Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

ocetinoglu1@gmail.com

Türklüğü Unutturulmaya Çalışılan Âbide Şahsiyetlerimiz ve Türk Dünyası Meselelerine Genel Bir Bakış (Dördüncü Bölüm)

*Türklüğü gizlenen hükümdarlar

Sâdece ilimde sanatta isim yapmış âbide şahsiyetlerimiz değil, anlı-şanlı hükümdarlarımızın da Türk oldukları unutturulmaya çalışılıyor. 

Türk olduklarından şüphe edilmemesi gereken birkaç hükümdar ismine de kuşbakışı bakalım:

1206-1290 yılları arasında hüküm süren Hindistan Memlükleri sultanlığı hükümdarları: Aybek’üt-Türkî, Balaban ve Râziye Hâtun.

1250-1517 yılları arasında hüküm süren Mısır Memlük hükümdarlarının tamamı Türk’tür. Araplıkla hiçbir alakaları yoktur. En kudretli Memlük hükümdarları: İzzettin Aybek, Kutuz, Kalavun, Baybars, Kansu Gavri ve Tomanbay’dır.

*Bir şahsın hangi millete mensup olduğunun belirlenmesinde tatbik edilebilecek en doğru ilmî usûl nedir?                                  

Çeşitli yöntemler var.

- Genler üzerinde araştırma:

Doğru netice vermiyor. 2009 yılında yapılan araştırmalarda Türk genlerine en yakın veriler Ermenilerde bulunmuş. Türklerle Ermenilerin aynı soydan geldiklerinin iddia edilmesi, çok komik, çok saçma olacağından netice açıklanmadı ve araştırmalar durduruldu.

Birçok kişinin alay konusu yapılan kafatası ölçme işleri de netice vermiyor. Kafatası ölçümlerinin yapıldığı dönemde en katıksız Türk milliyetçilerinin kafatası ölçüleri, milliyetçilere muhalif  hatta düşman olanlarla benzerlikler ortaya koymuş. Zaten kafatası ölçme işleri de bir yılını doldurmadan bırakıldı. 

Geriye bâzı yöntemler kalıyor:                                                                                                                                    

-Doğup yaşadığı bölgeler:

Dünya coğrafyasında Türklerin çoğunluk olarak yaşadıkları bölgeler bellidir. Semerkant, Buhara, Taşkent, Gazne, Belh, Merv, Horasan, Hazar Denizi çevresi, Tebriz, Aral Gölü çevresi, Serahs, Balasagun… Bu şehirde doğum yaşayanların Türk olma ihtimali %100 ile %60 arasındadır. Eserlerini Arapça veya Farsça yazmış olsalar da netice değişmez.

Şam, Bağdat ve Mekke, Medine gibi şehirlerde yaşayanların, kendilerinin ve atalarının nereden geldiklerine bakılmalıdır.

Şahısların isimlerine bakarak milliyetini tespit etmek çoğu zaman yanıltıcı olur. Çünkü Türkler, Müslüman olduktan sonra Arap isimlerini tercih etmişlerdir. Araplarda olduğu gibi ‘bin’ ve ‘ebu’ kelimeleri Türkler tarafından da kullanılmıştır. ‘bin’ oğlu demektir. Ahmed bin Süleyman denildiğinde: Ahmed’in oğlu Süleyman anlaşılır. Süleyman bin Ahmed ise Süleyman’ın oğlu Ahmed demektir. İsmin başında İbn olan kelime, ortaya geldiğinde ‘bin’ şeklinde yazılır.

Ebu’ kelimesi ise ‘evlat’ mânâsındadır. Araplarda babalar, ilk çocuklarının ismi ile anılırlar.  Ali Ebu İsmail, İsmail’in babası Ali demektir.
*Aidiyet meselesi ve ana dil…

İnsan şuurlu olarak ve samîmiyetle hangi milletin dilini ve kültürünü benimsemiş ise, o millettendir.

En şaşmaz ölçü budur. Gibi görünüyorsa da art niyetli insanlar için bu ölçü de bir mânâ ifâde etmiyor. İşte Mevlânâ: ‘Ben Türk’üm diye âdeta kafalarına vuruyor, anlamıyorlar. Belkide kafalarına yedikleri darbe sebebiyle düşünme, idrak etme kabiliyetlerini kaybettiklerinden  ‘Mevlânâ Farstır’ diye sayıklıyorlar.

İddialar doğru ise Mimar Sinan’ın Ermeni asıllı oluşundan rahatsız olmamamız gerekir. Çünkü Mimar Sinan gibi bir büyük dâhiyi; zorlamadan, tehdit etmeden, baskı altında tutmadan millî kültürümüze ve inançlarımıza hizmet eder konuma getirebilmişiz. Bu Türk milletinin büyüklüğünü ortaya koyar.

