Soğuk savaş sonrası Avrupa ve Asya'nın ekonomik, siyasal ve kültürel hayatının yenilenmesinde Türkiye, Osmanlı öncesinde olduğu gibi, sürükleyici ve toparlayıcı bir işlev yüklenecektir. Tarih içinde Anadolu kadar Avrupa ve Asya'nın karşılaştığı, savaştığı ve hesaplaştığı başka bir coğrafya yoktur.
Ağaçların yazın meyve vermek için, kışın hazırlanmaları gibi, her yılda on bir ay hazırlanan Ramazan ayı, İslam dünyasına barış getirmek için gelir.
İşletme ekonomisi eğitimi de alan, makine mühendisi olarak, altmışlı yılların sonunda, Planlama’da çalışmaya başladım.
Avrupa Rönesans’ı, İbrahim Peygamber sevgisinde birleşen, “Kutsal Kitap” sahibi üç büyük dinin, İspanya’da ve Türkistan’da doruk noktasına ulaşan, bilgi ve bilgelik hazinelerine dayanır. Garaudy’nin “Endülüs’te İslam” kitabında, ayrıntılı olarak ele aldığı gibi, Avrupa’da doğan bir peygamber olmadığı için, bilgelik adına ne varsa, hepsi Müslüman dünyadan alınır.
Tarihin her döneminde şehirlerin kurulması, gelişmesi ve yönetilmesi, bütün insanlığın ortak sorunu olmuştur. Sanayileşmeyle büyük bir hız ve yoğunluk kazanan yatırımlar, şehirlerin ekonomik yapısıyla birlikte, kültürel dokusunu da dönüştürmüştür. Şehirler toplumları, toplumlar şehirleri zenginleştirirler.
Dünyanın ekonomik, siyasal ve kültürel gelişmesinde, On dokuzuncu yüzyıl Avrupa, Yirminci yüzyıl Amerika yüzyılı olmuştur, Yirmi birinci yüzyıl Asya yüzyılı olacaktır.
Yunan düşüncesi ve Hristiyanlığın etkisiyle, uzun yıllar Batı dünyasında ticarete sıcak bakılmamıştır. On üçüncü yüzyılda yaşayan Aziz Thomas, tüccarları köle, köleleri insan olarak görmeyen Aristo’yu izleyerek, toplum hayatında ticareti, bütün hayatın sürükleyici gücü gözüyle bakmaz. Yunan düşünce dünyasında ve Rönesans öncesi Avrupa’da, ekonominin temel taşlarını oluşturan ticaret, katlanılması gereken zorunlu bir toplumsal, kötülük olarak görülmüştür.
Ülkelerde üretim gücünün zenginleştirilmesi, toplumda kimseye haksızlık yapılmadan, herkesin ihtiyaçlarının karşılanması, üstesinden gelinmesi gereken sorunların başında gelir. Ülkelerin üretiminin artırılmasında, üretilenlerin paylaşılmasında, eldeki kaynakların değerlendirilmesinde, yüzyıllar içinde yeni yollar ve yeni yöntemler geliştirilmiştir. Yine de bütün insanlar kaynakların değerlendirilmesinde, verimliliği artırma sorunlarıyla, karşı karşıya kalmaktadırlar.
İster ekonomik ister siyasal, isterse kültürel olsun, hayatın her boyutunda, bütün kurum ve kuruluşlarda, iyi daha iyinin yolunu keser. Oysa her alanda, her kurumun, her kuruluşun, gelen yılının geçen yılından daha iyi olmasını sağlayacak stratejiler, izlemesinin önünde hiçbir engel yoktur. Kurum ve kuruluşların ulaştıkları başarı düzeylerinin kalıcı olabilmesi, iki yıllarının birbirinden farklı kılacak stratejiler geliştirmelerine bağlıdır.
