Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

ocetinoglu1@gmail.com

Dr. Elchin İbrahimov ile Geçmişten Günümüze Türk Dünyasında Alfabe Problemi Hakkında Konuştuk

(BİRİNCİ BÖLÜM)

Oğuz Çetinoğlu: Kimilerine göre 40.000 yıl, kimilerine göre 4000 yıllık târihimiz, bu târihten günümüze gelen köklü kültürümüzün mahsulleri olanErgenekon, Göç, Türeyiş, Oğuz Kağan, Yaratılış ve Satuk Buğra Han gibi destanlarımız var. Orhun Kitâbeleri, Dede Korkut Kitabı, Dîvânu Lugati’t-Türk, Kutadgu Bilig, Atebetü’l-Hakayık ve daha niceleri gibi yazılı eserlerimiz olduğu biliniyor. Bunlar bizim ortak değerlerimizdir. Bu ortak değerlerimize rağmen, elem vericidir ki ‘Ortak Alfabemiz’ yok. Sizinle bu meseleyi konuşmak istiyoruz. Mülâkat teklifimizi kabul ettiğiniz için teşekkür ederiz.

Ortak Alfabe ile alakalı olarak giriş mâhiyetinde lütfedeceğiniz izahatınızla mülâkatımıza başlayabilir miyiz? 

Sizce bir mahzur yoksa, yazılı metinde adınızı, Türkiye Türkçesindeki yazılışı ile ‘Elçin’, soyadınızı da ‘İbrahimli’ şeklinde kullanacağız. Müsaadeniz olur mu? İstiyoruz ki Türkiye sizi, ‘Elçin İbrahimli olarak bilsin…

Dr. Elçin İbrahimli: Bence bir mahzuru yoktur.

Çetinoğlu: Peki Efendim, Teşekkür ederim.

Kemal Sallı: Adınızın yeni şekli hayırlı olsun Elçin Bey!

Dr. İbrahimli: Teşekkür ederim Kemal Bey.

Türkçenin binlerce yıllık geçmişinde birçok alfabe kullanılmış ve bu alfabeler üzerinde değişiklikler yaşanmıştır. Aynı dilde konuşan Türk kabile ve toplulukları zamanla büyük alanlara yayıldıkları için daha sonraki dönemlerde aynı dili konuşan topluluklar farklı ağızlarda konuşmaya başladılar. Zaman geçtikçe bu kabile ve topluluklar geniş arazilerde birer birer devlet kurdular; özellikle bu etkiler aynı dili konuşan toplulukların farklı lehçelerde konuşmasına sebebiyet verdi. Buna rağmen Türkler, yakın dönemlerde bâzen birden çok alfabeyi birlikte kullanmışlardır. Bu durum sonucunda da edebiyat ve dil çevresinde değişiklikler ortaya çıkmış ve bu, farklı gelişmelerin yaşanmasına yol açmıştır.

N. A. Baskakov'un yazdığı gibi ‘Türkçe Kaşgar'dan İstanbul'a kadar arazide (bu arazi Çin Seddi'nden Tuna nehrine kadar) kullanılan ve anlaşılan edebî dil olmuştur.’

Sallı: Bu gelişmeyi, Gaspıralıİsmâil Bey’e borçluyuz. Türk dünyasında ‘Ortak Alfabe’ üzerinde anlaşma sağlanırsa, (ki buna mecburuz, hatta mahkûmuz)   Gaspıralı’nın başlattığı hareketi devam ettirme imkânı bulmuş olacağız. Ne dersiniz?

Dr. İbrahimli: ‘Dilde, fikirde, işte birliğin sağlanması düşüncesini dile getiren ünlü Türkolog Gaspıralı İsmail Bey'in büyük ülküsünün günümüzde gerçekleştirilmesi için siyâsî, kültürle alâkalı ve teknolojik şartlar şu anki durumda en üst seviyededir.

Çetinoğlu: Çok güzel… Kendiliğinden olmayacağına göre neler yapılmalı?

