Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

ocetinoglu1@gmail.com

Türklüğü Unutturulmaya Çalışılan Âbide Şahsiyetlerimiz ve Türk Dünyası Meselelerine Genel Bir Bakış (Beşinci Bölüm)

*İslâmiyet ırkçılığı neden yasaklamıştır?

Câhiliye dönemi’ olarak anılan İslâmiyet’ten önce insanlar kabileler hâlinde yaşıyorlardı. Herhangi bir kabileye bir sataşma olduğunda, o kabilenin insanları sebep araştırmadan, haklı - haksız sorgulaması yapmadan taşlara, sopalara sarılıp, karşı kabileye saldırıyorlardı. Yüzlerce insan ölüyordu. Saldırganlar, yalnızca kabile anlayışı ile hareket ediyorlardı. Hak-hukuk, haklı-haksız kavramlarının işlerlik kazanması için evvelâ kabile taraftarlığı düşüncesinin yok edilmesi gerekiyordu. Çünkü İslam’a göre bütün insanlar kardeştir. Irka dayalı üstünlük yoktur. Üstünlük yalnız ve ancak takvâdadır. Farklı kabilelere mensup insanlar arasında kavga ve savaş böylece önlenmek istenmiştir.

Irkçılık, kabileciliğin gelişmiş ve daha zararlı hâle gelmiş şeklidir.

Kabileciliğin temel vasfı, haksız da olsa, liyakatsiz de olsa, bütün mukaddesleri, ahlâkî değerleri ve taahhütleri elinin tersiyle bir kenara itip kendi kabilesinin tarafında yer almaktır. Bu tarafgirlik hiç çekinmeden dinin önüne geçebilir. Nitekim Rebia kabilesi reisi, Hz. Muhammed'e karşı yalancı peygamber olarak ortaya çıkan Müseylime’ye: ‘Senin yalancı olduğuna şehadet ederim fakat Rebia oğullarından olan bir yalancı, bize göre Kureyşlerin doğru olan peygamberinden daha iyidir’ der. Çünkü ırkçılıkta kişi bağımsız düşünme, şahsiyet sâhibi olma imkânlarından mutlak olarak uzak, mensup olduğu ırkın kayıtsız şartsız fedâisi olduğuna ve ırkının dışında her şeyi düşman olarak gördüğüne göre, ırkı düşünceye sâhip insanının dünyası da kendi ırkından ibarettir. Irkçı için düşünmek yoktur, yalnızca ve körü körüne ırkının çıkarları vardır.

İslâm ve hatta bütün ilim dünyasının ilk sosyoloğu olarak kabul edilen İbn Haldun, malum olduğu üzere ırkçılık konusu ile yakından alakadar olmuştur.  Irkçı toplumlardaki sosyal düzen ve hukukî hükümlerin ecdattan kalan örf ve âdetlerden meydana geldiğini, bunların dayanağını ve gücünü ise ‘aynı nesepten gelen kimseler arasındaki yardımlaşma ve şeref duygusu’ diye târif etmiştir. 

İbn-i Haldun’un, ırkçılık ve medeniyet konusunda çok çarpıcı daha başka tespitleri de vardır. O’na göre, vahşilik ve göçebelik ırkçıların tabiatından olduğu için kurdukları devlet çabuk yıkılır. Bu ise, dünyayı imarın ve mamurluğun temeli olan sükûnet ve huzurun tersidir.

Emeviler döneminde ırkçılığın, kavmiyetçiliğin devam etiğini görüyoruz. Şöyle bir hâdise anlatılır:

Bir grup insan bir araya gelmiş, sohbet ediyorlar. Önlerinden bir cenâze geçer. Kimdir? Diye sorarlar. Sonradan Müslüman olmuş Arap olmayan kişi demek olan ‘Mevâlîdir’ cevabı alınınca, içlerinden biri, ‘Canım, hepimiz öleceğiz…’ der, sohbetlerine devam ederler. Ölen kişi ‘Araptır’ denildiğinde, herkes önce ‘Allah Rahmet eylesin’ der sonra da birer Fâtiha okuyup dua ederler. Ölen kişi için ‘Emevilerdendir’ denildiğinde ise herkes sohbeti anında bitirip, ‘Haydi gidelim, cenâze namazını kılalım’ denilerek cenâze tâkip edilir.

