Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

ocetinoglu1@gmail.com

Editör

Güvenilir bir sözlük, editör kelimesi için; ‘kitap basan veya bastıran kimse, yayımcı, nâşir’ karşılıklarını veriyor. Diğer bir güvenilir lügat, ‘editör’ kelimesini; ‘Yayımlayıcı, nâşir, basımcı, tâbi’ şeklinde açıklıyor. Türk Dil Kurumu’nun internet sitesinde yer alan açıklama şöyle:  1- Yayımcı, 2- Yazıları yeniden düzenleyerek yayıma hazırlayan kimse. ‘Öz Türkçeciler’ tarafından hazırlanan sözlükte ise kelimenin dört karşılığı var: 1- Basıcı, 2- Yayıncı, 3- Naşir (‘nâşir’ olsa gerek), 4- Tabi (bu da ‘tâbi’ olsa gerek)

‘Kitap yayanlayan’ eskilerin tâbiri ile ‘nâşir’dir. Günümüzde ‘yayınevi sâhibi’ olarak anılıyor. ‘Kitap bastıran kimse’ olsa olsa, günümüzdeki isimlendirme ile ‘yazar’dır. Kitap yazan kişiye eskiler ‘müellif’ diyorlardı. Gazetede makale yazan ‘muharrir’ ile haber yazan, eskilerin ‘muhabir’ diye bahsettikleri kişiler de ‘yazar’ olarak anılıyor. Bir de ‘edip’ kelimemiz vardı. ‘edebiyatla meşgul olan’, ‘edebî eser meydana getiren’ şahıslar için kullanılırdı. Hepsine birden ‘yazar’ diyoruz. Dilimizi fakirleştiriyoruz.

‘Editör’ olduklarını ifâde edenlerden hiçbiri; kitap basmıyor. Yâni ‘nâşir’ veya ‘yayıncı’ değil. Her biri, yaptığı işi, farklı şekilde târif ediyor:

1-Editör, kendisine verilen metni kitap hâline getirir.

2-Basıma verilecek kitabın son okumasını yapar.

3-Neyin kitap olabileceğine karar verir.

4-‘Yazar’ denilen şahsa, ‘nasıl yazılacağını öğreten’ kişidir.

Editör ile alakalı olarak; ‘yazar veya mütercim olamayan kişidir’, ‘yayım dünyasının tâdilatçı terzisidir’, ‘yazılı metinler tâmircisidir’, ‘okuyucunun ne istediğini okuyucudan; yazarın nasıl yazması gerektiğini yazardan iyi bilendir.’  şeklinde alaycı târifler de var.

Halbuki editörlük çok mühim bir meslektir. Batı ülkelerinde kitap okuyucusu, alacağı kitabın yazarına değil editörüne bakar. Türkiye’de yayıncılık ‘herkesin yapabileceği bir iş’ olarak görüldüğünden editörlük ‘itibarlı bir meslek’ hâline gelemedi. Büyük denilen yayınevlerinin editörleri varsa da, ekseriyeti teşkil eden küçük ve orta ölçekli yayınevi sâhipleri, iyi bir editörün kendilerine neler kazandırabileceklerinin farkında değiller.  

Editörlük mesleği günümüzde çeşitli alanlarda icra ediliyor: Kitap editörlüğü, dergi (mecmua) editörlüğü, gazete editörlüğü, gazetede sayfa editörlüğü, radyo ve televizyonda haber editörlüğü, internet editörlüğü… 

Konunun uzağında olan bir kişi (K) ile ‘bir bilen’ (B) arasında şöyle bir konuşma olabilir:

K: Editör ne iş yapar?  Kitaplar hakkında tenkit yazıları mı yazar?

B: O tür yazıları yazanlara eskiden ‘münekkid’ deniliyordu. Günümüzde ‘eleştirmen’ deniliyor.

K: Sayfa düzenlemelerini mi yapar?

B: O işi eskiden ‘mürettip’ veya ‘dizgici’ denilen kişiler yapıyordu. Günümüzde ‘grafikerler’ yapıyor

K: Basılan kitapların dağıtımını yapar…

B: O işi dağıtımcılar yapar.

K: Basımdan önceki kontrolleri mi yapar?

