’minlerin, yalnızca Allah’a ve Rasûlüne iman edenler olduğu açıkca te’kitli bir şekilde ifade edilmiştir (KK 24/62).
Allah’a ve Rasûlüne iman etmeyenlerin kafir olduğu, onlara Cehennem hazırlandığı  açık seçik beyan edilmiştir ( KK 48/13 .)
Münafıkların başlarına gelen felaketin, Allah ve Rasûlüne karşı çıkmanın, isyan etmenin, Allah ve Rasûlüne savaş açmanın doğurduğu  kötü akıbetler olduğu insanlara hatırlatılmıştır (KK4/115,5/33,58/5, 73/16).
Allah’ın Rasûlü Hz. Muhammed S.A. in Ehl-i Kitaba da İslamı tebliğ için geldiği, onların ve bütün insanlığın peygamberi olduğu hatırlatılmıştır (KK5/15, 7/157,158,22/49,25/1,34/28 ).
Daha önce kendilerine verilen kitaplarla  sorumlu tutulanlardan, Allah’a ve Allah’a imanın gerektirdiği esaslara, Âhirete  iman etmeyenler, Allah ve Rasûlünün haram kıldığını haram saymayanlarla, sonu savaşa kadar varan mücadele emredilmişti (KK 9/29).
Allah Rasûlünün davetinin, çağrısının, duasının Müslümanların aralarındaki  birbirlerinin davetine, çağrısına, duasına benzetmemeleri konusunda  Müslümanlar uyarılmışlardır (KK24/63).
Allah ve Rasûlünün, Kur’an ve sünnete dayalı emrinin hükmünün bulunduğu yerlerde, mü’min erkek ve kadınların kendi tercihlerinin söz konusu olamayacağı (KK33/36) beyan edilmiştir.
 Mü’minlerin  görüş ve düşüncelerini  Allah ve Rasûlünün emrinin hükmünün önüne geçirmeleri yasaklanmıştır ( KK49/1).
Hz. Muhammed S.A. ile nezaket sınırlarını aşarak, kaba-saba konuşanların amellerinin boşa gideceğini Kur’an haber verirken,( KK 49/2)mübarek adının Kelime-i Tevhitten çıkarılmasında mahzur görmeyenlerin  hali nice  olur?
Allah, insanların, aralarındaki  taahhütlerini hile ve fesat aracı haline getirmelerinin, hem kendilerine, hem de Allah yoluna zarar vereceğini hatırlatıyor (KK16/94). Allah’a ve Rasûlüne  verilen taahhüt demek olan Kelime-i Tevhidin hile ve siyaset aracı yapılarak ikinci rüknünü hafife alıp yok saymak, millet evladının kafa karışıklığına sebep olmak, milleti dininden-diyanetinden ettirecek hale getirmek daha mı az sorumluluğu gerektirir, Allah yoluna, Allah’ın Dinine daha mı az zarar verir ki, kendilerini ikaz etmeye çalışanları küçümseyerek üzerlerine sükut külü döküyorlar. Kitaplar, dergiler ve televizyonlarla,  bu sakim ve zararlı anlayışın, millete mal etme projesiyle uğraşıyorlar.
Kur’an ve sünnetteki bu kadar açık emir ve hükümler muvacehesinde , ünvanı, vasfı, sıfatı, derecesi ne olursa olsun , Kelime-i Tevhidin ikinci rüknü söylenmese de olur demeye herhangi bir kimsenin hakkı, yetkisi olabilir mi? Üstelik ‘ Ehl-i Kitaba hiçbir şey sormayın. Kendileri dalâlette ola ola , asla size doğruyu gösteremezler. Siz onlara, eğer bir şey sorarsanız, ya batılı tasdik etmek, ya da hakkı inkar etmek mecburiyetinde kalırsınız. Şu gerçeği aklınızdan çıkarmayın!. Eğer Musa aranızda yaşıyor olsaydı, vallahi yalınızca bana tabi olması meşru olurdu.’ (15) buyuran Hz. Peygambere rağmen tevhidi teslise, kiliseleri puthaneye çeviren şirk içindeki Ehl-i Kitaba hoşgişlik etmek mümkün mü?
