Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

ocetinoglu1@gmail.com

Yusuf Has Hâcib

Adı ‘Yusuf’tur. ‘Kutadgu Bilig’ isimli eserini yazmadan önce ‘Balasagunlu* Yusuf’ olarak anılırdı.  Eseri yazdıktan sonra Karahanlı Devleti* sarayında Hâcib* olarak görevlendirildiğinden ‘Yusuf Has Hâcib’ olarak anılır oldu. Tahminen 1017-18’de doğmuş, 54-55 yaşlarında iken 1071 veya 1072 yıllarında vefat etmiştir.

Bilinen ilk Türk-İslâm şâiridir. Hakkında bilinenler, son derece sınırlıdır. O bilgiler; eserine sonradan eklendiği tahmin edilen biri nesir, diğeri manzum iki önsözde yer almıştır.

Eserini 18 ayda yazdığını belirtiyorsa da böyle bir eseri yazmak için önemli hazırlıklar yapma ihtiyacı vardır. Bu sebeple müellifin, gördüğü tahsil ve eğitimle birlikte, içerisinde bulunduğu toplumu gözlemleyen, tefekkür eden, yaşadığı devirde olup bitenleri tam mânâsıyla anlayıp problem çözen, çâreler üreten kâmil bir zat olduğu kanaati hâsıl oluyor. Aynı zamanda dengeli bir mütefekkirdir. Sembol olarak seçtiği kişileri, fikrî seviyeyi düşürmeden konuşturuyor. Konuşmaların hepsi Türk töresi, İslam akîdeleri ile yoğrulmuştur. Fikir inşasında olduğu kadar devleti teşkilatlandırmakta da mâhirdir: ‘Memleketi elde tutmak ve düşmana boyun eğdirmek için çok asker lâzımdır. Askeri beslemek için de çok mal ve servete ihtiyaç vardır. Bu malı kaybetmemek için, halkın zengin olması gerekir. Halkın zengin olması için de doğru kanunlar konulmalıdır. Kanunu devlette tatbik etmesi gereken hükümdar, kılıcı ile memlekete faydalı olacak cesur ve tunç yürekli yiğide; istişâre için faydalı olacak hakîm ve âlim devlet adamına, devletin gelir ve giderinin hesabını iyi tutarak hazinenin dolmasını sağlayacak olan zeki, güvenilir ve mâhir kâtibe değer vermelidir.’

Edebî zevki son derece yüksek bir insandır. Müslüman-Türklerin temel yapısı hakkında sağlam bilgilere sâhiptir. Yine yazdıklarından anlaşıldığına göre Türklerin târihine, edebî ve fikrî değerlerine vâkıftır. İnsanların toplumdaki yerlerini, her mevkideki ve her meslekteki insanların husûsiyetlerini tetkik etmiş, hâfızasına kaydetmiş, yeri ve zamanı geldiğinde de en ince teferruatına varıncaya kadar yazmıştır. Mes’uliyetlerini müdrik bir insan olarak, insanlığa hizmet bâbında bütün bunları yazmak mecburiyetinde olduğuna inanmış ve vazifesini yapmak için çalışmıştır.

Doğduğu şehir olan Balasagun, Karahanlı döneminin önemli ilim ve kültür merkezlerinden biridir. Karahanlı hükümdarları ilmi himâyelerine almışlar, âlimleri el üstünde tutmuşlardır. Karahanlı döneminde yetişmiş Türk ilim adamları olarak şu isimler ön plana çıkmaktadır: Mâtürîdî (863-944), Divanü Lügatit’t-Türk’ün yazarı Kaşgarlı Mahmud (1008-1105) Serahsî (1009/1010-1090), Zemahşerî (1075-1144), Dîvân-ı Hikmet yazarı büyük Türk mutasavvıfı Hoca Ahmed Yesevî (1093-1166).

Atabetü’l- Hakayık’ın yazarı Edib Ahmed Yüknekî (12. yüzyıl), Aynı dönemde, Türk yurtlarında yetişen diğer âlimlerden birkaçı: İmam Buharî (810-870), İshak b. İbrahim 895-961), Debusî (?-1039), Halvanî (?-1060), Nesefî (945-1121), Bazdavî 1010-1089), Kâşânî (?-1191).

Balasagunlu Yusuf, asil bir aileye mensuptu. Çok iyi bir eğitim görmüştür. İlmi, fazîleti, iyi ahlâkı, özellikle de zühd ve takvâ ehli olarak bilinir. Sünni Müslüman’dır.

