Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

ocetinoglu1@gmail.com

Prof. Dr. Yakup Çiçek, Günlük Hayatta Çok Karşılaşılan Konulara Açıklık Getiriyor

GİRİŞ:

Kur’an-ı Kerim, insanların Allah ile ilişkilerini olduğu kadar, insanın insanla ve diğer varlıklarla olan ilişkilerini de düzenler. Bu ilişkiler, ilmihal kitaplarında açıklanmıştır.

İlmihal, ‘davranış bilgisi’’ anlamına gelir. Türkçe’mizde; temel dinî bilgileri ihtiva eden kitaplar da ‘ilmihal’ olarak anılmaktadır. İlmihal kitaplarında, herkesin bilmesi gereken bilgiler bulunur.

Bu bilgilere uyulması, toplumda huzur ve barışın tesisine imkân hazırlar. İnsanlara saygınlık kazandırır.

İlk ilmihal kitabının yazıldığı onuncu yüzyıldan bu yana okuyucunun istifadesine sunulan ilmihallerde genelde aynı konular işlenmekle birlikte, bâzılarında meseleler çok katı bir görüşle ele alınmıştır. Üstelik zaman içerisinde, beşerî ilişkilerde anlayış değişiklikleri de meydana gelmektedir. Bu değişiklikleri, İslam’ın özüne aykırı gelişmeler olarak düşünmemek gerekir. Esas, elbette Kur’ândır.

İlmihallerde, îman ve amel ile ilgili bilgiler dışında, ahlakî konulara ve günlük hayatı kolaylaştıran, insanlar arasındaki hareket tarzını medenî ölçüler içerisinde tanzim eden bilgilere de yer verilir. Bu bilgiler, Kur’ân-ı Kerim’in, yoruma ve içtihada açık âyetleri ile ve hakkında hüküm bulunmayan konular ile ilgilidir. Bununla birlikte, her Müslüman’ın bilmesi gereken ve tatbik edilmesinde büyük faydalar bulunan bilgilerdir.

Bu gün ve yarın yayınlanacak olan iki bölümlük röportajda, bazı ilmihal bilgileri ele alınacaktır.

                                                                                                                                                            OĞUZ ÇETİNOĞLU

 

Oğuz Çetinoğlu: Hayra yol açması niyazıyla… çokça sorulan bâzı soruları sormak istiyorum.  İzniniz olursa, ilk soru gıybet üzerine…

 Gıybetin genel kabul görmüş târifi var mı? 

Prof. Dr. Yakup Çiçek: Var.

Gıybet nedir?’ sorusunun cevabı,  Peygamberimizin Hadisinde yâni sözünde yer alır. Şöyle buyurmaktadır Peygamberimiz; ‘Gıybet bir Müslüman’ın, bir insanın bulunmadığı yerde onun hakkında konuşulup da duyduğunda rahatsız olduğu sözlerin söylenmesidir. Gıybet budur.’

Bu sözü bir misalle açarsak şunları söyleyebiliriz: Yanımızda bulunmayan bir kişi ile ilgili konuşmaktayız. Neyi konuşmaktayız? Onun işte birtakım güzel davranışları, fizikî yapısıyla ilgili güzel yönlerini, huylarıyla ilgili güzel yönlerini… konuşuyoruz. Bu gıybet değildir.  

Fakat, hakkında konuştuğumuz kişinin kötü taraflarını, kişinin hep öyle hatırlanmasına, bilinmesine yol açacak şekilde konuştuğumuzda gıybet olur.

Kişinin beşerî davranışlarla noksanlıkları, kusurları, gerekçeye bağlı olarak söylendiğinde gıybet söz konusu olmaz.

Çetinoğlu: Çok ince bir nokta.

