Ekonomik, siyasal ve kültürel hayatın her aşamasında, insanlar ceplerinde para taşırlar ve parayla iç içe yaşarlar. İnsanların hem ürettikleri, hem de tükettikleri her ürünün, her hizmetin ve her bilginin bir fiyatı vardır.
Bir roman, bir deneme, bir şiir, insanı yeryüzünden alır, gökyüzüne taşır. Güzel bir edebiyat ürünü, okuyucusunu içinde yaşanılan şiddet dünyasını unutturur, sevgi dünyasının kapılarını aralar.
Kültür ve ekonomi özel ve toplumsal hayatın, birbirinden bağımsız olmayan iki ana boyutudur. İki boyutun oluşturduğu alanda, insanın istekleri ile ihtiyaçları birbirleriyle hem yarışırlar hem de çatışırlar. İnsanın her isteği, bir yanıyla ihtiyaçtır. Her ihtiyacı da bir yanıyla istektir. Bir tüketim konusunun, ne oranda ihtiyaç ve ne oranda da istek olduğunu, ekonomiden daha çok kültür belirler.
Cumhuriyet döneminin Tek Parti yönetiminde, zengin tarihiyle bağları koparılan Anadolu insanı, gövdesi köklerinden koparılmış bir ağaç gibi, ekonomik, siyasal ve kültürel hayatında beklenen gelişmeyi gösterememiştir. Tarihteki sürekliliğin ve bütünlüğün kesintiye uğraması, Türk toplumunun üretim gücünü baltalamış, Türkiye'' yi Avrupa'' nın en yoksul ülkesi konumuna düşürmüştür. Avrupa'ya yardım eden Türkiye, Avrupa'dan yardım alma konumuna düşmüştür.
Bütün insanlığın düşünce ve eylem birikimi tarihin havuzunda toplanır. Bu yüzden tarih, araştırma alanı ne olursa olsun, her bilimin dalının en büyük laboratuvarıdır. Bütün bilimler tarihin büyük kütüphanesinden yararlanır. Tarihi tekrar yazmasını ve tekrar yorumlamasını bilmeyenler, gelecek kuşaklara kalacak eserler bırakamazlar. Geçmişim derinliklerinden bakmadan, gelecekte yaşanacakları tahmin etmek mümkün değildir. Geleceği geçmişten bakanlar görürler.
Dünya tarihinin olguları, kuşaktan kuşağa değişmezler, ancak algıları kuşaktan kuşağa değişirler. Bunun için her kuşak insanlık tarihini yeniden yazmak ve yeniden yorumlamak zorundadır.
Siyasal toplumların sivil toplumlara, dönüşmekte olduğu bir dünyada, sivil kuruluşlar siyasal kuruluşlara, siyasal kuruluşlar sivil kuruluşlara özenmektedir. Her iki kesimin birbirinin yerine göz dikmesiyle, görev ve sorumluluklar birbirine karışmaktadır.
Atlantik’in nasıl Doğu ve Batı yakası, birbirine akraba ise, Akdeniz’in Güney ve Kuzey yakası da birbirine akrabadır. Dünyada kutsal ve seküler kültürleri, ayakta tutan değerlerin hepsi Akdeniz kaynaklıdır. Akdeniz’in Güneyi ile Kuzeyi arasında, kutsalla seküler kültürün hesaplaşması, geçmişte olduğu gibi gelecekte de devam edecektir. Ancak bu hesaplaşma, silahlarla yapılan bir hesaplaşma değil, güçlerini hiç yitirmeyen değerlerle yapılan bir hesaplaşma olacaktır.
Türkiye’nin Doğu ve Batı ile bütünleşme sürecinin, hız ve yoğunluk kazandığı bir dönemde, Müslümanlar ile Hıristiyanlar arasındaki ekonomik, siyasal ve kültürel ilişkilerin tarihi gelişimi, her iki din için de büyük önem taşımaktadır. Aynı kaynaklardan beslenen iki kültürün, birbiriyle karşılaşması, İslam’ın doğuş yıllarına kadar uzanır. O yıllardan bugüne, iki dünyanın birbiriyle savaştığı dönemler olduğu gibi, barış içinde birlikte yaşadığı dönemler de olmuştur.
İslam kültürü Avrupa''ya İspanya, Sicilya, Balkanlar ve Kafkaslar olmak üzere, dört ayrı yönden girmiştir. Kazan, Bahçesaray, Üsküp, Saraybosna, Mostar, Priştine, İşkodra, Palermo, Kurtuba ve Gırnata yüzyıllarca Avrupa''daki İslam kültürünün merkezleri olmuşlar. Müslümanlar 711 yılında Avrupa topraklarına ayak basmışlar. İslam Avrupa Rönesansının ana kaynağıdır. İslam'sız Avrupa, Avrupa'sız İslam, can damarlarını yitirerek, çok yoksullaşır.
İlk öğretimden yüksek öğretime kadar bütün eğitim kurumları, öğrenen öğretmenleri, öğreten öğrencileriyle, ülkelerin omurgasını oluştururlar. Eğitim öğrencilere bilgi kazandırma, kazanılan bilgiyi yararlı hale getirme sürecidir. Ömür boyu devam eden bu süreçte, yaşı ve işi ne olursa olsun, herkes hem öğreten öğretmen, hem de öğrenen öğrencidir. Öğrenme ve öğretmenin yeri ve zamanı yoktur. Dünyanın her yanında insanlar öğrenmesini öğrenmek zorundadırlar.
