Açgözlülüğü baş tacı edinenlerin, en yüksek gelirliler gibi yaşama tutkusunun, yol açtığı finansal krizler, bulaşıcı hastalık gibi bütün dünyaya yayılıyor. Batı ülkelerinde açgözlülüğün akıl almaz boyutlara ulaşması, dünyayı büyük bir yangın alanına çevirmiştir. Batılıların Doğuluların tasarruflarıyla, bolluk içinde yaşama rüyası, bütün ülkelerde büyük yıkımlara yol açmıştır. Rüya ülkeleri, kriz ülkelerine dönüşmektedir.
Yerel olduğu kadar, küresel ekonomiye de canlılık kazandıran kaynakların başında, ürün, hizmet ve bilgi üretiminde, gerçekleştirilen verimlilik artışları gelir. Dünyadaki bütün kuruluşlar, arasındaki verimliliği artırma yarışı, ulaşım alanındaki gelişmelerle, satıcılardan alıcılara kadar uzanan, çok geniş bir alanda küresel boyutlar kazanmıştır. Verimliliklerini sürekli artıran kuruluşlar, üretim alanlarını sürekli genişletirler, sürekli derinleştirirler.
Mesnevi ile Mukaddime ile yoğurulan toplumların kültüründe, insanın üretime uzak durması ve sermayenin üretimin dışında kalması istenmez. Yuvarlanan taşın yosun tutmadığı gibi, çalışan ve üreten insan yoksul düşmez. Nasıl işleyen demir parlarsa, üretimde değerlendirilen sermaye de getiri sağlar. Bu yüzden bir ülkenin, üretim gücünü büyütmede, sermaye önemli olmakla birlikte, hiçbir zaman yeterli olmaz.
İnsanlar ekonomi ve kültür alanındaki kitapları okurken, kuru bilgilerle doldurulmuş olanları değil, şiir dizeleriyle, özlü sözlerle, kısa fıkralarla zenginleştirilmişleri, daha çok severler.
Küre dünyanın kare dünyaya dönüşmesiyle, ekonomik yapı ve kültürel doku, kabuk değiştirmiştir. Kuruluşlar ürünlerini, hizmetlerini ve bilgilerini sattıkları insanlara, bir alıcı gözüyle değil, bir abone gözüyle görmeye başlamışlardır. Kuruluşlarla alıcılar arasındaki iletişim ve etkileşim, yeni boyutlar kazanmıştır. Satıcılarla alıcılar arasındaki ilişkilerde, süreklilik sağlıklı büyümenin ve gelirleri artırmanın, en önemli ve değerli kaynağı olmuştur.
Dünyada insanların önemli bir kesimini, yoksulluk sınırının altında yaşıyor. Yoksulluğun giderilmesi bütün ülkelerin el ele vererek, çözmek zorunda oldukları sorunların başında yer alıyor. Toplumlarda insanlar, tüketimi artıran harcamalardan kaçınmada, savurganlığı önlemede, kilit bir işlev yüklenirler. Bu yüzden bütün ülkeler, toplumun bütün kesimlerinden hem üreticiler, hem tüketiciler olarak, üretimi artırmaları ve ekonomiye katkıda bulunmaları isterler.
Dünyanın bütün ülkelerinde, kendilerini değiştirmesini bilen kuruluşlar, toplumlarının ekonomik yapılarında olduğu kadar, kültürel dokularında köklü dönüşümlerin, sürükleyici gücü olurlar.
Ekonominin üretim boyutundan daha çok, finans boyutuna ağırlık verenler, bütün ülkelerin ekonomilerinde depreme benzer sarsıntılara yol açarlar. Çalışma alanı dışı, faiz gelirlerini amaç, ürün, hizmet ve bilgi üretiminden gelir sağlamayı araç gören, bütün kuruluşlarda tehlike çanları sürekli çalar. Dünyadaki finansal bunalımlar, değişik alanda üretim yapan kuruluşları, şimdiye kadar bildikleri doğruları unutmaya zorlamaktadır.