Çiçek: Mesela bir dostunuz, tanıdığınız bir kişiye ortaklık kurmak üzere. Size soruyor; ‘Nasıldır?’ Diye. Ortaklık yapılamayacağını bildiğiniz halde, ‘İyidir’ derseniz ve arkadaşınız size güvenerek onunla giriştiği ortaklıktan zarar ederse, siz vebal altında kalırsınız. Gerçeği söylemek mecburiyetindesiniz. O zaman gıybet yapmış olmazsınız.

Ancak, burada hassas davranıp, tanıdığınızın kulağına gittiğinde kırılmayacağı, gücenmeyeceği usturuplu sözler söylemenin çâreleri bulunmalı. Mesela; ‘Ben kendisiyle ortaklık yapmadım. Bilmiyorum. Dikkatli olmak gerek…’ gibi sözler söylenebilir. O zaman gıybet olmaz. 

Çetinoğlu: Çevresindeki insanları uyarmak, kollamak ve korumak amacıyla, bir kişinin kötü huylarının anlatılmasının gıybet olmadığını iddia edenler var. ‘Bunları söylemeyen vebal altında kalır.’ Deniliyor.

Bu durumda, târifin bir ucu açık kalıyor. Bir kısım insanları korumak maksadıyla, kişinin bütün kirli çamaşırları ortaya konulabilir mi, buna gerek var mı?

Konuya açıklık getirir misiniz?

Çiçek: İnsanları uyarmak, kollamak ve korumak amacıyla bir kişinin kötü huylarının anlatılması…

Şimdi bakınız bunlar yâni normalde dile getirilmesi, söylenmesi gıybet olan birtakım özellikler…

Ölçüyü kaçırmamak lâzım.  Ölçü nedir? Her duruma uygun bir ölçü bulmak zor.

Bir başka mesele var. Kişiyi yanlış tanıyor olabilirsiniz. Sizin tanıdığınız gibi… veya kadar… kötü değildir. Sizin kanaatinizin oluştuğu tarihten sonra değişmiş, düzelmiş, doğru yolu bulmuş olabilir. Kendinizden emin olmalısınız. Yanlış yönlendirmede bulunursanız, hayırlı bir işi engellemiş olursunuz.

Bakınız, durup dururken, hiç gereği yokken… adamın fizikî yapısı, kusurları ile ilgili bir şey söylenmişse, söylenenler doğru olsa bile bu kesin olarak gıybettir. Burada bir ölçü var. O ölçüye kesinlikle uymak gerekir. Söylenmeyecek…

Uyarma, kollama, koruma maksatlı sözlerde ise kullanılacak ölçü; zamana, zemine ve duruma göre belirlenecek. 

Kur’an’ı Kerim’de Hucurat Suresi’nde gıybet ile ilgili âyetin açıklamasında bunlar yer alıyor.

Dolayısıyla ta İslam’ın ilk yıllarından beri Müslümanlar da buna göre hareket etmişlerdir. Diyelim ki; iyi tanıdığınız fakat, hakkında olumlu kanaate sâhip olmağınız biri bir idârecilik görevine tâlip olmuştur. Size sorulduğunda, soranları kollamak, korumak mecburiyetiniz vardır. O halde, kulağına gittiğinde size kızmayacak, gücenmeyecek sözler söylemelisiniz. Mesela; ‘Daha iyisini bulabilirsiniz…’ Denilebilir.

Bedenle ilgili kusurların konuşulmasında şöyle bir durum var. Birini hırsızlık yaparken gördünüz. Sorulduğunda; şişmandı, topaldı… gibi görülen özellikleri söylenmeli. Bunları söylemek, kaçınılamaz ölçüde görevdir. Çünkü bildikleriniz, gördükleriniz…adaletin sağlanmasında gereklidir. ‘Bu özelliklerini söylersem gıybet yapmış olurum.’ Diye susmak yanlıştır. Bu durumu söylemek gıybet olmaz. O kusurları, bir gerekçe olmadan söylemek gıybettir.

Çetinoğlu: Yemin ve yeminin kefareti hakkında bilgi lütfeder misiniz?