Dr. İbrahimli: Ortak iletişim dilinin oluşturulması bütün Türk halkları ve topluluklarınca anlaşılabilen tek bir dil aracılığıyla sağlanabilir.

Günümüzde Türkler için en güncel mesele olan ortak konuşma dili meselesi için de en önemli konu alfabe meselesidir. Bugün bunun basit bir iş olmadığını savunanlar, sâdece târihe baktıklarında bunu rahatlıkla görebilirler. Geçmişte birbirlerini anlamak şimdikinden daha kolay olmuştur. Hatta Rus İmparatorluğu Türkler arasındaki medenî konuşma ve anlaşmayı kısıtlı şekilde ve planlı olarak bozmak için çaba sarf etmiş veya gerçekleşmesine karşı çıkmıştır. 19. yüzyılda bu durum şimdikinden daha kolaydı. Zamanında, aslında en az bin yıl süresince Türk lehçelerinin birbirine yakın olmasını, Türklerin birbirini okuyup anlayabilmesini şartlandıran sebeplerin başında, ortak alfabe ve aynı imla kurallarının kullanılması gelmiştir. Mâlûm olduğu gibi, bir zamanlar (kastımız bin yıl süresince) Doğu, Batı ve Volga nehri kenarındaki Türkler, bütün Müslüman Türkler Arap alfabesini ve onun imla prensiplerini kullanmışlardı. Onun için Ahmet Yasevi, Yunus Emre, İmadeddin Nesimi, Mehmed Fuzûlî vb., hatta daha sonraları, yani Türkçeler arasında büyük farklılıkların olduğu zamanlarda (19. yüzyılın ikinci yarısı ve 20. yüzyılın başları) İstanbul'da yazan Namık Kemal, Şamahı'da yazan MirzeAlekberSabir, Kazan'da yazan AbdullaTukayve diğerleri hem Anadolu'da hem Bakü'de hem Kazan'da hem de Taşkent'te rahatlıkla okunuyordu.

Bir zamanlar Bahçesaray'da basılan Tercüman gazetesi, Tiflis'te çıkan Molla Nasreddin dergisi; Volga nehrinde, Türkistan'da, Kafkas'ta, Anadolu'da, Kırım'da ve başka Türk coğrafyalarında elden ele gezmiştir. Büyük Azerbaycan edibi, Molla Nasreddin dergisinin kurucusu Celil Mametkuluzade şöyle yazıyordu: ‘Bizim dilcilerimiz edebî, akademik dil arayışında oldukları zamanlarda bile 'Molla Nasreddin' dergisi açık ve basit Türkçesiyle kısa zamanda herkes tarafında beğenilen ve okunan bir dergi olmakla kalmadı, Kür, Aras nehirlerini de geçerek Hazar ve Kara deryaları da vurup Türkiye'ye ve Türkistan'a, oradan da uçarak Kafkas dağlarını aşarak Kırım'a ve diğer Türk ülkelerine geçti...’

Çetinoğlu: Molla Nasreddin Dergisi Türkiye Türkleri için olduğu kadar dünya Türklüğü için de çok mühim bir isim. Biraz daha bilgi verebilir misiniz?

Dr. İbrahimli: Molla Nasreddin dergisinin 7 Nisan 1906'daki ilk sayısında derginin editörü Mirza Celil bizi düşündüren meseleler karşısında şöyle yazmıştır: ‘Birlikte Kafkas Türkleri için genelde bir dil konusunda anlaşmaya varmamışlardır. Peki, Osmanlı Türkleri, peki Kırım ve Kazan Tatarları, peki Türkistan Türkleri ve Özbekistan, peki İran'da yaşayan Azerbaycan Türkleri? Peki, biz bunu itiraf ediyoruz ki evvel ve sonda ilelebet Türkler için edebî dile ve imlaya, alfabeye çok büyük gerek vardır. Tüm varlığımızla inanıyoruz ki ortak bir alfabe esasında ortak konuşma dili vücuda gelecektir.’

