Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

ocetinoglu1@gmail.com

Hezâreler Türk mü ? (İkinci Bölüm)

Afganistan’da Yaşayan Hezâreler Türk mü ? Başlıklı yazının birinci bölümünde;   Hezâre’lerin  Türklük ile ilişkileri konusunda  yazılı kaynaklar incelenmişti.  Yazının, okumakta olduğunuz bu ikinci ve son bölümünde; konunun uzmanı olan kişilerin görüşleri nakledilecek, sonuç bölümü ile, yazıya başlık olan sorunun cevabı verilecektir. 

Doç. Dr. SERDAR RAHMANOĞLU
Afganistan Özbeklerinden.  Afganistan’ın Meymene şehrinde dünyaya geldi. Elektronik Yüksek Mühendisi. Türk Târihi üzerinde çalışma ve araştırmaları var. Afganistan Millî – İslâmî Cümbüşü  (Afganistan Millî – İslâmî Hareketi)  adlı siyasî kuruluşun yayın organlarından biri olan  Armağan Gazetesi’nde Genel Yayın Yönetmenliği yaptı. Emir  Ali Şir Nevaî Milletlerarası Kültür Birliği Yönetim Kurulu üyesi. Afganistan Belh Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak görev yaparken, Tâliban yönetiminde can güvenliği sebebiyle  mülteci olarak Türkiye’ye geldi.  
Rahmanoğlu,  Hezâre’lerin kökeni hakkında şunları söyledi: Târihî kaynaklarda, Hezâreler hakkında iki görüş var:  Birinci görüş: Cengiz Han, bu günkü Afganistan’ı istilâ ettikten sonra  bu toprakları ve üzerinde yaşayan halkı  yönetecek olan hükümeti kurdu ve gitti. Bıraktığı hükümetin korunması ve  yerli halkın  muhtemel ayaklanmalarını bastırmak için  Moğol-Türk karışımı insanlardan oluşan 1.000 kişilik bir asker gurubu bıraktı. Bunlar, Afganistan’a temelli olarak yerleştiler. Hezâr, Farsça’da ‘bin’ anlamına geliyor. Grubun ismi, buna izafeten konulmuş. Hezâre adlı etnik grubun bireylerine, Afganistan’dan başka bir ülkede rastlanmamış olması bu görüşü doğruluyor.  Bu askerler ve onlarla birlikte Afganistan’a yerleşen yönetim personeli, zaman içerisinde yerli halktan olan ailelerin kızlarıyla evlenip çoğalmışlar. Bu günkü sayıları 2 – 2,5  milyon civarında olduğu tahmin ediliyor. Bu rakamlar sağlıklı olmayabilir. İkinci görüş:  Hezâreler, Türk hükümdarı Oğuz Han’ın, bu günkü Afganistan’ın Gör bölgesini fethetmesinden sonra  o bölgeye yerleşip hâkimiyet kuran Türkî  kavimlerin torunlarıdır. Bu iddiaları doğrulayacak bilgilere henüz ulaşılmamıştır. Araştırılmaya değer iddialar olduğu söylenebilir. 
Hezâreler içerisinde Türk olduğunu iddia edenlerin sayısı çok azdır. % 10 – 15’i geçmez. Çoğunluk, kendisini  Fars olarak görür. Esasen Afganistan’daki yaygın kanaate göre  Moğol ve Türk, tek bir kavimdir. 
Kesin ve karışıksız Moğol olduklarını söyleyenler de vardır. 
Hezâreler arasında yaygın bir kanaat vardır, ( ki bu  görüş, Afganistan Türkleri tarafından da benimsenmektedir. )  O görüşe göre, bir insan, hangi dili konuşuyorsa, o  dilin ait olduğu etnik gruba  mensuptur. Hezâreler, katıksız bir Farsça ile konuşurlar. Konuştukları Farsça’nın içerisinde, % 10 oranında Moğolca – Türkçe karışımı  kelimeler vardır. 
Konuya bu açıdan bakılınca Hezâreler’in hangi ırka mensup oldukları anlaşılmış olur.
MUHAMMED HOMAYUN HAYRİ
Afganistan’da dünyaya geldi. Afganistan Türklerinden. Afganistan Polis Akademisi’nin Siyasî ve Sosyal İlimler Bölümü’nü bitirdi. Kazakistan’daki Afganistan Büyükelçiliği’nde  İstihbarat Birinci Sekreteri olarak görev yaptı. Devlete bağlı son görevi konsolosluk idi. Afganistan’da can ve mal güvenliği kalmayınca, Türkiye’ye sığındı. Hâlen İstanbul’da ticaret yapıyor. 