B: O işi, eskilerin ‘musahhih’, yenilerin ise ‘düzeltmen’ dedikleri kişiler yapıyor.

K: Cilt işleri…

B: O, ciltçilerin işidir. Eskiden ‘mücellit’ deniliyordu…

K: Yayınlanacak kitabın son okumasını mı yapar?

B: O işi yapana ‘redaktör’ denilir. Editörlükle redaktörlük ve lektörlük arasında irtibat olmakla birlikte, editörün işi tam olarak söylediğiniz gibi değildir.

K: Kitabın resimlerini yapar.

B: O, ressamların işi…

K: Sayfa kenarlarını süsler…

B: O işi yapana eskiler ‘müzehhib’ diyordu. Kelime uydurukçuları galiba ‘müzehhib’ için bir karşılık uyduramadılar.  

K: Peki, editör ne iş yapar?

B: Kitapla ilgili olarak buraya kadar söylenenlerin dışında kalan bütün işleri yapar.

K: Geriye ne kaldı ki?

B: Bilmediğiniz için sormadıklarınız…

B: ??????

 *   *   * 

‘Editör’ kelimesi Türkçemize Fransızcadan gelmiştir. ‘Müellif’, ‘muharrir’, ‘edip’ ve hatta ‘muhabir’ kelimelerinin yerine ‘yazar’ deyip işi basitleştirenler, nedense Fransızca ‘editör’, ‘redaktör’ ve ‘lektör’ kelimelerine Türkçe bir karşılık bulma zahmetine katlanamadılar. 

Fransızların en mûteber lûgatleri Le Petit Robert'e göre, ‘éditeur’ün Fransızcada iki mânâsı var: 1- Bir eseri neşre hazırlayan edîb veyâ âlim. 2- (Kelimenin, 18. asırdan îtibâren kazandığı yeni mânâ) Bir eserin neşrini veyâ satışa sunulmasını têmîn eden şahıs.

Birinci mânâ karşılığı olarak Fransızcadaki tek kelime için Türkçede iki kelime kullanılmasına îtirâz eden olabilirse de hiç mâkul olmaz. Çünki her dil bir mefhûmu kendi imkânlarına, alışkanlıklarına ve zevkine göre ifâde eder. Bir dilden dîğerine geçerken bu gibi hâller gayet tabiîdir.

‘Öztürkçe’ diyerek uydurma bir dil meydana getirenler, bu yanlış mantıkla hareket ederek, Fransızcadaki her kelimeye tek tek karşılık bulma iddiâsında olmuşlar, bunun için de Türkçe değil, Fransızca kokan kelimeler uydurmuşlardır. Dilin bu bakımdan Frenkleşmesi, kelimeyi aynen almak suretiyle Frenkleşmeden daha vahîmdir. Zîrâ bu sûretle dilin mantığı, bünyesi değişmekte, başka bir dil hâline gelmektedir. Dîğer tâbirle, ecdâd yâdigârı Târihî Türkçemiz yerine bir başka dil kullanıma sürülüyor demektir.

*   *   * 

Çok kişi editörün ne iş yaptığını tam olarak bilmiyor. Bu kanaate, yayın dünyasından bir kişinin iş târifinden varıyorum. Diyor ki:

‘Gazetecilikte ve dergicilikte editör; muhabirlerin ve yazarların getirdiği - gönderdiği haberlerden - yazılardan hangilerinin gazetede ve dergide yer alacağına karar verir.’

Bu târif yalnızca gazete ve dergi editörleri için geçerli olsa bile eksiktir.

Editör; dergide veya gazetede yayınlanacak yazının, daha önce yayınlanıp yayınlanmadığını hatırlayacak, yayınlanmışsa; zıtlık ve tamamlayıcılık unsurlarını araştıracak, yazarını tanımıyorsa, alıntı-çalıntı olup olmadığını belirleyecek, kullanılan dilin, gazete veya derginin prensiplerine uygun hâle getirecek veya yazarından talep edecek, imlâ ve ifâde hatâlarını düzeltecek… Hülasa olarak editörlük zor ve sorumluluk gerektiren bir iştir.