‘Müşriklerle fikir ve işbirliği yapanlar, onlarla birlikte düşüp kalkanlar onların durumuna düşer.’(16) buyuran; müşriklerle ilişkilerini kesmeyen Müslümanların  müslüman statüsünden faydalanmalarına izin vermeyen Hz. Muhammed’e(18) rağmen, onların kucağında oturarak, misyoner papazların kovulduğu, giremediği, silindiği yerlerde onlarla müşterek binalar satın alıp avcılara ökselik yaparak, okulları civarında misafirhaneler açıp onları himaye ederek Kelime-i Tevhid dahil, bu milletin değerlerini, dinini sûret-i haktan görünerek yıpratanların Müslümanlıklarına, samimiyetlerine itimat edilir mi, güvenilir mi?
Hz. Muhammed S.A. in  hak peygamber olduğunu bilmelerine rağmen (KK 3/86), kast-ı mahsus ile adını Kelime-i Tevhitten kaldırtmaya çalışanlara hizmet edilir mi, hıyaneti, fâsıklığı, küfrü, şirki müsellem olanlarla   fikir ve işbirliği edilir mi?
İslamın temel esaslarıyla oynayan bu tür kimseler, hain değillerse eğer, akıllarından ve siyasetlerinden şüphe etmek gerekir. Mü’min, müslüman bir kimsenin bunlara yaklaşması İslam adına en büyük felakettir.
Allah’ın ezanlarla, Kainatta, günde beş defa, saniye saniye adını insana, cinne, kurda – kuşa, dağa taşa duyurduğu, müslümanların günde beş defa, farzlardan önce kâmetlerle, günde 15 defa namazlardaki tehiyyatlarda adını andığı, Hz. Muhammed s.a.in adının anılmasını ibadetin bir parçası haline getirdiği, peygamber olarak görevlendirilmeden önce geçmiş kutsal kitaplarda adını ve vasıflarını zikrettiği son evrensel peygamber Hz. Muhammed S.A.in Kelime – i Tevhidin ikinci rüknü olarak zikrini, iyiye veya kötüye yönelik hangi maksatlarla olursa olsun, sükut geçmek, tehir etmek, bu konuda temerrüde düşmek İslamın telkin ettiği iman ile bağdaştırılamaz. Merhum Mehmet Akif Ersoy’un İstiklal Marşında:
Bu ezanlar ki şehadetleri dinin temeli dediği husus, ezanda geçen Kelime – i  Şehadettir Akif merhum da Kelime-i Şehadeti dinin temeli olarak ifade etmektedir...
Ötekilere hoşgişlik etmek için bugün Kelime – i Tevhidin ikinci rüknü söylenmese de olur diyenlerin revizyonları bitmeyecek, geçmiş kutsal kitapları tahrif ederek adını   kitaplarından çıkardıkları gibi, ezandan, kâmetten ve tehıyyatlardaki dualardan da adını çıkarmayı teklif edeceklerdir. Talep veya tekliflerinin nihai hedefi ezanın, kâmetin, tehıyyatın ortadan kalkmasına, İslamın yok edilmesine yöneliktir.
