Prof. Dr. Hasan ONAT

Akademisyen

Türkiye’de Cemaat Meselesini Konuşmak Kolay Değildir

Türkiye’deki, hatta İslam dünyasındaki dini ve toplumsal hayatı doğru anlayabilmek için anahtar niteliği taşıyan kavramlardan birisi “cemaat” tir. Ancak, “cemaat” i konuşmak kolay değildir. Kolay değildir; çünkü eleştiriniz çok kolaylıkla din karşıtlığı kategorisine yerleştirilebilir. Kolay değildir; çünkü mevcut yapılanmaların yasası, yönetmeliği, kuralı ya yoktur, ya bilinmez; daha çok “sır cemaati” niteliği korunmak istenir.

Kolay değildir; artık cemaatler “güç” le tanışmışlar; toplumsal hayatta “güç” le belirleyici olmanın tadını almışlardır. Türkiye’de cemaat yapılanmaları rasyonel örgütlenmeler değildir; ancak, Türkiye’nin bir gerçeğidir. Üstelik, modernleşmenin beraberinde gelen küreselleşme süreci, cemaati yeniden ön plana çıkartmıştır. Cemaatler, hem insanların aidiyet ihtiyaçlarını karşılamakta, iş, eş, aş imkanı sağlamaktadır; hem de insanların kimliklerinin belirlenmesinde etkin olmaktadır. Türkiye’de dini hayat, ağırlıklı olarak cemaatler üzerinden sürdürülmektedir. Tekke ve Zaviyelerin kapatılmış olması, tarikat faaliyetlerinin yeraltına çekilmesi gibi bir sonuç doğurmuştur.

Tasavvuf devre dışı bırakılarak, gelenekten sadece meşruiyet sağlamak için yararlanılmış, gözden uzak denetimsiz alanda, tarikat cemaatleri oluşmuştur. Bugün Türkiye’de adı ne olursa olsun, yüzlerce tarikat cemaati vardır. Taraftarları bir hayli kalabalık olan tarikat yapılanmalarında bile, alt kümeler cemaat şeklinde varlıklarını sürdürmektedirler. Öte yandan, Tekke ve Zaviyelerin kapatılmış olması, bazı dini grupların, tarikat formunu korumakla birlikte, yasal engellerle uğraşmamak için, en azından dışarıdan bakıldığında tarikat olarak algılanmayacak bir yapılanma biçimini tercih etmelerine yol açmıştır. Cemaatler, her şeyden önce insanların sosyalleşmelerini sağlayan, aileden sonra gelen en önemli yaşam alanlarıdır. İnsanlar, cemaatlerde kolayca yalnızlık duygusundan sıyrılabilmektedirler. Yalnızlık günümüz insanının en önemli sorunlarından birisidir. Ayrıca, insanlardan kaçan insanlar için de, cemaatlerin en güzel sığınak olabileceğini unutmamak gerekir.

Her insanın ihtiyaç hissedeceği, yardımlaşma ve dayanışma duygusu cemaatlerde ileri düzeyde yaşatılmaktadır. Yardımlaşma, hem cemaate üye kazandırma, hem de cemaat mensuplarını bir arada tutma gibi çift yönlü bir işlev görmektedir. Pek çok cemaat, muhtaçlara yardım konusunda işleyen, kısmen kurumsallaşmaya başlamış örgütler oluşturmuşlardır. Her insan ilgiden hoşlanır.

Cemaat yapılanması, insanların bir şekilde birbirleri ile ilgilenmesini sağlar. Bazı insanlar, cemaat sayesinde günah işlemekten uzak kalabildiklerini düşünmektedirler. Cemaat, insanların birbirlerini kontrol etmeleri sayesinde, açıktan günah denilebilecek birtakım fiil davranışlardan insanları bir anlamda korumaktadır. Türkiye’de cemaatler, tutunacak dal arayan insanlar için bir tür sığınak işlevi görmektedir. Güven, insanın en temel gereksinimlerinden birisidir. Her insan, her zaman, kendisini güven içinde hissedeceği bir ortamda olmak ister. Akrabalık ilişkilerinin zayıflamasıyla oluşan güven boşluğu, devlet tarafından da doldurulamayınca, bu işe cemaatler sahip çıkmışlardır. Hemen her cemaatin, hem yeni üye kazanmasına, hem de mensuplarının kaynaşmasına imkân sağlayacak öğrenci yurtları mevcuttur.