Günümüzde, Hıristiyanlar ve Musevîler arasında mensup olduğu ırkın, diğer ırklardan, milletlerden üstün olduğunu iddia eden kibirli insanlar vardır. Müslüman Türkler arasında ırkçı yoktur, târihte de olmamıştır. Eğer olsaydı, 250 yıl 500 yıl yönetimimiz altında bulunan Kuzey Afrika ve Balkan ülkelerinde Türk ve Müslüman olmayan bir tek insan kalmazdı. Fransızlar Kuzey Afrika’da, İngilizler Hindistan’da ancak 50 yıl kaldılar. Fransızca ve İngilizce oralarda ikinci resmî dildir.

Ne yazık ki Hıristiyan batı için haklılığın gücü değil, güçlünün haklılığı prensibi geçerlidir.   
                                                                
*Milliyetçilik, Türkçülük ırkçılık olarak kabul edilebilir mi?

Kesinlikle hayır. Milliyetçilik, milletini sevmek demektir. Türkçülük, Türkleri sevmek demektir. Milletini ve Türkleri sevmek kavramının içinde Milletini ve Türklüğü diğer milletlerden üstün tutmak düşüncesi mikron ölçüsünde var ise de, diğer milletleri hakir ve düşman görmek düşüncesi yoktur. Târih boyunca da olmamıştır. Çünkü Türklerin organizmasında ırkçılık geni yoktur.                                                                                         

*Üç Mayıs 1944 Irkçılık Turancılık Dâvâsı nedir?

3 Mayıs olayları, 1944 yılında yaşandı. Olay; Nihat Atsız’ın, sâhibi ve başyazarı olduğu Orkun Dergisi’nde, dönemin Başbakanı Şükrü Saraçoğlu’na hitâben yayınladığı 2 adet açık mektup ile başladı. Mektupta, Şükrü Saraçoğlu’nun; ‘Biz Türk’üz, Türkçüyüz, dâima Türkçü kalacağız’ sözleri hatırlatılarak, Millî Eğitim Bakanlığında Komünizm ideolojisine hizmet eden sapık düşünceli insanlar bulunduğu ve bunların desteklendiği belirtiliyor ve işlem yapılmaması hâlinde gelecek sayıda isimlerinin açıklanacağı haber veriliyordu. Hiçbir işlem yapılmadığını gören Atsız, sonraki sayıda isimleri açıkladı. Millî Eğitim Bakanı, Sabahattin Ali’yi teşvik ederek mahkemede dâvâ açmasını sağladı. İkinci Dünya Savaşı’nın sona erdiği ve Sovyetler Birliği’nin galip devletler safında yer aldığı göz önünde bulundurularak, ilişkilerin bozulmamasının uygun olacağını düşünen hükümet, antikomünist düşüncelerin önünü kesmek ihtiyacını hissetti. İktidara yaranmak isteyen bürokratların yanlış tutumları sebebiyle olaylar büyüdü.   

Hasan Ferit Cansever, Fethi Tevetoğlu, Alparslan Türkeş, Nurullah Barıman, Zeki Özgür Sofuoğlu, Fâzıl Hisarcıklı, Hüseyin Nihal Atsız, Hüseyin Nâmık Orkun, Nejdet Sançar, Saim Bayrak, İsmet Tümtürk, Cihat Savaş Fer, Muzaffer Eriş, Fehiman Altan, Yusuf Kadıgil, Cebbar Şenel, Zeki Velidi Togan, Orhan Şaik Gökyay, Hikmet Tanyu, Reha Oğuz Türkkan, Hamza Sadi Özbek, Cemal Oğuz Öcal, Said Bilgiç olmak üzere toplam 23 kişi tutuklanıp tabutluk denilen hapishâne odalarına konuldu. Mahkeme de yanlış bir isimlendirme ile ‘Irkçılık-Turancılık Dâvâsı’ olarak anıldı. 23 kişinin tamamına yakın bölümüne hapis cezâsı verildi. Devlet memuriyetinden atıldı. Daha sonra yapılan Askerî Temyiz Mahkemesinde hepsinin suçsuzluğu  belirlendi.                                                                                                                                                                                                                                                                  *Turancılık tehlikeli bir düşünce mi?