Kur’an – ı Kerim Nisa suresi 150. ayette, ‘Allah ile Rasulleri arasına ayırımcılık sokmaya çalışanlar, bir kısmına iman ediyoruz. Bir kısmını inkar ediyoruz’ diyerek iman ile küfür arasında bir yol tutmak isteyenlere kafir damgası vurulmaktadır. Kelime – i Tevhidin ikinci rüknündeki ‘Muhammed’ur – Rasulullah’ı hangi maksatlarla olursa olsun kaldıranlar da ortadaki açık hak yolun dışında farklı bir yol tutmaktadırlar. Hatta bu günlerde tuttukları yolun adı da belli olmuştur. Hıristiyan – Müslümanlık veya Müslüman- hıristiyanlık. Biraz Müslüman, biraz hıristiyan. Ne müslüman, ne hıristayan, hem müslüman hem hıristiyan, görünüşte herşey, aslında hiçbir şey. Yeni bir din inşa ediliyor. Hıristiyan – Müslüman teolojisine göre küresel tanrının stratejik hesaplarına dayanarak düzeltme yapıyorlar. İki kimlikli, iki pasaportlu, iki dinli birey olma imkanı yaratmaya çalışıyorlar. İtikâdi anlamda iki farklı iman sahibi olmak mümkün müdür? Bu, Allah’ın dinini küresel düzeyde satışa çıkarmak manasına gelir. Dahası var Hıristiyan – Müslüman anlayışının teorisyenleri, Hıristiyan – Müslüman anlayışında olanların sahip olduklarının bir din olmadığını, bütün dinlerin üzerinde olduklarını belirtiyorlar (17). Ötekiler din olmadığına göre, bu anlayışları İslam’ın üzerinde oldukları anlamına gelir. Böyle durumların oluşması sahtekarlıkla, hak ve hakikatin işbirliği halinde bir araya gelmesi demektir. Bu tür düzenbazlık ne kadar devam edebilir?
Papalığın misyonunun bir parçası olan “Rabbin aciz kulu” na ve Hıristiyan – Müslüman teolojisine göre “Yahudiler ve Hıristiyanlar da aynı misyonu temsil ediyorlar”mış. Bu sebeple “Her kim Yahudi ve Hristiyana kâfir derse, ona eziyet etmiş olur”muş. “İnsanlara eziyet etmek günah”mış. Doğruluğu kendilerince müsellem kırık – dökük mantığı kaymış önermelerle, öncülleri temelsiz kazıyyelerle Kur’anın ipinin çekildiğinin, Kur’anın tahrif edildiğinin farkında olmamak mümkün müdür?
Kur’an – ı Kerim Bakara suresi 113 de, Yahudi ve Hıristiyanları birbirlerine şahit tuturak hiçbir dini temele dayanmadıkları, Maide Suresi 68 de de, Kaziyye – i Muhkeme halinde Ehl – i Kitabın hiçbir dini temele dayanmadığı; yine Kur’an – ı Kerimin birçok ayetinde onlara müşrik ve kafir denildiği açıkça beyan edildiğine göre, bir müslüman nasıl papalığın misyonun bir parçası olabilir ve olmak ister? Yahudiler ve Hıristiyanlar nasıl müslümanlarla aynı misyonu temsil eder?
Bu anlayış, methü senalar düzülen meşhur okulların papaz misyoner hocaları tarafından genç dimağlara adeta kazınmaktadır. Zariyat suresinin 8 ve 9. ayetlerinde belirtildiği gibi, müslümanın kafasını karıştıracak, müslümanı imanından edecek sözler bu günlerde çokça söylenmekte; aklı ve düşünme kabiliyeti zaaf içinde olanlar da hakla batılı karıştırmakta, batıla dönmekte beis görmemektedirler. Müslüman Türkün dinine, vatanına, devletine, bayrağına, bağlı ayağı da en güçlü tarafından, Kelime-i Tevhidinden, dininden çözülmeye başlanarak, Müslüman Türkü geldiği yere, orta Asya Bozkırlarına göndermenin planı adım adım Türk’ün kendi çocukları eli ile icra edilmeye çalışılmaktadır.
Bakara 285, Al – i İmran 136. ayetlerde iman esasları belirtilmekte, bu esaslar arasında tefrik yapılmaması hükme bağlanmaktadır. Peygamber olmadan kutsal kitaba vukufun sağlanamaması; peygamber olmadan ibadetin ve kulluğun mahiyetinin ve şeklinin bilinememesi sebepleri, kilise ve papaz kadrosu tarafından iyi anlaşıldığı için, meseleyi kökünden bir defada halletme cihetine gitme yani peygambere imanı ortadan kaldırma yolu denenmektedir. Peygambere itimadı, imanı ortadan kaldırdınız mı, kitapla, kulluk ve ibadetle ilişiğinizin kesilmesi de uzun zaman almaz. Hz. İsa a.s. ın tebliğ ettiği hak din İslamı, putperestleştirerek hırıstiyanlık haline getiren Pavlos da böyle yapmamış mıydı? Bugün de o tecrübeye sahip olanlar tarafından İslamın başına müslümanların içinden yemlenerek bir sürü pavloslar musallat edilmemiş midir?