Sallı: Gecikmeler olmasına rağmen hâlâ o ümitle yaşıyoruz. Sizce durum nedir?

Dr. İbrahimli: Dikkat edilmesi gereken en esas konu, Azerbaycan aydınının daha 1906 senesinde Türkler için ortak bir konuşma dilinin var olacağına inanmasıdır. Şimdi ise en önemli konuyu belirtmek isterim, târihten de belli olduğu gibi, Sovyet İmparatorluğu'nun en sert olduğu bir dönemde onun zulmü altında sıkışan ve ezilen Türk edibinin böyle umutla, inanışla söylediği sözü, bugün biz, bağımsız Türk devletlerinin adımlarını tartışıyoruz, hatta bazılarımız buna inanmamakla kalmayıp karşı da çıkıyoruz.

Çetinoğlu: Lenin öldü, ideolojisini yaşatmaya çalışanlar var… Biraz daha sabredeceğiz, eski kafaların nesli tükeniyor…

Dr. İbrahimli: Günümüzde Türk dünyası için büyük mesele olan alfabe ve alfabe birliği bir alfabe tipini seçmekle bitmiyor. Mesela, bugün Kiril alfabesinden çıkan Türklerin hepsi Latin alfabesini kabul etmiş. Ancak bu tek alfabe ölçüsüne sığıyor mu? Aynı ses için gereklidir ki aynı harfi kullanmış olasın. Bu bakımdan aynen Sovyetler dönemindeki durumdayız, belki de ondan da kötü durumdayız. Şöyle ki Sovyet döneminde bozgunculuk işi bir yerden, bir merkezden, Moskova'dan yönetiliyordu. Ancak şimdi her bir Türk devletinde başka başka taraflardan farklı bakışlar, farklı yaklaşımlar vardır. Keza bu bozgunculuk yöntemi bize Sovyet ideolojisinden miras kalmış.

Sallı: Aklımızı başımıza toplayıp redd-i miras yoluna gitmemiz gerekiyor...

Dr. İbrahimli: Çok haklısınız.1926 yılında  Bakü'de Birinci Türkoloji Kongresi'nin yapılması ve bu kongrede uzun tartışmalardan sonra Latin kaynaklı bir alfabe benimsenmesi ve buna birleştirilmiş Türk alfabesi adı verilmesi, Türkler için yeni bir alfabe sürecini başlatmıştır. Kongreden sonra Türkler ‘birleştirilmiş Türk alfabesi’ni (Yanalif) kabul etmişler. 1928 yılından itibaren ‘birleştirilmiş Türk alfabesi’ aşamalı olarak Sovyetlerdeki Türk cumhuriyetlerince kullanılmaya başlandı. 1928'de Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Atatürk, en büyük atılımlarından birini gerçekleştirerek Türkiye'de Latin alfabesine geçişi sağladı.

1930'ların başında neredeyse bütün Türk dünyası aynı kaynaklı ortak yazıyı kullanıyordu. Bu durum bu şekilde devam etseydi, belki de Sovyetlerdeki Türklerin birbirleriyle anlaşması ve iletişim kurması daha kolay olacaktı. Ancak Stalin'in 1930'larda başlattığı kıyım sırasında Sovyetlerdeki Türk halklarının Latin yazısınınkullanılmasına son verdi. Böylelikle Türkler arasındaki târihî bağların kopma dönemi başlamış oldu. 1940 yılında Türk dilli milletler yeniden Kiril alfabesine geçtiler ve böylece Türklerin ikinci Kiril dönemi de başlamış oldu.

Çetinoğlu: Sovyetler Birliği dağıldıktan sonraki durum hakkında da bilgi lütfeder misiniz?