Cemaatlerin dini duyguları öne çıkartması, aileler açısından, çocukları için güven telkin eden bir durumdur. Maalesef, bu konuda da devletin yapması gereken işleri birtakım cemaatler yerine getirmektedir. Ancak, bir de, kimsenin konuşulmasından hoşlanmadığı, bizim gibi konuşması gerekenlerin bile, muhtelif sebeplerle yutkunarak konuştuğu bir başka boyut daha vardır: Mevcut cemaat yapılanması, pek çok kimsenin ruh sağlığını bozmakta, birey bilincinin erimesine yol açmakta, gençlerin aile ile bağlarını zayıflatmakta, korku kültürünün içselleştirilmesine ve dinin içeriğinin boşaltılmasına imkân hazırlamaktadır.

Cemaatler, birey bilincinin gelişmesini ciddi olarak engellemektedirler. Cemaat yapılanmasında esas olan ortalama insandır. Bunun için de, çizilen ve yazılmasa bile yaşanan sınırların aşılması hiçbir zaman hoş karşılanmaz. Farklı düşünmek, sınırlar içinde anlam kazanabilir. Sınırların aşılması, aynı zamanda zımnen dinin meşruiyet sınırlarının da aşılması anlamına gelecektir. Her cemaat mensubu, cemaat ortamına ne kadar iyi uyum sağlarsa, o kadar muteber olabilecektir. Hakim kültür, itaat kültürüdür. Birey bilincinin gelişmemesi, sağlıklı demokrasi kültürü yaratılmasının önündeki en ciddi engellerden birisidir. Cemaat yapılanmasında iletişim daha çok sözel kültürle sağlanmaktadır. Bu durum, bireyin eleştirel düşünmesini zorlaştırmaktadır. Çünkü sözel kültürde, bilginin niteliğini ve kaynaklarını sorgulamak pek kolay değildir. Bazı cemaatlerin, ilk bakışta kitabı ve okumayı önemsiyorlarmış gibi görünmesine rağmen, kitabı da sözel kültüre dönüştürdükleri dikkat çekmektedir.

Şöyle ki, cemaatin önemsediği kitaplar, cemaat içindeki kıdemli birisi tarafından okunur ve açıklanır. Bazı cemaatler, sadece bazı kitapları okumakla alim olunacağını bile iddia edebilmektedirler. Türkiye’de cemaat yapılanması, hızlı sosyo-kültürel değişimin de etkisiyle, aile kurumunun çekirdek aileye dönüşmesi ve akrabalık ilişkilerinin eskisi kadar güçlü olmayışı yüzünden ortaya çıkan boşluğu doldurmaya talip olmuştur. Ailesinden ve akrabalarından yeterli ilgiyi göremeyen veya görmediğini düşünen, sağlıklı bir aidiyet duygusu geliştiremeyen insanlar, bu eksiklikleri cemaat içinde bulmaya çalışmışlardır. Bir cemaate mensup olmak, en genel anlamda ilgi görmek, güven içinde olmak anlamına gelmektedir. İnsanlar, en azından barınacak yer endişesinden ve aç kalma tehlikesinden kurtulduklarını düşünmektedirler. Türkiye’deki sağlıksız cemaat yapısı, toplumda yaygın din anlayışının da sağlıksız olması gibi sonuç doğurmaktadır.

Cemaatlerin İslam’a bakışının, görme özürlülere atfedilen meşhur fil tanımından farksız olduğunu anlamak için birazcık dikkatli bakmak yeterlidir. Her cemaat, açıkça ifade edilmese de sadece kendisinin “fırkayı Naciye” (kurtuluşa eren fırka) olduğunu iddia etmektedir. İşin en kötü yanı, tekfir mekanizması, kendileri gibi düşünmeyen, kendileri gibi yaşamayan insanları ötekileştirmek için kullanılabilmektedir. Bir ülkenin aydınları dinin, en azından bir sosyal realite olduğunu göremezse, devlet ve toplum ayrı istikametlere doğru çekerse ve her ne sebeple olursa olsun, “din” le bu kadar oynanırsa, orada sağlıklı bir toplumsal yapı ortaya çıkmaz.

Sağlıksız toplumsal yapının üreteceği, ya da üzerine oturacağı cemaat yapılanmasının sağlıklı olabileceğini düşünmek de elbette pek mümkün olmaz. Kur’an, “bir topluluk kendisini değiştirmedikçe, Allah onların durumu değiştirmez” (Ra’d, 13/11) buyurarak çok önemli bir toplumsal yasayı insanlara hatırlatmaktadır.