Hıristiyanları İslama sokmak, dünyayı Müslümanlaştırmak adına, bazı diyalog yaranı cemaat önderleri, bir süre  Muhammed ür-Rasulullah söylenmese de olur, diyorlar. Bunu karşı tarafa  şirin, hoşgörülü  görünmek  adına da yapabiliyorlar. Hıristiyanlık alemi bu anlayışa sahip olan müslümanı kısmen de olsa pasifize ederken, on binlerce misyoner, ajan misyoner kadrolarıyla yoğun bir hıristiyanlık propagandası faaliyeti, nefes aldırmayan bir hıristiyanlaştırma  süreci başlatıyorlar. Hatta hükümetleri ve diplomatlarıyla işbirliği yapan kiliseler faaliyet alanı olarak seçtikleri milletlerin sosyal ve ekonomik yapısını, düzenini felç edip, tabii afetler gibi, bunu da hıristiyanlaştırma için altın bir fırsat sayıyorlar. Müslüman olmuş görüntüsü veren güya mühtedi papazlarına kıbleleri bozuk mecsitler (Mescid – i Dırarlar) kurduruyorlar. TV lerde oynatılan filmlerde hıristiyanlık propagandası yaptırıyorlar. Diyalog toplantılarından dinleri, kitapları için aldıkları meşruiyetin müslümanların kafasını karıştırıp dinlerinden  edecek şekilde tepe tepe kullanıyorlar. Türk sinema ve film sektörüne yılda 350.000.000 dolar pompalayarak Hollywood’da hıristiyanlığa yaptırdıkları hizmeti Türkiye’de de aynı metotla sinsice yaptırıyorlar.  Bir kısım diyalogcu İslamî cemaatleri yemleyerek iğdiş ediyorlar, bir kısmını da kendilerine hizmet ettiriyorlar. Diyalogcu  cemaatler de masum, safdil vatandaşa , hıristiyan dünyayı müslümanlaştırdıklarının propagandasını yapıyorlar. Kuran – ı Kerim Bakara suresi 137. ayete göre, müslümanın iman ettiği esasların aynına iman ettikleri takdirde, doğru yolu, hak yolu bulacakları ifade edilen Ehl-i Kitap, takdire bakın ki, hakka teslim olacakları yerde, müslümanı olmazsa olmaz kabul edilen iman esasından uzaklaştırmanın planlaması ve icrasıyla uğraşıyor. Kelime – i Tevhidin ikinci rüknünü ortadan kaldırırken, teslisin hizmetkarlarına yol açıyorlar. ABD, içinde bulunduğumuz, üyesi olduğumuz NATO’yu da kullanarak Afganistan’a demokrasi getirme savaşı(!) yaparken Güney Koreli hıristiyan misyoner yandaşları Afgan halkını hıristiyanlaştırmaya çalışıyor. Afrika, Irak ve özellikle Kuzey Irak Hıristiyan misyonerliği bataklığına dönüşmüş vaziyette. Kilise ve yetişkin kadrosu 1. bin   yılda Avrupayı hıristiyanlaştırmış, ll. bin yılın sonunda Afrika’daki hıristiyanları bir asır içinde on milyondan doksan milyona çıkarmıştır. lll. Bin yılın başındaki hedefleri ise Ortadoğu ve Asyadır. lll. bin yılda bütün dünyayı  Evangelizmin faaliyet alanı olarak planlamışlardır.