Dr. İbrahimli: Sovyetlerin dağılmasıyla birlikte Türk cumhuriyetleri de bağımsızlığına kavuştu. Bunun sonucunda beş bağımsız Türk cumhuriyeti ortaya çıkmış oldu: Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan ve Türkmenistan. Dünyanın değişik bölgelerinde heyecan ve ilgiyle tâkipedilenbu gelişmeler, Türkiye'yi de yakından ilgilendiriyordu. ‘Hazırlıksız yakalandık’ sözlerini o günlerde sıkça duyuyorduk.

Sallı: Halbuki Atatürk; ‘Bugün Sovyet Rusya, dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yarın ne olacağını kimse kestiremez Tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gibi parçalanabilir. Bugün elinde tuttuğu milletler, avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşır. O zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim, bu dostumuzun idâresinde dili bir, inancı bir, öz kardeşlerimiz vardır. Onlara sâhip çıkmaya hazır olmalıyız.’ Demişti…

Dr. İbrahimli: O’nun düşündüğünü, gördüğünü havsalasına sığdıramayan insanlar vardı. Türkiye’de vardı, Azerbaycan’da vardı… Ne yapacağımız, ilişkilerimizi hangi çizgide yürüteceğimiz tam olarak belli değildi. Milliyetçi çevrelerde daha baskın olmakla birlikte Türkiye'de büyük çoğunluk, yıllarca esir Türklerin bu esâretten kurtulmasını dillendiriyordu. Ancak esir Türkler bağımsız olunca neleri nasıl yapacaktık, bunlar üzerinde fazla durulmuyordu. Çünkü Türk yurtlarının büyük bir kısmının bu kadar kısa sürede bağımsız olmasına ihtimal verilmiyordu. Bağımsızlık; yeni ordu, yeni bayrak, yeni para birimi gibi birçok ‘yeni’yi beraberinde getiriyordu.

Çetinoğlu: ‘Yeni’ler arasında bir de ‘yeni alfabe’ vardı. 1992 yılının başlarında Bakü’deydim. Herşey için ‘Yanvar’da hallolacak’ deniliyordu… 

Dr. İbrahimli: Evet, bu hareketlilik içerisindeYanvar’lar geldi geçti ve Türk dünyasının kültür birliği gündeme gelmeye başladı. Kültür birliğinin sağlanmasında alfabe birliği önemli olduğu için Kirilden Latin alfabesine geçişle ilgili tartışmalar da gündemdeki yerini aldı.

1991 ve hemen sonrasındaki yıllarda dil alanında Türkiye ve Türk cumhuriyetlerinde önemli görüşmeler ve heyecanlı tartışmalar yapılıyordu. 18-20 Kasım 1991 târihinde Marmara Üniversitesi Türkiyat Araştırmaları Enstitüsü tarafından ‘Milletlerarası Çağdaş Türk Alfabeleri Sempozyumu’ düzenlenir. Bu sempozyuma katılan delegeler, Türk lehçeleri için tavsiye edilen 34 harfli ortak alfabeye imza atarlar. Bu alfabe, Türkiye Türkçesinde kullanılan Latin temelli alfabeye beş harfin ilave edilmesiyle oluşturulur. İlave edilen harfler şunlardır: açık e ‘Ə’, nazal n ‘ŋ’, ‘x’, ‘q’, ‘w’. Bu toplantı ve tartışmalar, meyvesini vermeye başlar ve değişik zamanlarda Azerbaycan, Türkmenistan ve Özbekistan, kademeli olarak Latin alfabesine geçmeyi kararlaştırırlar.

Çetinoğlu: Çok güzel… Sonra?