Çiçek: İnsanlar bâzen ihtiyaç duyabilir, yemin edebilirler. Muhatap olduğu insanlar eğer onun sözünde, söz verdiği konularda bir tereddüt varsa olabilir. Aslında kullanılması çok da tavsiye edilen bir şey değildir.

Yemin nedir? Kısaca şu; yüce Allah’ı şâhit tutarak herhangi bir konudaki sözünü kuvvetlendirmeye çalışması demektir. Türkçe’mizdeki ifâdelerimizde kullandığımız; işte vallahi, billahi… Bunlar dinî bakımdan yemindir. Bir de bunun yanında işte,  ‘Şöyle yapmazsam hasta olayım, şu yiyecek bana haram olsun, Allah belamı versin....’ gibi… Bu sözler, hoş şeyler değil. Fakat bâzıların ağzından kaçıveriyor. Yalnız bunlar doğrudan yemin değil. Eğer bunları yemin niyetiyle söylüyorsak… Mesela ‘Şunu yapmazsam işte gayri Müslim olayım.’ gibi… Bu tür ifâdeler… Bunlar iki şekilde söylenebilir: Birincisi; yemin olarak. Yemin niyetiyle söylenirse yemin olarak değerlendirilir. İkincisi, yemin olarak değil de öylesine söylenmiş bir söz ise… bu ifâdelerin kullanılması problem olur. Çünkü bu şekildeki sözler, imanda birtakım aksaklıkların olduğunu hissettiren ifâdelerdir.

Burada şu asıl hedef; soruyu soranların hedefi… ben onlara tercüman oluyorum. Diyelim ki siz biriyle röportaj yaptınız… Şu anda röportaj yapıyoruz ya…Çağrışım oradan geldi.  Diyelim ki söylediklerinizi çarpıtarak yayınladılar. Yemin ediyorsunuz bir daha kimseye röportaj vermeyeceğim. Olabilir mi? Pekala olur…

Sonra karşınıza biri çıkıyor o adamla yapacağınız röportajın da faydalı olacağını, topluma hizmet olacağını düşünüyorsunuz. Fakat öbür tarafta yemininiz var. Yemininizi bozmanız gerekebilir.

O zaman, keffaretini ödeyeceksiniz.

Çetinoğlu:  Keffaret kelimesinin târifinden başlayabilir miyiz?

Çiçek: Sözlük anlamı; ‘Kusur ve günahı örten, yok eden…’ demektir.

Kur’an-ı Kerim’de; iyiliklerin, kötülükleri sildiği belirtilmektedir. Yeminini bozanlar, yeminini bozmak suretiyle işledikleri bir kötülüğü, yapacakları bir iyilikle ortadan kaldırabilirler.

Çetinoğılu: Kefaret olarak ne yapılabilir?

Çiçek: Ne yapacaksınız? Bütün mesele bu burada…

Çetinoğlu: Bir anlık kızgınlıkla verilen bir sözden, hayra vesile olacağı düşüncesiyle dönülmesi meselesi…

Çiçek: Teşekkür ediyorum. Hem soruyu hem de cevabını ne güzel ifade ettiniz.

Aynen dediğiniz gibi Peygamber Aleyhisselam zamanında da bir kısım insanlar yemin ediyor, yeminleri birtakım iyi şeylerin yapılmasına engel durumuna geliyordu. O zaman… Peygamber Aleyhisselam’ın Hadis-i Şerif’lerinde bir tânesini meal olarak okuyayım; ‘Bir kimse bir şey için yemin eder, sonra da ondan daha hayırlısını görürse yeminini bozsun ve kefaretini versin.’

Çetinoğlu: Nedir o kefaret?

Çiçek: İki durum söz konusu:1- Yemin etmiş sonra, hayra vesile olmak düşünce ve ümidiyle  yeminini bozmak durumunda kalmış. 2- Yemin etmiş fakat yemininde duramamış. İkisi için de keffaret değişmiyor. Yeminini şöyle veya böyle… bozan kişi, 10 fakiri doyuracak.