Kelime – i Tevhidin ikinci rüknünü ortadan kaldırmaya çalışan güçlü yabancı maşaları T.C. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yazdırdığı beş ciltlik  tefsirin yazarlarına da hulul  ederek Kelime – i Tevhidin ikinci rüknündaki tasarruflarını Kur’an Kerim Ali İmran suresi 64. ayetinin ilk cümlesi içindeki “kelime” lafzını kendilerine delil olacak şekilde, sadece Kelime – i Tevhidin ilk rüknü olarak yorumlatmışlardır. Bu taşeronlarla ilişki içinde olan bir kısım akademisyenler de aynı şeyleri gevelemektedirler. Bu tür yorumlar ve gevelemeler Kur’anın getirdiği nizamın bütünlüğüne aykırıdır. Kur’an ayetlerinin en güzel yorumu, tefsiri Kur’an ayetleriyle olan tefsiridir. KK. İbrahim suresi 24. ayetteki “Kelime – i Tayyibe”, Enam suresi 115. ayetteki “Rabbinin Kelimesi”, Tevbe suresi 40. ayetteki “kelimet’ül ulya”, Zuhruf suresi 28. ayetteki “kelimeten bakiyeten”, Fetih suresi 26 daki “kelimet et takva” ifadelerinin tamamı, yanlış tefsir edilen Ali imran 64. ayetteki “kelime” ile aynıdır. Bunlar İslamın getirdiği nizam, Kur’an, Kur’an ilkeleri  manasındadır. Al – i İmran 64. ayet, “De ki…” buyurularak Hz. Muhammed s.a. i muhatap alarak başlamaktadır. Ehl – i Kitap, Hz. Muhammed tarafından davet edilmektedir. Davetin sahibinin, davetin dışında bırakıldığının anlaşılmasının akılla mantıkla açıklamasını yapmak mümkün müdür? Bu ayetteki “kelime” sıfat aldığına göre çoğul olarak anlaşılmasında hiçbir mahzur yoktur. Sıfat alan nekreler(belirsiz isimler) marife(belirli) olurlar. Buradaki “müşterek ilkeler” manasına gelen “kelimetin sevâin” ifadesini Şurâ suresi 13. ayet teyit etmektedir.  Bu ayette Nuh a.s.'a tekrar tekrar yapılan tavsiyeler, İbrahim a.s.'a. Musa a.s.a, İsa a.s.'a. tekrarlanan tavsiyeler, Muhammed s.a.'e vahyedilenler bütün insanlığın sorumlu tutulduğu  evrensel yeni bir şeriat olmuştur. Bütün peygamberlere tekrarlanan ilâhi emirler, müşterek ilkeleri oluşturur. Karşımızdakilerin sahiplendiği kitaplar tahrif edilmemiş, asliyyetini koruyor durumda olsaydı, müşterek ilkeleri herkesin gözüne kafasına sokardık. Onların kitaplarını tahrif etmesi sebebiyle, bu ilkelerin yokluğundan bahsedilemez. Kur'an'da bu ilkeler tekrarlanmıştır. Kur'an'ın indiriliş hikmetlerinden biri de, bu ilkelerin bir kısmını yeniden ortaya koymaktır. Mâide, 6/33'te, "onlar seni yalanlamıyorlar. Fakat o zalimler aslında bilerek, inadına Allah'ın âyetlerini yalanlıyorlar" buyurulurken de anlatılmak istenen bir tarafıyla budur.