Dr. İbrahimli: Azerbaycan, 25 Aralık 1991'de Kiril harflerini bırakıp Latin alfabesine geçme kararı alır. Ancak ‘e’ harfi yerine ‘ä’yi kabul eder. Buna rağmen söz konusu ortak alfabeyi en doğru ve yüksek düzeyde kullanan Azerbaycan Cumhuriyeti olmuştur. Bu alfabenin Türkiye'de yürürlükte olan alfabede bulunmayan karakterleri şunlardır: "ə", "q" ve "x". Yeni Azeri alfabesiyle yazılmış bir metin, kod farklılaşması olmadığı için Latin temelli alfabe kullanan Türkiye Türkleri tarafından kelimelerin rahat anlaşılmasında büyük kolaylıklar sağlamış oldu. 12 Nisan 1993'te Türkmenistan, 2 Eylül 1993'te deÖzbekistan Latin alfabesini kabul ederler. Bu iki Türk cumhuriyetinin kabul ettikleri alfabede 34 harfli ortak alfabeden sapma epeyce fazladır. Türkmenistan, farklı kodları benimseyerek, kabul edilen 34 harfli Türk alfabesinin biraz dışına çıkmış oldu ve “ı" yerine “y", “y" yerine “y", “c" yerine de “j"yi kabul etti. Örnek olarak “dizgici" veya “ürün toplayıcı" anlamlarına gelen yıgıcı kelimesi, yygyjy şeklinde yazılınca, bu kelimenin yaşadığı bir başka lehçe ana dili olanlar için ilk andaki hızlı çağrışım yok edilmiş oldu. Türkiye Türk'ü birisi yılını kelimesini yylyny şeklinde görünce onda hiçbir çağrışım yapmaz. Özbekistan bir yandan “ş", “ç" gibi harflerin İngilizcedeki yazılışları olan “sh" ve “ch"yi esas alırken bir yandan da yuvarlaklaşan “a" ile “o"nun tek kodla gösterilmesini kabul ederek iki farklı sesi birleştirmiş oldu. Latin temelli alfabeyi kullanan Türkler tarafından çiçek kelimesi chichek şeklinde yazılırsa ilk bakışta farklı kod seçimini bilmeyenlerce bu kelimenin İngilizce sanılması kaçınılmazdır. Çocuk çok nazlı bir çiçektir cümlesini ‘Chocukchok nazlı bir chichektir’ biçiminde yazdığımızda bütün kelimelerini çok iyi bildiğimiz Türkçe bir cümle bizden bu kadar uzaklaşırsa, bazı kelimelerini bilemeyeceğimiz Özbekçe bir metnin böyle bir tercihle ne kadar uzaklaşacağını siz düşünün. Bu yaklaşımların bir sonucu olarak kelimeyi anlamak için harcamamız gereken ilk gayreti alfabeyi çözmeye ayırmak durumunda kalıyoruz. Özellikle üzülerek belirtmek isterim ki dünyada hiçbir halkın alfabesi bir asırda üç defa değiştirilmemiştir.

Çetinoğlu: Özbekistan’daki bu durum, ‘Rahmetli’ diyelim, İslâm Kerimov’un Türk dünyası lideri olma ihtirasının sebebiyet verdiği bir ‘ayrı baş çekme’, ‘önde gideni tâkip etmenin sebebiyet verdiği kompleks neticesi olabilir mi. Meselâ o dönemde Muhammed Sâlih devlet başkanı olsaydı aynı aksaklık yaşanır mıydı?

Dr. İbrahimli: Biliyor musunuz târihe ve târihte olanlara “keşkelerle” yaklaşmak doğru değil. Veya o olsaydı böyle olurdu ne kadar doğru bilemiyorum. Çünki diğer Türk Cümhuriyetlerinde günümüzdeki duruma görüyoruz. Ama şu da gerçektir ki, rahmetli Kerimovun döneminde Özbekistan Türk Dünyası için kapalı bir ülke olmuştur. Özbekistanı en azı 15 yıl geriye götürdü. Ben iki defa Özbekistanda bulundum. Türk Dünyasının ana kültürü Özbekistandadır. Özbekistansız Türk Dünyası düşünmek mümkün değil. Özbekistan bu gün bizim -  Azerbaycanın 1991-2001 senesindeki alfabe karışıklığı dönemini yaşıyor. Hem Kiril, hemde Latin alfabesi kullanılmakta. Mağaza adları, AVM-ler karışık alfabelerle yazılmış. Özbekistanlı bilim adamlarıyla en son konuştuğumda devletin şu anki aşamada gündeminde olan konulardan biri de bu karışık alfabe konudur ki, her halde bu yıl olumlu hallini bulur diye düşünüyorum. Hem de Latin alfabesi üzerinde de ciddi çalışmalar var.