Çetinoğlu: 1 öğün mü 1 gün mü?

Çiçek: 10 fitre miktarı vermek diyelim. Bu en az rakamdır. Daha fazlasını da verebilir.

Çiçek: Olur. 10 fakiri giydirebilir. Veya Ramazan ayı dışındaki günlerde 3 gün peş peşe olmak şartıyla oruç tutabilir.

Çetinoğlu: Bir de yalan yere yemin var…

Çiçek: O tamamen ayrı ve derin bir konu. Büyük günahtır. O durumda keffaret söz konusu değildir.

Bir haksızlığa sebebiyet verilmektedir.

Çetinoğlu: O durumda ne yapılmalı?

Çiçek: Tevbe ve af  kapısı her zaman açıktır. Haksızlığa ve/veya zarara uğrattığı insanın hakkını iade etmeye, zararını karşılamaya çalışmalıdır. Cenab-ı Allah’a karşı da O’nun yasakladığı bir işi yaptığından günah işlemiş olur. Tevbe, istiğfar etmeli.  

Çetinoğlu: Çok mükemmel şekilde açıklığa kavuşturdunuz, teşekkür ederim.

Röportajımız, verdiğiniz  bilgilerden yararlanarak din kardeşlerimizin kusurlardan arınmalarına, günahlarından berat etmelerine vesile teşkil ederse… Ne mutlu bizlere…

Çetinoğlu: Doğruyu ve iyiyi bilmek, yanlış ve kötülük yapmaya engel değildir. Gaflet, heyecan, nefs, hırs ve şeytan… insanları şaşırtabilir. Yanlışa sapmaktan sakınmak isteyen imanlı-inançlı kişilere tavsiyeleriniz nelerdir?

Çiçek: Sizin de ifâde ettiğiniz gibi doğruyu ve iyiyi bilmek başlı başına onları uygulamak değildir. Şüphesiz bilgi çok önemlidir. Hayatımızı istenilen şekilde sürdürmemiz, hayatımızda yer alan yanlışlıklardan kurtulmamız veya yanlışlıklarla irtibatımızın olmamasında bilgi donanımı ilk sırada yer alır. Ama bilgi var, eğer o bilgiye göre bir uygulama yoksa doğal olarak yeterli değildir.

Yanlış bir düşüncenin etkisinde kalarak veya istemeyerek birtakım yanlışlıklar yapılabilir. Bunlara sapmamak için ne yapmak lazım? Burada, bu konuda yönlendirme, aydınlatma, irşat etme konumunda olanların aydınlattığı o insanlara karşı davranışlarıyla da örnek olmalıdır. Yâni söylediğini yapan olmalıdır. Bu daha etkilidir.

Dinî bakımdan da böyledir. Ayrıca bir de iyilerden olmaya, yarın pişman olacağın işleri yapmama hususunda kişinin duyarlı olmaya çalışması bilgi ve tecrübe birikimi ile olabilir. O bilgilerin ışığında; ‘Şöyle yaparsam yarın bundan pişman olabilirim... O zaman yapmaz. Bu konuda duyarlı olması mümkün olabilir. Demek ki düşünecek…

Bir de şunu da hatırlayabiliriz. Çok defa özellikle dinî bilgiler sağlıklı bir şekilde elde edilebilir. Ve her bilginin o bilgi bütünlüğü içersinde yerli yerinde anlaşılırsa çok defa bu bilgi, o bilgiyle donanan kişiyi yönlendirir, doğruya götürür. Yurt dışında çalıştığım günlerde yaşadığım şöyle bir olayı hatırlıyorum: Ateist bir ailenin oğlu Arapça’yı çok mükemmel bir şekilde biliyor.  Kitaplığında sırf Arapça olduğundan dolayı bulundurduğunu söylediği Kur’an’ı Kerim var. Bunu diyor okuyup anladıkça ilgimi, dikkatimi çekti. Dikkatini çektikçe daha fazla üzerinde durdum. Neticede İslamiyet ile şereflendim ve gerçekten son derece duyarlı bir Müslüman oldum. Müslüman olmasından yaklaşık 1,5 yıldan sonra günaşırı oruç tutacak kadar dinî hassasiyete sâhip olmuş. O’nu bu noktaya getiren; bilgiyle donanımlı olmaktır. Bu durum, yalnızca sözünü ettiğim kişiye özel bir hal değildir. Yani tarih boyunca doğru bilgilere sâhip olanlar, sâhibi oldukları bilgilerle şuur sahibi olanlar… doğru hareket ederler.  