Eserini 1059/1070 yılları arasında Karahanlı Cihan Devleti hükümdârı olan ve ‘Tavgaç Uluğ Buğra Han’ unvanı ile tahtta oturan Ebû Ali Hasan bin Süleyman Arslan Karahan’a sundu.

Yusuf Has Hâcib, eserinden anlaşıldığına göre; şuurlu bir milliyetçi fikir yapısına sâhip, geniş ufuklu bir insandır. Türk dilinin inceliklerini bilmektedir. Aruz veznine ve İslâm edebiyatına vâkıftır. Arapça ve Farsça bilmektedir. Eserini Türkçe yazmıştır.  Türkçe sevgisini ‘Türkçe, bana yaban geyiği gibi görünür. Onu yavaşça tuttum, kaldırarak kendime çektim; okşadım, ısındırdım. Bana çabuk gönül verdi. Yine de arasıra ürküyordu. Ele geçirmek için geyiğin (Türkçenin) peşinden koştum. Bana güzel kokular sundu.’ Şeklindeki ifâdelerinden anlıyoruz.

Devam ediyor:

*Anlayış ve bilgiye tercüman olan dildir; insanı aydınlatan fasih dilin kıymetini bil.
*İnsanı dil kıymetlendirir ve insan onunla saâdet bulur; insanı dil kıymetten düşürür ve insanın dili yüzünden başı  gider.   
*Dil arslandır, bak, eşikte yatar; ey ev sâhibi, dikkat et. Senin başını yer.                                                            
*Dilinden eziyet çeken adam ne der, dinle; bu söze göre hareket et, onu daima hatırda bulundur.             
*Bana dilim pek çok eziyet çektiriyor; başımı kesmesinler de ben dilimi keseyim.                                            
*Sözüne dikkat et, başın gitmesin; dilini tut, dişin kırılmasın.                                                                           
*Bilgili dil için özlü bir söz söyledi; ey dil sâhibi, başını gözet.                                                                                         
*Sen kendi selâmetini istiyorsan, ağzından yakışıksız bir söz kaçırma.

Bu satırlar O’nun bilgi, hak-hukuk-adâlet, hizmet kavramlarına olduğu kadar dil bahsine de ehemmiyet verdiğini gösteriyor. 

Yusuf Has Hâcib’in başka bir eserinin olup olmadığı bilinmiyor. Ancak ifâde gücü bu kadar yüksek, ufku alabildiğine geniş, bilgisi engin ve derin bir insanın başka bir eserinin bulunmayışı zayıf bir ihtimal olarak görülebilir. Kutadgu Bilig seviyesinde bir eser meydana getirilebilmesi için öncesinde, başka eserlerin yazılmış olması mantığa uygun bir düşüncedir. Zaman içerisinde onların da gün ışığına çıkması arzu edilir. 

O’nun çok mükemmel bir Türkçesi vardır. Denilebilir ki, Orkun Kitâbelerindeki muhteşem Türkçenin vezin ve kafiye kaftanı giymiş şeklidir. Yabancı cümle tertiplerini kullanmaz. Kısa cümleleri tercih eder. Buradan da Türk dilini ve kültürünü derinlemesine incelediği ve öğrendiği neticesine varılır. O, irfan sâhibi bir insandır. İrfan, bilgiden ve kültürden hayli yukarılarda bir mertebedir.

Bu mertebeye çıkabilmesi için muhtemelen, çağdaşı olan Birunî (973-1048), İbn Sinâ (980-1037), Firdevsî (934-1020) ve Ömer Hayyam (1048-1131 gibi âlimlerin eserlerini incelemiş, onların ilminden ve tecrübelerinden faydalanmış olmalıdır. Hallâc-ı Mansur’u da bilmektedir. Bâzı sözlerini eserine aynen almıştır: ‘İlâhî! Sana nasıl şükredileceği hususunda aczimi biliyorsun. O halde Sen, Kendine benim yerime şükret. Zîrâ şükür sâdece Sana’dır.’ İkincisi, Hallâc-ı Mansur’un, ‘Allah’a giden yol nicedir?’ Diye soran İslam’a giden yolun başındaki Türk’e verdiği cevaptır: ‘İki adım var, onları atarsan ulaşırsın. Dünyâyı ona âşık olanların yüzüne çal, ahreti de onun ardınca seğirtenlere bırak!’ Yine Mansur’un; ‘Ârifin alâmetleri dünyâdan ve ahretten fâriğ* olmaktır.’ Sözü, Kutadgu Bilig’te yerini almıştır.