Seyfettin KARAMIZRAK

Ramazanı İdrak Ettik/mi?

Dün, ramazan pidesi almak için fırına gitmiştim. Sıradakilerden birisi pide yerine, iki ekmek istedi fırıncıdan. Sıra bana geldiğinde sessizce sordum; “niye pide almadı” diye. “Pide pahalı geliyor”, durumu iyi değil dedi.

Birden nutkum tutuldu, kekelemeye başladım, sonra da, “yazıklar olsun bana, yazıklar olsun bana” diye bozuk saat gibi sözlerim dilime dolaştı.

Evet, en yakınlarımız, komşularımız, akrabalarımız, mahallede oturan sakinlerimiz, vatandaşımız, ya da tanımadığımız birileri… Belki de şu anda aç, susuz, kimsesiz, hasta, bakımsız ve çaresiz.

Bizse hala, “bu zamanda fakir kaldı mı ki?” Türünden, kendimize teselli vererek, “perhizlerimize dahi aldırmadan”, kuş sütünü bile ihmal etmeden, durmadan dinlenmeden, zararlı zararsız demeden, israfı hatırlamadan yiyoruz.

Bu ramazanda belediyelerimiz iftar verme rekorları kırdılar. Her kesimden katılımın olduğu bu davetler, sokaklara caddelere sığmadı. Hatta bazı belediye başkanlarımız, yöresel yemekleri yaşatmak adına, onlarca çeşit yemekler hazırlattılar.

Umarız bu iftarlar, sadece zenginlere, itibarlı ve imtiyazlı kişilere yapılmamıştır. Fakirin, garibin, yetimin, dulun, âcizin ve düşkünün de durumları gözetilmiştir. Çünkü bu tür iftarları, en çok bu kesim hak etmektedir.

Gönül isterdi ki, aleni yapılan bu hayır ve hasenat işlerine, bir de gizli yapılan yardımlar çeşni katsaydı. El âleme duyurmadan, el altından, hak edenlerin evlerine gidilseydi. Böylelikle, “açık ve gizli” çift sevap kazanma fırsatı da değerlendirilmiş olurdu.

Mesela, belediye başkanlarımızdan bazıları, sırtlarında un çuvalı ile gece yarısı bir garibin evine girerken kameraya yakalansaydı. Yahut ta poşetleri kapılara bırakırken, bir komşu görse de, mahalleye duyursaydı, ya da cep telefonu ile gizlice çekerek TV kanallarına servis etseydi.

Birkaçı, yaşlı ve yatalak bir hastanın evini toplarken, süpürürken yakalansaydı. Ya da, iki belediye başkanı, yardım anında, bir yaşlının evinde burun buruna gelseydiler de, “böyle bir sevabı kaçırdım” diye birbirlerine gıpta etseydiler.

Bizler de, bu hayırseverlerin; “niye ifşa edildim” diye kızmalarına rağmen, haber avcılarının gizlice zumladıkları bu yardımları izlerken, gözlerimiz yaşarsaydı.

Umarız böyleleri vardır da, bizler duymamışızdır.

Diğer yandan bu kuruluşlar, özel işlerini yaparken, yakınlarına zaman ayırırken, devletin elektriğini, klimasını, suyunu, telefonunu kapatarak, “bu takvasıyla” yanındakilere parmak ısırtsaydı. En güzel örnek bu olmaz mıydı?

Peki ya holding ve bazı S.T. Kuruluşları; yalılarda, yatlarda, iftar verirken, kaç tane fakir ve düşkünü bu davetlere çağırdılar acaba?

İftar adını kullanmasalar, kimseye sözümüz yok elbette ki. Kimsenin zenginliğinde, parasında ve malında da gözümüz yok.

Fakat Ramazan-ı Şerifin mübarek adı kullanıldı mı, iş değişiyor. Yani bu zenginler kuş sütü sofralarla, havyarlarla verdikleri iftarlarda, kaç fakirin, yetimin karnını doyurdular?

Malum bazı zenginler, “fetvasını kimden almışlarsa”, zekâtlarını oğullarına, iftarı da yandaşlarına vererek, borçlarını böylece ödemiş oluyorlar(!).

Şimdi düşünüyorum da, ben bu ramazan-ı şerif ayının hakkını ne kadar verebildim acaba? Yazımın baş kısmında anlattığım küçük bir tesadüf, bu ayın hakkını layıkıyla veremediğimi açıkça gösteriyor. Ben, kendi adıma yapamadıklarımın sorumluluğunu kabullendim.

“Allah rızası için” yola çıkan kuruluşlar, siz de bir nefis muhasebesi yaparak, icraatlarınızı bir gözden geçirin hele. “İyilik yapma, sevap işleme” yolunda, ihmal ettiğiniz garip, yaşlı, yetim, hasta oldu mu acaba?

Uygun olmayan yerlere ve kişilere haksız harcama yaparak, hem fakirlerin, hem de tüyü bitmemişlerin hakkını ve vebalini mi aldınız yoksa?

Yani “ramazanı layıkıyla idrak edebildiniz mi”? Demek istiyorum. “Evet” se cevabınız, mesele yok.

Bizden söylemesi.