Şehirler medeniyetlerin, kültür merkezleri şehirlerin, çekim alanlarını oluştururlar. Şehirlerde medeniyetler sürekli okunan ve sürekli yorumlanan, yazılmamış kitaplara dönüşürler. Medeniyetler şehirleriyle, şehirler kültür merkezleriyle konuşurlar. Şehirler medeniyetlerin, kültür merkezleri şehirlerin vitrinleridir. Bunun için, yirmi birinci yüzyıl ülkelerden daha çok, şehirlerin yüzyılı olacaktır. Yitirilen Cennete açılan kapıları arayanlar, aradıklarını şehirlerde bulacaklardır.
Küçük bir yerleşim birimine çekilerek, dünyadaki gelişmelerden uzak durmanın, imkansız olduğu bir dönemde, gönül hazinelerinin zenginleştirilmesi, bütün insanlık için hayati önem taşımaktadır. Evlerin, caddelerin, mahallelerin birbirleriyle iletişim ve etkileşim içinde oldukları gibi, şehirler, ülkeler ve kıtalar da birbirleriyle iletişim ve etkileşim içindedirler. Artık şehirleri, ülkeleri, kıtaları siyasal sınırlarla birbirinden ayırmak ve silahlı güçlerle korumak mümkün değildir.
Şehirler ve kuruluşlar, herşey sürekli değişir. Şehirlerin ve kuruluşların, zaman içinde değişmelerine direnilmez. Çünkü, zamanı gelmiş bir doğum gibi, zamanı gelmiş bir değişimin önünde hiçbir güç duramaz. Bu yüzden, değişime karşı durulmaz, değişim yönlendirilir. Değişimi yönlendirmede ana ilke: Değişerek gelişmek, gelişerek değişmektir. Dünyada bir kuruluş, bir şehir, ne kadar değişirse, o kadar gelişir.
Hayatı yaşanır kılmada zor olan, düşünce ve eyleme sürekli yeni boyutlar kazandırmaktır. Zoru gerçekleştirmenin, toplumu dönüştürmenin yolu, mutlaka iktidar olmaktan geçmez. Çünkü mutlak iktidarlar, toplumları mutlaka körleştirir, mutlaka sağırlaştırır, mutlaka dilsizleştirir. Tarihin her döneminde açıkça gözlendiği gibi, iktidar olmadan da iktidar olunur. Dünyanın neresinde olursa olsun, kültürler iktidar olmadan iktidar olarak, hem devletleri, hem de milletleri uzun ömürlü kılar.
Eskiden savaşlar yalnızca birbirleriyle savaşan ülkeleri yakar yıkardı. Şimdi savaşlar birbirleriyle savaşsın savaşmasın, bütün ülkeleri yakıp yıkıyor. Rusya'nın Afganistan'ı, Amerika'nın Irak'ı işgal etmesinden bu yana, İslam dünyasında milyonlarca insan hayatını kaybetmiştir.
Türk ve İslam dünyası, yirmi birinci yüzyılda, siyasal sınırların yerine, ekonomik sınırların geçtiğini biliyor. Dünyada siyasal sınırlar çok değişmezken, ekonomik sınırlar sürekli değişmektedir. Uzaklık ve yakınlık farkının olmadığı dünyada, her ülke ekonomik sınırlarını, ürettikleri ürünlerle, hizmetlerle ve bilgilerle, sürekli genişletebilir. Araplar bütünüyle terk etmek zorunda kaldıkları İspanya'ya, ekonomik ve kültürel zen ginlikleriyle, yeniden dönebilirler.
İslam dünyası hem içeriden, hem dışarıdan gelen, yeni haricilerin saldırılardan, çok büyük, çok derin yaralar almıştır.
Dünyanın kültürel derinliğini ve ekonomik zenginliğini, öğretmekte olduğu kadar, öğrenmekte sınır tanımayan üniversitelerle, yeni açılımlar kazanacaktır. Öğrenmesini öğrenmeyi ve öğretmeyi kampüslerin dışına taşıyarak, bütün ülkelerle iş birliği yapan üniversiteler, ülkeleriyle birlikte insanlığın, bilgi birikimine katkıda bulunurlar. Onlar bilgiyi zenginleştirirken, ülkeleri de zenginleştirirler. Bilgi kültürdür. Bilgi ekonomidir."Bilgi güçtür."
Yolculukta gemilerin ve trenlerin yanında, uçakların da yer almasıyla, dünyada şehirler arasındaki uzaklık ve yakınlık farkları ortadan kalkmıştır. Gezilen şehirler, içinde yaşanılan şehirler kadar yakınlaşırken, gezilmeyen şehirler de internetle evlere kadar taşınmaktadır. Gezmek, görmek ve tanımak ekonomiye olduğu kadar, kültüre de yeni boyutlar kazandırır. Dünyayı daha iyi bilmek için, daha çok gezmek gerekir.