Aynı şekilde bir dönemde Rum, Ermeni ve Musevî bestekârlarımız, tiyatro oyuncularımız vardı.

Bu akşam gün batarken gel…’ şarkısının bestekârı Kemanî Tatyos Efendi,

Var mı hâcet söyleyim ey gül tenim / Ben kulunum sen efendimsin benim’ diyen Nikoğos Ağa,

Bilmem ki safâ, neş’e bu ömrün neresinde’ diye feryat eden Leon Hancıyan,

Bensiz ey şuh, Gülşen-i âlemde mey nûş eyleme’ diyerek seslenen Bimen Şen,

Kimseye etmem şikâyet, ağlarım ben hâlime’ diye sızlanan Kemânî Sarkis Efendi,

Yalnız bırakıp gitme bu akşam yine erken’ diye yalvaran Apraham Ebeyan;

Gel ey denizin nazlıı kızı’ diye seslenen Aleko Bacanos ve ud taksimleriyle hatırlanan Yorgo Bacanos…  Bacanos Kardeşler,

Güllü Agop ve diğerleri… Onlar bizim has sanatkârlarımızdı.

Türk kültürü ile yoğrulmuşlar, kendi kültürlerini unutmuşlardı. Hiçbir zaman onların etnik kökenlerini, inançlarını sorgulamadık. İnkâr da etmedik, Türk olduklarını iddia etmedik.

Bizim hoşgörülü, âdaletli, hakkaniyetli davranışımız karşısında İran’ın ve Arab’ın bizim âbide şahsiyetlerimize sâhip çıkması, insan hırsızlığı gibi ahlâksız davranışlardır. 

*Âbide şahsiyetlerimizin unutturulmaması için yapılması gereken şudur:

Âbide şahsiyetlerimizin soy mensubiyetini yazacak bizim tatlı su aydınlarımız, araştıracaklar, bir bilene soracaklar, doğrusunu yazacaklar.

Biyografi yazarlarımız, eli kalem tutanlarımız fırsat buldukça Arapların, Farsların ve Hıristiyan batılıların yaptığı insan hırsızlıklarını yazacaklar, insanlarımızı aydınlatacaklar.

Târih, edebiyat, özellikle eski Türk edebiyatı, İslâmî ilimler dallarında eğitim veren fakültelerde; âbide şahsiyetlerimizin soy kütüğünü araştıran mezûniyet, yüksek lisans ve doktora tezleri hazırlatılacak.  

Araştırmacı yazarlarımız, çalınan âbide şahsiyetlerimiz hakkında araştırma yapıp, eserler verecek, insanlarımıza doğru bilgileri sunacaklar. Bir insanın kendinden bahsetmesi, kendini örnek göstermesi, tevâzu kavramını katletmesi demektir. Son derece çirkin bir harekettir. Fakat söylemek mecbûriyetindeyim. Edebiyatçı değilim, biyografi yazarı değilim, İslâmî ilimler dalında eğitim-öğretim görmüş değilim. Bir vesile ile büyük Türk İslâm âlimi Serahsî hakkında bilgi kırıntılarına erişme şansım oldu. O’nun, haksız bir cezâya çarptırılıp kuyu hapsine mahkûm edildiğini, 31 ciltlik eşi-emsâli bulunmayan el-Mebsût isimli eserini kuyuda yazdığını öğrendim. Hakkında kitap yazmayı kararlaştırdım. Elbette, derleme bir kitap olacaktı. Kitap satış yerlerini, kütüphâneleri, sahafları dolaştım, Serahsî hakkında yazılmış bir tek kitap bulamadım. ‘Niyet hayırlı ise, âkıbet de hayırlı olur’ düsturu ile ‘Bismillah’ deyip yazmaya başladım. Sağolsunlar dostların yardımı ile kitap meydana geldi ve yayınlandı.  Cenab-ı Allah’ın fakir kuluna bir ihsanıdır. Bir başlangıç olmasını murad etmiştim. Sahâsında hâlâ tek kitaptır.

Elimizden alınmak istenen bütün âbide şahsiyetlerin her biri için üçer-beşer kitap yazılması lâzım.

İnşallah yazılacaktır.                                                                                                                                                 

*Irk, soy meselesi nedir?

Soy ve ırk kelimeleri fazlaca kullanılıyor diye ırkçılık yapıldığı düşünülmemeli.

Bâzı sanatkârlarımızın, ilim adamlarımızın, âbide şahsiyetlerimizin etnik kökenleri hakkında konuşmak, ırkçılık değildir. Tam aksine, ırkçılığa reddiye maksadına yöneliktir. Hakîkate ulaşma gayretidir.