İnternet yaygınlaştıktan sonra ‘internet editörü’ kavramından söz edilir oldu. Ajanslardan ve haber kaynaklarından gelen haberleri eliyorlar, özetliyorlar ve ilgi çekici bir metin hâline getiriyorlar. 

Yayınevi editörleri genel olarak yayınevine basılmak üzere verilen kitapları okur, basılmaya değer olup olmadığına karar verir. Büyük ve ciddî yayınevlerinde editörün kararı kesindir. Dar imkânlarla çalışan küçük yayınevlerinde kararı işletmenin sâhibi verir.

Genel olarak ‘kitabı yayıma hazırlamak’ işiyle meşgul olan editörler,  yayınlanmasına karar verilen kitabı, okuyucu bakışı ile inceler. Kitap okuyucunun beğeneceği kıvamda mı, ifâdeler yeterince açık mı, Türkçe bozuklukları-cümle düşüklükleri var mı, ileri sürülen iddialarda tutarsızlık söz konusu mu? Gibi hususları araştırır.

Ele alınan kitap roman türünde ise; ‘akıcı mı, sıkıcı mı, okuyucunun beğenisini kazanması için makyaj-rötuş kabilinden neler yapılabilir?’ Gibi sorulara cevaplar da aranılır. Gerektiğinde yazar, aksaklıkların ve noksanların giderilmesi için yönlendirilir.

Editör, ele aldığı kitaba şüphe ile yaklaşır. Kitaptaki ifâdelerin gerçekleri yansıtıp yansıtmadığını, kılı kırk yararcasına araştırır. Yayınlanmasına karar verilen kitabın kapak tasarımıyla ilgilenir, arka kapak yazılarını kaleme alır. Kendisine verilen kitabın ‘çok satanlar’ listesinde yer alması için çalışır. Tabiidir ki değerlendirmeleri tamamen sübjektiftir.

Hiçbir okuyucu; ‘editör bu kitabı yayına hazırlarken çok çalışmış, bravo’ demez. Sâdece yazarını alkışlar. Kitap satmaz ise, bütün suç ve kusur, yayınevi sâhibi tarafından editöre yüklenir.

Editör; bir bakıma kitap kurdu olmalıdır. İntihalleri ‘şıp’ diye yakalayabilmelidir.

Önemli görevler üstlenmesine rağmen mesleğin okulu, eğitimi-kursu yoktur. Editör, kendi kendini yetiştirmek mecburiyetindedir.

Editör, incelediği kitabın konusunun yeterince araştırılıp araştırılmadığına da bakar. Mesela Birinci Dünya Savaşı’nı anlatan kitabın, Osmanlı Devleti’nin savaşa nasıl ve niçin girdiğini anlatan bölümünde Goben ve Breslau gemilerinden, Enver Paşa’dan söz edilmiyorsa, yazarını bu konulara yönlendirir.

Editörü; ‘incelemesi için kendisine verilen kitabın açığını bulmaya çalışan kişi’ olarak tanımlayanlar vardır.

Editörler; henüz tanınmamış yazarların korkulu rüyasıdır. Yeni yetmeler, editörün ‘yayınlanabilir’ kararını duymak için saygılı davranırlar. Tanındıktan sonra da editörler gözden düşerler. ‘İşe yaramayan ukalâlar’ oldukları bile söylenir.

Editörlüğün bir yönü daha var ki, asıl editörlük bu olsa gerek:

Editör, bir konu belirler. Mesela ‘Osmanlı Medeniyeti.’ Konunun; dil, edebiyat, mimarlık, musıkî, din, düşünce hayatı, eğitim kurumları, hat, tezhib, ebru, gravür oymacılık, ciltçilik gibi alt başlıklarını da belirleyip bir proje hazırlar. Sonra bu alt başlık konularının uzmanlarını bulur. Yazı siparişlerini verir. Gelen yazıları üslup bütünlüğüne kavuşturarak kitap hâline getirir ve yayıncıya verir.

Netice itibâriyle editörlük, çok çeşitli ve çok mühim işler yapan fakat okulu olmayan bir çalışma sahâsıdır. İş târifi yapılmadığından ‘Meslek’ diyebileceğimiz günlerin hayli uzağındayız.