İki binli yılların ilk yarısında, Türkiye'de önemli ekonomik, siyasal, kültürel dönüşümler bekleniyor. Sağlıklı kültürel doku, güçlü ekonomik yapı oluşturulmasında, bütün kurumlarıyla, bütün kurallarıyla işlerlik kazanmış demokratik yönetimin, yasal kaynağını oluşturacak anayasa çalışmaları, gündemdeki yerini koruyacaktır. Türkiye''deki yasal ve siyasal dönüşüm, ekonomik ve kültürel dönüşümün çok gerisinde kalmıştır.
Türk ülkeleri başta olmak üzere, bütün Müslüman ülkelerin şehirleri, Yunan ve Roma şehirlerinden ayrı bir gelişme gösterirler.
Büyük Osmanlı döneminden, Küçük Cumhuriyet dönemine geçişin sancılı yıllarında, başşehirlik işlevleri İstanbul’dan Ankara’ya taşınır.
Seçmensiz demokrasilerde seçimlerle değişmeyen, ömür boyu başkanlık peşinde koşanların elinde, barış dünyası savaş dünyasına dönüşüyor.
İster Doğu’da ister Batı’da olsun, dünyanın her ülkesinde şehirler, üretimi artırıcı, yönetimi iyileştirici, toplumu geliştirici işlev yüklenirler.
İlk öğretimden yüksek öğretime kadar bütün eğitim kurumları, öğrenen öğretmenleri, öğreten öğrencileriyle, ülkelerin omurgasını oluştururlar. Eğitim öğrencilere bilgi kazandırma, kazanılan bilgiyi yararlı hale getirme sürecidir. Ömür boyu devam eden bu süreçte, yaşı ve işi ne olursa olsun, herkes hem öğreten öğretmen hem de öğrenen öğrencidir. Öğrenme ve öğretmenin yeri ve zamanı yoktur. Toplum öğrenmesini öğrenmek zorundadır.
Ülkelerde insanlar, herkes tarafından benimsenen alışkanlıklarla, yağmurlu karanlık ortamları, güneşli aydınlık ortamlara dönüştürürler.
Dünyada kuruluşlar ne üretirlerse üretsinler, başta gelen sorumlulukları, kaynaklarını en verimli olarak değerlendirmektir. Kuruluşların uzun ömürlü olmaları, ekonomik, siyasal ve kültürel çevredeki değişmelere uyum sağlamaları, önceden hazırlandıkları planlara bağlıdır. Kuruluşlar geleceklerini, aksatmadan yaptıkları planlarla güvence altına alırlar. Sürekli güncellenen planlarla, kendilerini yenilemeyen kuruluşlar, uzun dönemde varlıklarını koruyamazlar.
Dünyanın her yerinde, savaş ve barış gibi, özgürlük ve eşitlik, toplumun bütün kesimlerinin ilgilendiren ana tartışma konularıdır. Özgürlükleri sınırlayan dayatmacı yönetimlerde, savaşın şahinleri güç kazanırlar. Eşitliğe önem veren demokratik yönetimlerde, barışın güvercinleri öne çıkarlar. Dayatmacı yönetimler düşmanlıkları büyüterek, ömürlerini uzatmaya çalışırken, demokratik yönetimler dostlukları geliştirerek, ömürlerine ömür katarlar.
Tarihsel süreçte toplumlar bulundukları yerde kalmazlar, konumlarını sürekli değiştirirler. Toplumların yapı değiştirmeleri, olumlu yönde büyümeye dönük olduğu gibi, olumsuz yönde küçülmeye dönük de olur. Tabiattaki doğal olayların, uymak zorunda olduğu doğal yasalar varsa, toplumlarda da insanların uymaları gereken toplumsal yasalar vardır. Toplumsal yasalar uzun dönemde, geçerliliklerini hiç aksatmadan korurlar.
İnsanlar topraktan gelmişlerdir, kendilerine verilen zaman tamamlanınca, yeniden toprağa döneceklerdir. Dünyada beş bin yıllık insanlık tarihine bütün olarak bakıldığında, dünyanın insanlara ait değil, insanların dünyaya ait oldukları görülür. Bu yüzden, ne Doğu"da ne de Batı"da ne kadar güçlü olursa olsun, hiçbir ülke, dünyanın tek sahibi olamaz. Dünya bütün dünyalılarındır.