Her şeyden önce ırk, insanlarda aranan bir özellik değildir. Sivas Kangal köpeği, Afgan tazısı, Arap atı, Montofon inek… gibi hayvanlarla alakalı bir özelliktir. 

Türklük, ırk temeline dayalı bir kavram olmayıp kültür temeline, aidiyet duygusuna bağlı bir kavramdır. Zâten insanlarda saf ırk aramak boşunadır. Saf, bozulmamış ve yeryüzünde ilk göründüğü günden bu yana ilk günkü durumunu koruyabilmiş insanlar topluluğu bulmak mümkün değildir. Ancak çevre ile hiçbir irtibatı olmayan çok ilkel kabilelerde bu özelliğin bulunabileceği iddia edilmektedir.

Türkler târih boyunca endogami ve egzogami uygulamamışlar, kendi ırkından olmayanlara kız vermişler, onlardan gelin almışlardır. Saf ırk kavramının geçersizliği buradan kaynaklanmaktadır.

Buna rağmen ‘ırk ’ denilen bir kavram vardır. Dolayısıyla ‘Türk ırkı ’ da vardır. Ve tabiatıyla Türk ırkının özelliklerini taşıyan insanlar da elbette vardır. Bu özellikler kısmen fizikî, büyük ölçüde de kültürle alakalıdır. Türk olmanın en belirgin göstergesi Türkçe konuşmaktır. Fakat gerek yönetimi altında yaşadıkları ülkenin siyâsî baskıları, asimilasyon politikaları ve sair sebeplerle dilini unutmuş Türkler bulunabilir. Bunları Türk saymamak, sosyolojik câhillik hatta ilim cinâyetidir.

Türklük, aidiyet meselesidir. Bir insan ‘Ben Türk’üm’ diyorsa, O’nun Türk olduğunu kabul etmek mecburiyetindeyiz. Elbette, Türk olduğu bilinmekle birlikte, bilinen ve bilinmeyen çeşitli sebeplerle Türk olmadığını iddia edenlerin de aslen Türk oldukları kabul edilmelidir.

Türk Dünyası’nda; Azerbaycan, Türkmenistan, Kazakistan, Kırım dâhil her bölgede yaşayan Türkler içerisinde, Türk olduklarını kabul etmeyen Türklere rastlamak mümkündür.

Kırım’da, Özbekistan’da konuştuğum Türkler arasında, ‘Siz beni Türkleştirmeye çalışıyorsunuz’ diyenler vardı. Onlar uykudaydı.

Türk dünyasında Türklüklerini kat’iyyen tartışmayan iki grup soydaşımız var.  Ahıska Türkleri ve Gagauzlar…

Ahıskalı kardeşlerimiz, ‘Ahıska Türkleri’ isimlendirmesinden bile rahatsız oluyorlar. ‘Siz ne Türkü iseniz,  biz de o Türklerdeniz, Neden bize Ahıskalı Türkler diye ayırıyorsunuz? Erzurumlular ve Erincanlılar nasıl aynı milletten ise, biz de sizinle aynı milletteniz diyorlar.’ diyorlar.

Ahıska, 1500’yü yıllardan 1850 yılına kadar Türk yurdu idi. Onları; ‘Konyalı, Adanalı veya Trakyalı’ der gibi ‘Ahıskalı’ olarak anmak daha doğru olur. Nasıl ki ‘Mersinli Türk’ demek kimsenin aklına gelmiyor, dilinde seslendirilmiyorsa, Ahıska’da yaşamış kardeşlerimiz için de aynı şekilde hareket etmeliyiz.

Gagauz Türkleri Ortodoks Hıristiyan’dır. Türkçe konuşurlar. İsimleri Slav kültürüne, soyadları Türk kültürüne göredir. Stephan Topaloğlu, Svetlana Gülüseven gibi…

Onları, aidiyetlerinin şuuruna kavuşturan Türk Ocakları Genel Başkanlarından Hamdullah Suphi Tanrıöver’dir. Romanya’da Büyükelçi olarak vazife yaparken, Atatürk’ün de desteğiyle Türkiye’den öğretmenler getirtmiş, Türkiye’ye öğrenci göndererek üniversitelerimizden mezun olduktan sonra, Gagauz çocuklarının okuduğu okullarda öğretmenlik yapmalarını sağlayarak soydaşlarımıza Türklük şuuru kazandırmıştır.   

Kafkasların Ahıska bölgesinde yaşayan Türklerin, nasıl olup da Rus baskısına rağmen Müslümanlıklarını ve Türklüklerini korudukları, incelenmesi gereken bir meseledir.

(DEVAM EDECEK)