Homayun Hayri, görüşme yapacağımız yere; kitap, dergi, fotoğraf ve haritalar ile, açıklamalı notlar içeren bir çanta dolusu belge  ile geldi. Konu hakkında şunları söyledi: 
Hezârelerin azınlıkta kalan bir bölümü, Türk olduğunu iddia ediyor. Fakat bu iddialarını doğrulayacak hiçbir belge gösteremiyorlar. Delilleri yok. Zaten % 80 – 85’e varan büyük çoğunluk, kendilerinin Fars kökenli olduğunu söylüyor. Konuştukları dil:  Farsça. Onlardan bir kısmının; Biz Türk’üz!  Demelerine, Afganistan Türklerinin de: Hayır, onlar Türk değildir !  şeklindeki itirazlarına bakarak karar vermek yanlış olur. Sağlıklı bir kanaate varılabilmesi için tarafsız, ilmî ve güvenilir kaynaklara başvurmamız gerekir. 
Mahmud Habîbi; anne tarafı Hezâre, baba tarafı Peştun olan büyük bir târih yazarıdır. 1963 senesinde kaleme aldığı ve  ‘Aryana’  isimli dergide yayınlanan yazısında şunları söylüyor: Hezâreler, Cengiz Han’ın Afganistan’ı işgal etmesinden  200 yıl önce Afganistan’ın Hezâre bölgesinde yaşıyorlardı.
Bir başka târih  yazarı olan Çin kökenli Hi Van Sing,  binli yılların başında kaleme aldığı kitabında Hezâreler’den: He – Sale  olarak söz ediyor. 
Yunanlı târih ve coğrafya bilgini Batlamyus, M.S. 100’lü yıllarda yaşamış ve ölmüştür. Ünlü eseri  Coğrafya Kılavuzu  isimli kitabında, Afganistan’da yaşayan Hezâle isimli bir kavimden söz ediyor. O târihte Cengiz Han olmadığına göre ... ? 
Homayun Hayri, bunları söylerken Arap harfleriyle yazılmış dergi ve kitaplardan, altı çizilmiş satırları gösteriyor ve okuyor. Sözlerine şöyle devam ediyor: 
Elimizdeki belgelere göre; Hezâreler, Cengiz Han’dan önce de hayatta idiler. O halde Cengiz Han’ın torunları olamazlar. Bu iddiaları gerçek olmadığına göre, diğer iddialarının artık hiçbir güvenilirliği kalmaz. 
Konuyu bir de siyasî açıdan ele alırsak, bazı sorulara cevap isteriz: 
1- Hezâreler, Osmanlılar döneminde neden Türk olduklarını söylemediler? 
2- Türkçe’yi unuttuklarını söylüyorlar. Aynı bölgede beraber yaşadıkları Türkmenler, Özbekler ve
     Türkler, Türkçe’yi neden unutmadılar da yalnızca Hezâreler unuttu?
3- Hezâreler’in İnternette siteleri var. Burada kullandıkları dil: Farsça ve Türklüklerinden hiç söz
    etmiyorlar. 
Bu sorulara  delillerle ispatlanacak şekilde sağlıklı cevaplar verirlerse, kendileri hakkındaki görüşleri sağlam bir zemine oturtmuş olurlar. 
Prof. Dr. AHAD ANDİCAN
Sayın Ahad Andican;  Özbekistan’da, Özbek Türk’lerinden bir ailenin evlâdı olarak  dünyaya geldi. Bir süre Afganistan’da yaşadı. Türkiye’ye gelerek Tıp Fakültesi’nde okudu. Genel cerrahi dalında profesör oldu. Devlet Bakanı olarak görev üstlendi. Düşünen ve düşündüklerini yazan, yazdıklarını kitap hâlinde yayınlayan bir entelektüeldir. Türk Dünyası, O’nun tıp alanından sonra en donanımlı olduğu alandır. Prof. Dr. Sayın Ahad Andican, Hezâreler hakkında şunları söylüyor:
Târihî olaylara baktığımızda, Hezârelerin Moğol kökenli Türk oldukları konusundaki iddialarının gerçek olabileceğini anlıyoruz. Moğollar güçlü bir kavimdi. Fakat uzun süreli devletler kuramadılar. Egemenlik kurdukları topraklarda hep azınlıkta idiler. Bu sebeple hâkim kadroda bulunmalarına rağmen çoğunluktaki halkın kültürlerinden etkilendiler. Hezâreler de Fars kültürünü benimsemiş bir etnik gruptur. 
Hezârelerin etnik kökenleri konusunda, dünya kamuoyunda hiçbir ilmî  araştırma yapılmamıştır. Yazılanlar ve söylenilenler, karşılıklı iddialardan ibarettir. Bir insan, Ben Türk’üm !  Diyorsa, kabul etmek durumundayız. Türk olmanın gereklerini yerine getirip getirmediği ayrı bir konudur. Farsça konuşan, İran ile aynı dinî anlayışı paylaşan, onlardan  maddî ve mânevî destek alan bir topluluktan başka türlü bir davranış  beklemek, esasen mümkün değildir. İran içerisinde yaşayan 30 milyona yakın Azerbaycan Türklerini nasıl Türk saymamak gibi bir hakkımız yoksa, Hezâre’leri de Türk saymamaya hakkımız yoktur. 
MUSTAFA MAHDUM