Öyle gösterildi ve toplumda öyle bir kanaat oluşturuldu. Turancılık, dünya üzerinde değişik bölgelerde yaşayan Türklerin, bulundukları yerde bağımsız olarak ve insan haklarını serbestçe kullanarak yaşamalarını arzu eden bir düşüncedir. Bu düşünce çarpıtılarak; sırtta sadak, elde oklar ve kılıçlarla bütün Türkleri tek bir ordu hâline getirip, onlara esir muamelesi yapan milletlere saldırmak şeklinde anlatıldı. Hiçbir Türkçü, hiçbir yazısında ve konuşmasında böyle bir düşünce beyan etmemiştir.

*Türklük / Kürtlük meselesi

19. yüzyılın başlarına kadar yeryüzünde Kürt diye bir millet yoktu. Soydaşlarımızın bir kısmına, ‘Sen Kürtsün’ denildi, desteklendi, bağımsız devlet kurma vaadinde bulunuldu ve Türkiye’yi zayıflatmakla görevlendirildi.

İnsan topluluklarının millet vasfını kazanması için sosyoloji ilminin gereği olarak bâzı şartlar aranır. Bunlar: tarih, bayrak, dil, arkeolojik değerler, folklör gibi…

Vaktiyle Ruslar, aynı yalanlarla Ermenileri kandırıp Osmanlı Devleti aleyhine çalışmalarını sağladılar. Asırlardır ‘sâdık millet’ olarak Osmanlının teminatı altında rahat ve huzur içerisinde yaşayan Ermenileri ayaklandırdılar, Osmanlı dağılınca verdikleri sözü tutmadılar, bağımsız devlet kurmalarına destek vermediler. Böylece Ermenileri perişan ettiler. Şimdi aynı oyun Kürtlere oynanıyor. Onlara da bağımsız devlet kurma hakkı tanınmayacaktır.

Daha çok yakın zamanlara kadar Mesut Barzani’ye destek verenler, bağımsız devlet kurmak maksadıyla yaptığı referandum neticesini onaylamadılar. Açıkçası, verdikleri sözden döndüler.

Târih tekerrür ediyor. Kürt kardeşlerimiz farkında değiller. Elbette farkında olanlar var. Fakat onlar, beyni yıkanmış ve yıkamakta kullanılan sularla beyni sulanmışlar tarafından tesirsiz hâle getiriliyor.  Günün birinde hepsinin aklı başına gelecektir. Gelecektir de… O güne kadar bizim de boş durmamamız gerekir. Her zaman, her vesile ile onların kullanıldıklarını bıkmadan, uzanmadan, yorulmadan anlatacağız.     
Türk ve Türkî kelimeleri, Türk Cumhuriyetleri-Türkî Cumhuriyetler isimlendirmesi.

Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla bağımsızlık kazanın Türk Cumhuriyetlerine, kimileri ‘Türkî Cumhuriyetler’ diyor. Bu yanlış bir isimlendirmedir. ‘Türkî’ kelimesi: ‘Türk’e benzer, Türk’ü andırır, Türk’e yakın…’ mânâlarına gelir. Azerbaycan, Özbekistan, Türkmenistan ve diğerleri, ‘Türk’e benzer, Türk’ü andırır…’ değildir. Olamaz da. Doğrudan doğruya Türk’tür.

Peki, Türkî cumhuriyetler yok mu? Var tabiî ki… Meselâ Çerkezler… Kültür ve karakter itibariyle Türk’e benzerlerse de Türk soyundan değildirler. Onlara ‘Türkî’ dememiz mümkündür.

(DEVAM EDECEK)