Devlet yöneticilerinin akıllarını başlarından alan, askerlerin gözlerini kamaştıran, yıkıcı boyutları sürekli geliştirilen silahlar, otokratik yönetimlerin ellerinde, yollarıyla, köprüleriyle, havaalanlarıyla, çarşılarıyla, özel ve kamu binalarıyla şehirleri yerle bir ediyorlar. Güç peşinde koşan devletler, hukuk ilkeleriyle birlikte etik değerleri ayaklar altına alarak, başta Ortadoğu şehirleri olmak üzere, bütün şehirleri yangın alanına dönüştürüyorlar.
İster Afrika’da, ister Asya’da, ister Avrupa’da, ister Güney Amerika’da olsun, dünyanın hiçbir ülkesinde, hayatı herkes için yaşanır kılacak, bir siyasal yönetim, yalnızca silahlı güçlere dayanarak, uzun yıllar varlığını koruyamaz. Devletlerin uzun ömürlü olmalarında ve kalıcı izler bırakmalarında, her zaman kolaylaştırmak zorlaştırmaktan, barış yapmak savaş yapmaktan, sevdirmek nefret ettirmekten daha önemli olmuştur.
Yağmalamaya dayanan ekonomileriyle, yeteri kadar büyüyen Avrupa ülkeleri, uzun bir durgunluk dönemine girmişlerdir. Avrupa’nın içine düştüğü, üretim güçsüzlüğünün doğurduğu boşluğu, Afrika’nın ve Asya’nın yağmalanan ülkeleri dolduracaktır. Dünya nüfusunun yarısını oluşturan “Otokratik Çin” ve “Demokratik Hindistan”, dünyanın yeni üretim merkezi olma yolunda hızla ilerliyorlar. Onları Endonezya, Türkiye, Nijerya ve Brezilya izliyor.
Bir yandan yazılan, bir yandan silinen tarihin, geçmiş yüzyıllarından bakmadan, gelecek yüzyılları görülmez. Yönetim konularında, üretim alanlarında geçmiş yüzyıllardan gelen bilgi ve bilgelik birikimleri, gelecek yüzyıllara ışık tutar. Babadan oğula geçmeyen cumhuriyet yönetimi denilince, Batı dünyasında akıllara, Atina yönetimi gelir. Ancak Atina’da çoğunluğun oylarına değil, azınlığın oylarına dayanan bir yönetim örneği verilir.
Yirmi birinci yüzyıl, özel, kamu ve gönüllü kuruluşlarıyla, bir arada yaşama yüzyılı olma, yolunda hızla ilerlemektedir. İster kazanç amaçlı olsun ister kazanç amaçsız olsun, bütün ülkelerin, ekonomik, siyasal ve kültürel güçlerinin kaynağında şirketler vardır. Dünyada tartışılan sorunların başında, büyük ya da küçük şirketlerin, yönetimi, denetimi, kurumsal, kamusal ve kültürel sorumlulukları gelmektedir. Şirketlerin özel bilançoları kadar, çevreye etkilerini gösteren, toplumsal bilançoları da önem kazanmıştır.
Dünyada Habil’den ve Kabil’den beri, insanlar yönetim sorunlarıyla karşı karşıya gelmişlerdir. Üç ve daha fazla insanın olduğu her yerde, yönetim ve yönetici seçme sorunları olur. Ülkelerin, kurumların ve kuruluşların yönetiminde, Otokratik ya da Demokratik yöntemlere başvurulur. Otokratik yönetimlerde kurucular, Demokratik yönetimlerde kurallar ağırlık kazanır. Kurumsallaşan yapıların yönetiminde, değerler belirleyici olurlar.
Dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar, korku yönetimleri güçlerini savaşlarla korumaya çalışırlar. Yirminci yüzyılın ırkçı devletleri gibi, sözde demokratik olan yönetimler, savaşlarla güçlerini korumaya önem verirler. Onlar hem ülke içinde hem ülke dışında uzlaşmacı olmaktan önce, çatışmacı olmaya özen gösterirler. Onların çevrelerinde bahar rüzgarları değil kış rüzgarları eser, başarıları silahsız güçlerinden daha çok silahlı güçlerine dayanır.
Güçlü ekonomik, siyasal ve kültürel atılımlar yapmada, geçmiş yılların paradigmaları, gelecek yılların sorunları olurlar. Thomas Kuhn’nın “Bilimsel Devrimlerin Yapısı” kitabıyla, gündeme gelen ve benimsenen paradigma kavramı, en geniş tanımıyla yaklaşım, bakış ve görüş anlamına gelir. Her dönemin kendine özgü bir paradigması olur. Geçmişte oluşmaları yıllar alan paradigmalar, son dönemde daha hızlı, neredeyse yıldan yıla değişiyor.
Dünyanın bütün ülkelerinde, savaş ve barış, özgürlük ve eşitlik, geniş kapsamlı düşünen aydınların yaptıkları, tartışmaların ana konularını oluştururlar. Özgürlüklerin alanını daraltan otokratik yönetimlerde, barışın güvercinlerinden daha çok, savaşın şahinleri güç kazanırlar. Ülkelerde otokratik yönetimler çatışmaları, demokratik yönetimler uzlaşmaları büyüterek, ömürlerini uzatmaya çalışırlar. Biri savaşa önem verirken, biri barışa önem verir.
Doğu’dan Batı’ya bütün ülkelerdeki krizler, ömür boyu yönetimde kalmak isteyen, seçimlerle değişmeyen liderlerden kaynaklanır. Oysa küresel krizler bütün ülkeleri, yönetimde ve üretimde, yenilik yapmaya zorluyor. Demokratik kurumlarla ve küresel kurallarla, yönetenlerin güçlerini azaltmadan, yönetilenlerin güçlerini artırmadan, dünyanın karşı karşıya olduğu sorunların, üstesinden gelmek giderek zorlaşıyor.
Dünyadaki ülkelerin içlerinde ve aralarında yapılan savaşlar, Yirminci yüzyılda olduğu gibi, Yirmi birinci yüzyılda bütün hızıyla devam ediyor. Amerika’nın Vietnam’da Rusya’nın Afganistan’da başlattığı savaşlar, Asya’dan Avrupa’ya taşınarak, Bosna, Kosova derken Ukrayna’yı da yakıp yıkıyor. Bu yüzden Gazali’den Bertrant Russell’a kadar, Doğu’lu ve Batı’lı çok sayıda düşünür, savaşların güç kazanma yarışından, kaynaklandığını vurgulamaya önem verirler.
Ahilik Anadolu insanının yüzyıllar önce, kaliteli ürün ve hizmet üretmeyi teşvik etmek amacıyla, üreticilerin kurup geliştirdiği bir kurumdur. Ahiler hayat ve güç kaynağı şehirlerde, değişik alanlarda üretimi geliştirmek için, üreticiler arasında dayanışmaya ve yardımlaşmayı sağlayan öncülerdir. Onlar üreticiyle birlikte, tüketicinin haklarını koruyan, iyilikleri özendiren, kötülükleri önleyen, dönemlerinin başarılı sivil toplum kuruluşlarıdır.Ahilik Anadolu insanının yüzyıllar önce, kaliteli ürün ve hizmet üretmeyi teşvik etmek amacıyla, üreticilerin kurup geliştirdiği bir kurumdur. Ahiler hayat ve güç kaynağı şehirlerde, değişik alanlarda üretimi geliştirmek için, üreticiler arasında dayanışmaya ve yardımlaşmayı sağlayan öncülerdir. Onlar üreticiyle birlikte, tüketicinin haklarını koruyan, iyilikleri özendiren, kötülükleri önleyen, dönemlerinin başarılı sivil toplum kuruluşlarıdır.