Sallı:Azerbayca ve Türkmenistan’ın tereyağından kıl çeker gibi meseleyi kolayca çözümlemeleri başarısının gerisinde yatan unsur sizce nedir?

Dr. İbrahimli: Azerbaycan Türklerinin ve Türkmenisitan Türklerinin alfabe değişikliğini hızlıca benimseyip hayata geçirmelerinde, uzun yıllardır Latin alfabesi kullanan Türkiye Türklerinin Oğuz soyundan gelmeleri etkili olmuş olabilir. Bu konuyla ilgili olarak Erdal Şahin şöyle der: ‘Türkiye Türkçesi ile birlikte Oğuz grubu içinde yer alan, dil bilgisi kuralları ve söz varlığı bakımlarından birbirlerine çok yakın olan Azerbaycan Türkçesi, Türkmen Türkçesi ve Gagavuz Türkçesinin Latin alfabesiyle yazılmaya başlanmasıyla yazı birliği, en azından Türk dilinin Oğuz grubunda daha 90'lı yıllarda sağlanmış bulunmaktadır.’

Sallı: Genel kabul görebilecek bir açıklama. Teşekkür ederim. Devam buyurur musunuz Efendim?

Çetinoğlu: Sovyetler Birliği yöneticilerinin Türkler açısından trajik olan bir başarısı da her Türk topluluğu için ayrı bir alfabe dayatmasıdır. Konu hakkında görüşlerinizi lütfeder misiniz? Dünyada Türklerden başka hiçbir millet, 20 ayrı alfabeyi kullanmak mecburiyetinde bırakılmamıştır. 

Dr. İbrahimli: Sovyetler Birliği tarafından uygulanan ve 1940 yılında kullanılmaya başlanan Kiril alfabeleri her cumhuriyet için ayrı ayrı karakterler göz önüne alınarak hazırlanmıştır. Bu, Rusların özel tercihine dayanıyordu. Paralel karakterler kullanılmış olsaydı, o zaman Türk boylarının değişik lehçelerde yazılmış metinleri, en azından ortak öğeler söz konusu olduğunda, çok kolay anlaşılabilirdi. Ancak alfabedeki farklılık, şuuraltındaki hızlı çağrışıma engel oluyordu. Kiril alfabesi, ayrıca Türkçe için gerekmeyen “е”, “ё”, “я”, “ю” (sırasıyla "ye", "yo", "ya", "yu") gibi ses grubunu gösteren harflere sâhipti. Bu şekilde yapılan tercihler, aynı milletin çocuklarını birbirinden uzaklaştırmayı amaçlayan özel bir tasarımın ürünü ve planlanmış bir politikanın devamı ve uygulamasıydı. Türk cumhuriyetlerinin yetkilileri bağımsızlığa kansız/acısız kavuşmuşken Rusya'nın yapmaya çalıştığı şekilde bir tercihle hareket etmemeliydiler. Aksine ihtiyaç duydukları birkaç harfi 34 harfli alfabeden ilave etmek suretiyle aynı karakterleri kullanarak şuuraltını harekete geçirip dilde yakınlaşmayı doğurabilecek paralel kodların kullanılmasına özen göstermeliydiler. Ne yazık ki Sovyetlerin dağılmasıyla özgürlüğüne kavuşan Türk cumhuriyetleri, alfabe meselesinde yeteri kadar duyarlı ve gerektiği şekilde hareket edemedi. Bir tek Azerbaycan'dan başka hiçbir ülkede alfabe reformları yapılmadı. Biz bugün bu alfabelerin sıkıntısını yaşıyoruz. Zamanında bunlar yapılmış olsaydı alfabede çok sorunlar çözülebilirdi.

(DEVAM EDECEK)