Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

ocetinoglu1@gmail.com

Kendi Ekonomi Dinamiğimiz: Tarım

 

Temel sektörlerden biri olan tarım, dar anlamda; arazide ekim, dikim, yetiştirme ve/veya bakım yollarıyla bitki, ağaç, hayvan ve hayvanlardan ürün elde edilmesi ve bunların işlenip değerlendirilmesi faaliyetleridir. Ormancılık, balıkçılık ve arıcılık da birer tarım faaliyetidir.

Türkiye yüzölçümünün % 30’u tarım alanı olarak kullanılmaktadır. 233.400 kilometrekarelik bu alanın % 9’u sulu tarıma elverişlidir. Güney Doğu Anadolu Projesi (GAP), bütün üniteleriyle devreye girdiğinde daha geniş bir alanın sulanması mümkün olacaktır.

Tarım sektörünün dünya ekonomisindeki önemi artıyor. Buna rağmen ülkemizde azalmalar gözleniyor.

İstihdam açısından bakıldığında şunları görüyoruz: 1927 yılındaki nüfus sayımına göre aktif nüfusun % 80’i tarımda çalışıyordu. 1980’li yıllarda oran % 60’a, içerisinde bulunduğumuz yıllarda ise % 30’lara inmiştir.

Tarım sektörünün Türkiye millî geliri içindeki payı 1927 yılında % 67 iken, 1950’de % 52’ye, 1970’te % 30’a, 1980’de % 20’ye geriledi. Günümüzde % 10’lara düştüğü tahmin edilmektedir.

Türk tarımının yapısı incelendiğinde, bitki türündeki ürünlerin ilk sırayı oluşturduğu görülür. İkinci sırada hayvancılık vardır. Ormancılık ve su ürünleri sonraki sıraları işgal eder. Tarıma dayalı sanayi sektöründe, gelişmiş ülkelerin çok gerisindeyiz.

GIDA KRİZİ

Çin ve Hindistan gibi yüksek nüfuslu gelişmekte olan ülkelerde yaşanan gıda yetersizliğinin sonucu olan gıda krizi, Türkiye’yi de etkiledi.

Adı geçen ülkelerde yaşanan gıda yetersizliğinin başlıca sebepleri şunlardır: *Tarım alanları, sanayi sektörüne tahsis edildi. *Enerji sektöründe kullanılan etanolün hammaddesi, insanlar ve hayvanlar için önemli bir besin kaynağıdır. *Zenginleşen insanlar daha çok ve daha iyi beslenme arzularını tatmin etme imkânı buldular. Buna karşılık arz yetersizliği söz konusudur. *İnsanoğlu, tabiat kaynaklarını hoyratça kullanıyor. Toprağın verimi azaldı. *Enerji ihtiyacındaki artış, enerji fiyatlarını yükseltti. Gıda fiyatları da buna paralel olarak arttı. *Bütün dünyada, tarım sektöründeki insan gücünden diğer sektörlere hızlı transferler yaşanıyor.

Dünya ölçeğinde yaşanan gıda krizi sebebiyle Birleşmiş Milletler Teşkilâtı bünyesinde faaliyet gösteren  UNESCO; ‘Yaşamak için tarım sektörünü geliştirmeliyiz.’ Diyor. Bu tavsiyeden en çok yararlanacak olan ülke Türkiye’dir. UNESCO’nun raporunda; ‘Tarım sektöründeki verimliliğin son 50 yılda arttığı…’ belirtiliyor. Türkiye’de tarım sektörünün verimi esâsen düşüktü. Uygulanan hatâlı politikalar sebebiyle daha da düştü. Avrupa Birliği (AB)’nin baskıları sonucunda tarım alanındaki sübvansiyonların sıfır noktasına yaklaştırılması, tabii gübre yerine kimyevî maddeler kullanılması, bu maddelerin de dışa bağımlılık sebebiyle pahalı oluşu, akaryakıt fiyatlarının çok yükselmesi ve diğer etkenlerle, kârlılık oranı düşünce, tarımdaki nüfus başka alanlara kaydı.

Kârlılık oranının düşüklüğünde en çarpıcı örneği sütte görüyoruz. Yıllardır devam ede-gelen yem-süt paritesine göre 1 Kg. sütün satış bedeli ile en az 1,5 Kg. yem alınabiliyordu. Günümüzde 1 Kg. sütle 500 gram konsantre yem alınabiliyor. Süt üreticileri para kazanabilmek için 1 Kg. süt ile 2 Kg. yem alınabilmeli. Türkiye’de yem fiyatları artarken süt fiyatları düşüyor. Çünkü süt sektöründe faaliyet gösteren 8-10 büyük firma, aralarında anlaşarak, süt alımında düşük fiyat uyguluyorlar. Süt üreticisi; ineğini koyununu satıp şehirlere göç ediyor, inşaat işçisi, taksi veya kamyon şoförü olarak çalışıyor.