Âl – i İmran 64. ayetteki “en” açıklayıcı edatından sonraki cümle “kelime” yi Kelime – i Tevhidden öte daha geniş manada müşterek bütün İslâmî ilkeler manasına geldiğini açıklıyor. Allah’a ubudiyyetin içinde Hz. Muhammed S.A. de, Hz. Muhammed S.A. in tebliğ ettiği bütün esaslar da vardır. Kulluk ve ubûdiyeti en güzel şekilde ifade eden ‘Kâfirûn’ sûresinin, Allah’ın Rasulü tarafından Kur’anın üçte biri  olarak tavsifinin temelinde yatan,  Allahü a’lem kulluk ve ubûdiyetteki muhteva genişliğidir. Rasûlullahın bu hadîsi bizim anlayışımızı teyit etmektedir. Rasule iman edip tabi olmadan Allah’a ibadet olmaz, olamaz. İnsanlar belki akıllarıyla Allah’ın varlığını, birliğini bulabilirler. Ama peygamberin tebliği ve talimi olmadan Allah’a kulluk ve ibadetin mahiyetini, şeklini, keyfiyetini insanların bilmesi, bulması mümkün değildir. Kur’an eğer, yalnızca Allah’a ibadet edelim diyorsa, bu ifadede önce peygambere iman prensip olarak kabul edilmiş demektir. Bu cümlenin zımnında da peygambere iman var sayılmıştır. Peygambere imanı Allah’a imandan ayırırsanız, dini yok saymış olursunuz. Dinin insanla toplumla ilişkisini kuran, dini yaşanır bir hayat nizamı haline getiren ve bir kurtuluş vesilesi olarak daveti ve tebliği ile sağlayan peygamberdir. Din denilen olgunun içinde, peygambere iman, Allah’a iman ile iç içedir. Bu ayet Kur’an ayeti, bu ayetin vahyedildiği kimse de Hz. Muhammed S.A. olduğuna göre, “kelime”nin içinde Hz. Muhammed S.A.’ e iman lâzım – ı gayri müfarık olarak vardır. Sorumluluk ve cezanın peygamber görevlendirilmeye bağlanması (KK 17/15) bu düşüncemizi teyit ettiği gibi, peygambere imanın, iman esaslarının omurgası olduğu görülür. Allah’ın iradesiyle bilgilendirme olmadan kimsenin iman edemeyeceği Yunus suresi 100’de ifade edilmektedir.
Diyanetin neşrettiği tefsiri yazanlar bazen bir sayfada adlarını üç defa anarak referans gösterdikleri müfessirlerin anlayışlarını bile gözardı etmişler, bu konudaki farklı görüşlerin üstüne şal çekmişlerdir.
Tefsirin neşrini uygun gören Din İşleri Yüksek Kurulunun oluruyla, bu kurula bağlı bir birimin aşağıdaki cevabı birbiriyle taban tabana zıttır. .
“Hz. Muhammed (S.A.V) Efendimizin peygamber olarak gönderilmesinden sonra bütün insanların ve bilhassa Yahudi ve Hıristiyanların kendi dini kitapları gereğince Hz. Muhammed (S.A.V)’in peygamberliğini tasdik edip İslam’ı kabul etmeleri gerekir. Aksi takdirde kendi kitaplarını ve dinlerini inkar etmiş olurlar. Bu itibarla Allah’ın varlığına ve birliğine, Hz. Muhammed (S.A.V.)’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna ve Kur’an – ı Kerim’deki bütün esaslara, olduğu gibi iman etmeyen hiçbir kimse İslam inancına göre cennete giremez.” (19)
İnsanlar ve kuruluşlar, îmânî bir konuda ya uygun gördüklerinin arkasında durarak veya  kontrol ettiklerini  sahih görüşlerle paralel hale getirterek müslümanın kafa karışıklığına düşmesine mani  olmalıdırlar.
“Bizim medeniyetimiz batı medeniyeti karşısında yenildi. Ayakta kalabilmek için biz onların medeniyetine monte olmak mecburiyetindeyiz” anlayışıyla Kelime – i Tevhidin ikinci rüknünü ortadan kaldırarak batıya, AB’ye kuyruk olma zihniyeti, Hz. Muhammed S.A. döneminin münafıklarının zihniyetiyle aynıdır. Cemaatler ve siyasiler içindeki bu zihniyet, din ü devleti, mülk ü milleti felakete götüren bir anlayıştır. Yenilen medeniyetimiz değil, içine düştükleri ve düşürüldükleri zaaflarla boğuşan, medeniyet hamlesine vakit ayıramayan  insanlarımız ve toplumlarımızdır.
Dinin ve milletin hayatiyetini  devam ettirecek olan, kuyruk olma adına Kelime- i Tevhidin ikinci rüknünü  yalamak değil, imanda ve kullukta samimiyet ve teslimiyettir.