Afganistan’da dünyaya geldi. Mal ve can güvenliği kalmadığı için  1981 yılında Türkiye’ye  mülteci olarak gelen bir ailenin ferdi. Halen İstanbul’da, Dünya Türkmenleri Eğitim Vakfı’nın Başkanıdır. 
Mustafa Mahdum konuyu; Afganistan’da yaşayan Türk’lerin değil, Türk Dünyası’nın meselesi olarak ele alıyor. Görüşlerini şöyle özetlemek mümkün: 
Özbekistan, Türkmenistan ve Azerbaycan; Türk olduklarını söyleyen öğrenim çağındaki Hezârelere destek veriyorlar. Onlara tanınan imkânların yüzde biri, Afganistan Türkmenlerinden esirgeniyor.  Hezârelerin Türk kökenli olduklarını söylemelerine hiçbir itirazımız yok. Bizim şikâyetimiz, Türklere düşmanlık etmeleri sebebiyledir. Türklere, Türkmenlere hakaret ediyorlar. Türk düşmanlarıyla birlikte hareket ediyorlar. Türkler lehine tek bir eylemleri yok. Özetle onlar, Türk olduklarını iddia etmelerine  rağmen, Türk gibi ve Türk’e dost gibi davranmıyorlar. Bizim problemimiz , Hezârelerin Afganistan Türkmenleri aleyhine eylem yapmış olmalarından ibaret değil. Bütün Türklük dünyasına ihanet içerisindeler. Eğer yalnıza bize kötülük etmekle kalsalar, Türk Dünyası’na yararlı işler yapsalar... 10 milyona yakın Afganistan Türkmeni, Hezâreler uğruna fedâ edilmeye râzıdır. Biz Anadolu’nun bir tek taşını, Afganistan’ın,  Afganistan Türkmenlerinin tümü ile değişmeyiz.  Hezârelerin Türk’e düşmanlıktan vazgeçmeleri hâlinde, geçmişi unutmaya, ellerini dostça sıkmaya hazırız.
SONUÇ:
Türkistan’dan göç amacıyla çıkan Türkler içerisinde, Hindistan ve Afganistan’a yerleşenler, Anadolu’muza gelebilenlerden çok daha fazladır. Orta Doğu, Mısır ve Afrika, o târihlerde Türk sellerine yurt olmuştu. Mısır, bütünü ile Türk Yurdu idi. Onlardan günümüze iz ve eser kalmadı. Batı Hunlarını, Avarları ve Uzlarla Kumanları, yalnızca isim olarak biliyoruz. Çin topraklarında on milyonlarca soydaşımız eridi, kültürel açıdan yok oldu. 
Hezâreler, Kuşhanların, Ak Hunların ve Eftalitlerin torunlarıdır. O halde ırk olarak Türk olmalarına rağmen çeşitli sebeplerle Türklüklerini kaybetmiş soydaşlarımızdır. 
İranlılar, Azerî Türkler için “Onlar, dillerine iğne batırılarak Türkçe konuşmaya mecbur edilen Farslardır.”  Diyorlar. Biz de Farsça konuşan Türkler için aynı şeyleri söylemek hakkına sahibiz. 
Hezârelerin Türklüğü konusundaki tartışmaları sona erdirmek için; sosyologların, antropologların  Afganistan’da ciddî incelemeler yapması gerekir. Böyle bir inceleme  yapılmadan Hezâreleri Türk saymamak yanlış olur. 
Türkler hakkındaki iddialara bakacak olursak çok karanlık bir tablo ortaya çıkar: Türkler, bir avuç müstevlidir. Anadolu’ya geldiler, Rum çoğunluğa  karıştılar. Türk kültürü; kırma bir kültürdür. Türk ırkı da öyle...”  Bunlar, ispatlanmamış iddialardır.  İspatlanmamış iddialarla hüküm verilmez. 
Afganistan Türkmenleri ile Hezâreler arasındaki anlaşmazlıklar; mezhep ayrılığının  ve İran’ın yönlendirmesinin sonucudur. Türklük âleminin tez zamanda  çözülmesi gereken bir problemidir. 
Günümüzde, insanların etnik kimliklerini belirlemek için etnik köken yeterli bir kıstas olarak kabul edilmemektedir. Antropolojik yapı, konuşulan dil ve benimsenen – yaşanan kültür etnik kimliğin belirlenmesinde çok önemli etkenlerdir. Bilindiği gibi Bulgarlar ve Macarlar Türk kökenlidir. Türkistan’dan göçüp bu günkü ülkelerine yerleşmişlerdir. Mensubu bulundukları etnik grubun dilini bırakıp kültürlerini unuttuklarından dolayı, artık onların Türklüklerinden  söz edilemez. Hele Bulgarların  yakın geçmişte Türk’lere yaptıkları hatırlanırsa... 
Sonuç olarak Hezâreler, Türk olduklarını iddia ediyorlarsa, itirazımız değil, şartlarımız olur. Bu şartlar şöylece sıralanabilir:1- Türkçe konuşmalısınız. 2- Türk Kültürü’nü benimsemeniz gerekir. Bunları yapamıyorsanız, hiç değilse, Türk’le dost olmalısınız. Onu da yapamıyorsanız, Türklere düşmanlık etmemelisiniz.  
Bunları yaparsanız, Afganistan Türkmenleri ve dünya Türklüğü, sizleri bağrına basmaya  hazırdır.
(BİTTİ)