İSTİKAMET DEĞİŞTİRMELİYİZ

Tarım sektöründe 20-30 yıl önceki konumda olsaydık, gıda krizinden etkilenmeyeceğimiz gibi büyük faydalar sağlayabilirdik.

Zararın neresinden dönülürse kârdır. Derhal harekete geçersek, geçmişteki kayıplarımızı telafi edebiliriz.

Dünya tahıl stoku, bilinen en düşük seviyede. İklim değişimleri sebebiyle krizlerin devam edeceği, hatta daha da derin etkili krizlerin yaşanacağı tahmin ediliyor.

Tarım sektörü yalnızca gıda sektörüne yönelik değil. Eczacılık, giyim, parfümeri, kâğıt, mobilya ve diğer sektörleri destekleyen tarım faaliyetleri, artık enerji sektörüne de katkıda bulunuyor. Bolivya ve Peru’da, biyo-yakıtın  bölge insanını açlığa mahkûm ettiği açıklandı. Pek çok ülkede tarımın enerji sektörünü desteklememesi için düzenlemeler yapılıyor. Aslında enerji hammaddesi üretmesi, tarım sektörü için mükemmel bir açılımdır. Sektör geliştirilerek, insanlığın zararına yol açmadan, imkânlardan yararlanmak gerek. Tarım sektörünün en büyük katkısı ise ekolojik dengeye olacaktır.

FIRSATLAR DEMETİ

Dünya milletlerinin pek çoğu için tehdit unsuru oluşturan olumsuzluklar, Türkiye’nin önünde parlak fırsatlar demeti olarak duruyor.

Tarımdan geçim sağlayan insanların sektörden kopması zordur. Biz yanlış politikalarla üzücüdür ki, zoru başardık. Şimdi daha da zor olanı başarıp, her türlü özendirici tedbirleri uygulayıp insanımızı köyüne-toprağına döndürmek mecburiyetindeyiz.

Gıda krizinin sebepleri ve sonuçları, ekonomi ile sınırlı değildir. Krizi önleyecek köye-toprağa dönüş projesi ile sosyal boyutta elde edilecek kazanımlar, geleceğimizi teminat altına alacaktır. Çünkü köylü; örfüne, âdetine, geleneğine, kültürüne ve öz değerlerine şehirliden daha fazla sâhiptir. Dayanışmacıdır, paylaşımcıdır, dayanıklıdır. Hile-desise-entrika bilmez. İsrafı sevmez. Üretkendir. Özetle insanı insan yapan değerlere, toplumu yücelten özelliklere sâhiptir.

Tarım sektöründe çalışanlar; medeniyet ve teknolojiden, onların çocukları eğitim imkânlarından, yararlandırılarak, geri kalmışlıktan kurtarılabilir. Çocuklarına tarım sektöründe yüksek öğretim avantajları sağlanabilir.

Tabii ki bir ülkenin sanayileşmeden kalkınması, insanına refah ve mutluluk vermesi mümkün değildir. Tarıma dayalı sanayi, Türkiye için en uygun çözüm olarak görülüyor.

GEÇ KALMADAN

Global (küresel) ısınma sebebiyle her yıl 700.000 hektar tarım alanı yok oluyor. Bu sebeple daha az alandan daha fazla verim elde edebilmek için genetik tarıma yönelmeler var. Artık farkına varılmıştır ki genleriyle oynanmış gıdalar, belirli hastalıkları destekliyor. İnsan vücudunun bu tür bitkilere verdiği tepkiler, ilim adamlarının meçhulü değil.  Bütün bu olumsuzluklar sebebiyle genetik tarımın yasaklanması söz konusudur.

Esâsen genetik tarım, dünya üzerinde birkaç büyük firmanın tekelinde. Fiyatlarla oynayarak kendileri aşırı kazançlar elde ederlerken, daha çok köylü, hatırı sayılır ölçüde de tüketici mağdur oluyor. Gelişmiş ülkeler, gelişmekte olanları daha fazla kendilerine mahkûm ediyorlar.

Genetik usullerle dengesi bozulan gıda maddeleri ile beslenenlerin dengeleri de bozuluyor. Böylece dengesiz bir toplum oluşuyor. Kısırlaştırılmış tohumlar, insanlarda da kısırlığa yol açıyor. Onun yerine organik tarım geliştirilmeye çalışılıyor. Tarım alanındaki bir başka gelişme de topraktan yararlanmadan yüksek verime ulaşma yönünde.  Bu teknoloji Türkiye’nin yabancısı değil. Biliniyor ve uygulanıyor. Ne var ki yaygın değil. Çiftçinin aydınlatılması ve kredilerle desteklenmesi gerekiyor.

Dünyanın düzeni öyle kurulmuş ki, bir tarafta tehditler var, diğer tarafta fırsatlar. Fırsatları kullanmakta geç kalanların kayıpları her türlü tahminlerin üzerinde olacak.