Geçmişte olduğu gibi, gayr-ı müslimlerle, Müslümanlığı  zımpara altına koymadan onurlu, tavizsiz ilişkiler kurulmasına kimsenin bir diyeceği olamaz. İslamı kendi elleriyle aşındırmayan, başkalarının aşındırmasına fırsat vermeyen, İslamın izzetine sahip çıkarak imanını canlı  tutan mü’minlere, ölüden diri çıkaran Allah yeniden hakkı hayat, hayatiyet ve hakimiyet lütfeder. İslam dünyasının kurtuluşu ve ayakta kalması mü’minlerin imanlarını ve zihniyetlerini gözden geçirerek Allah’a samimi bir teslimiyet içinde, yalnızca Allah’a ve birbirlerine güvenerek bozulan birliklerinin yeniden, daha güçlü bir şekilde kurulmasına, ihyasına bağlıdır. Müslümandaki iman, zihniyet ve duyarlılık zaafı İslama, müslümana ve medeniyetimize zarar vermektedir.
 Müslümanlar Kelime – i Tevhiddeki birliği hayata geçirmek mecburiyetindedirler.
 “Ey iman edenler, kendinize ve birbirinize sahip çıkın, duyarlı davranın. Siz doğru yolda sebat ettiğiniz takdirde, başlarına buyruk hareket edip hak yoldan uzaklaşanlar, dalaleti, bozuk düzeni, helaki tercih edenler size zarar veremezler…”. (20)

1  KK  33/40
2 KK 21/92,23/52
3 Buhari Cenaiz 1, Libas 24, İstizan 30, Rikak 13, 14, Tevhid 33, 34, Bedülhalk 6, Müslim İman           153, 154, Zekat 32, 33, Tirmizi İman 18, Müsned-i Ahmed 2/122, 442, 5/152, 159, 161, 285
4 Küresel Barışa Doğru 131
5 Hamdi Yazır Hak Dini Kuran Dili 2/1077,1079.
6 KK5/15
7 KK 3/184,33/40, 35/4
8 KK 3/19
9   Buhari, İman 1,2, tefsir u sûret’il-Bakara30, Müslim, İman 19-22, Tirmizi, İman 3, Nesei, İman 13.
10 M. Hamidullah, el-Vesâik’us-Siyasiyye, Medine Dönemi Vesikaları; Ahmet TEKİN,Sünnetin Anlaşılmasına Doğru, 3.cilt 32-33 BÖLÜM
11 a.g.esesrler
12 a.g. eserler
13 el-Vesâik 363, Buhâri, Cizye 5,İkrah 2,Müslim Cihad 20,TARİH’ÜL-Ya’kûbî 2/110.
14 Buhari, Salat 28,Ebu Davud, Cihad 95, Tirmizi, İman 2, Nesei, İman 15, Tahrim’üd-Dem 1, 15, İbn Mâce, Fiten 1, Müsned-i Ahmed 2/345, 3/199, 225, 339, 418, 419, Dârimi, Siyer 10.
15  Müsned-i Ahmed 3/338, Bezzar, İlim 124,Müsned-i Ebu Ya’lâ 4/102.
16 Ebu Davud, Cihad  170,2405 Nolu hadis, SÜNNETİN anlaşılmasına Doğru 4241. hadis.
17 el-Vesaik 298, 300, 322, Sünnetin Anlaşılmasına Doğru,3.cilt 32-33. Bölüm
18 N. Macit  HM-MH Yeniçağ  gazetesi  10 Ağustos 2007  sh. 13
19  30.8.2007 tarihli ve 30082007122914 kayıt nolu TC Diyanet İşleri Başkanlığı Dini
Sorular         Komisyonuna sorulan sorunun  03 Eylül 2007  Pazartesi 10:26:05 de verilen cevap
20  Maide 105. Bu konulardaki ilgili ayetlerin meallerini görmek, okumak ve daha geniş malumat almak için  Ahmet TEKİN tarafından yazılan ve tercüme edilen  aşağıdaki kitapları okuyabilirsiniz: Kur’an’ın Anlaşılmasına Doğru- Tefsiri Meal, ahmettekinhoca.com, Sünnetin Anlaşılmasına Doğru, Kur’an Yolunda Kalem Oynatanlar, Diyalogculara Kur’an Dersi, Bütün İnsanlığın Peygamberi Hz. Muhammed S.A., Hak Din İslam ve Hak Dinden Sapmalar Yümni Sezen  Dinlerarası Diyalog İhaneti