Bir başka insan düşünelim: Biraz bilgisi var. Fakat bildiklerinin dindeki  yerini göremiyor…O zaman,  ifrat veya tefrite sapabilir. Bu tür bilgi, insanı doğruya yönlendirici olmaz. Sağlıklı bilgilere sâhip olanlar, sâhibi oldukları biglileri özümsemiş iseler,  kötü davranışlardan uzak kalabilirler.

Çetinoğlu: Türkçe Kur’an-ı Kerim okumak ibâdet midir?

Çiçek: Evet, ibâdet sayılır.

Fakat namaz kılarken Kur’an’ın Türkçe veya başka bir dilde olan tercümesini okumak yeterli değildir. Ayrıntıları var ama kısaca böyle. Kur’an okunacak. Öbürü adı üstünde Kur’an’ın mealidir. Dolayısıyla emre uyulmamış oluyor. Orda bir şüphe yok. Bazıları söylüyorlar ama onlar da herhalde kendileri de inanmıyorlar. İbâdet kelimesini daha geniş anlamıyla… ‘kulluk’ olarak düşündüğümüzde şunu anlarız:  Cenab-ı Hak bize Kur’anı Kerim’i elçisiyle göndermiştir.  Dinin direği olan namaz kılınırken, Kur’an-ı Kerim, Cenab-ı Allah’ın, elçisiyle gönderdiği şekilde okunmalıdır. Aynı zamanda okuduğumuzu anlamak gibi bir görevimiz var. Dolayısıyla Kur’an’ı Kerim’i Türkçe mealinden okumak o bilgiyle yüz yüze gelmedir, bu hiç şüphesiz genel anlamda bir kulluktur, bir ibâdettir. Ve son derece önemli son derece hayırlı bir faaliyettir. Fakat, namazda değil.

Çetinoğlu: İbâdet etmenin insana sağlayacağı yararlardan söz eder misiniz?

Çiçek: Önemli bir soru. Geniş bir soru ama başlık hâlinde birkaç noktayı hatırlayabiliriz.

Çetinoğlu:  Bir önceki soruyla ilgili olarak söylemiştiniz: İnsan iyi hareketler yapması için ne yapacak? İbâdet edecek. Belki yüzde yüz garantili bir durum değil ama yüzdeye vurduğumuz zaman ibâdetini, vecibelerini tam olarak yerine getiren insan her türlü kötülüklerden uzak kalır.

Çiçek: Çok güzel ifade ettiniz. Gerçekten ibâdet etmenin insana sağlayacağı yararlardandır. Burada şu var; Kur’anı Kerim’de birçok âyette dikkat çekilen noktalardan biri sizin söylediğinizdir. O da şu; ister ibâdet olsun, isterse davranışlarımızdaki düzgünlük noktasındaki gayretimiz olsun… yani Allah’ın yasaklarına ve emirlerine uymak konusunda bir gayret sergilememiz. Bu konuyla ilgili olarak mesela Türkçe’mizde de kullandığımız bir güzel sözümüz vardır:  ‘Allah, sabredenlerle beraberdir. Allah, iyilerle beraberdir.’ Âyetin yalın meali bu şekilde.  Fakat onunla ilgili birçok açıklamalar vardır. Denilir ki; Allah’ın hoşnutluğu, Allah’ın rahmeti onlarla beraberdir. Bir insan ibâdet etmek, daha geniş anlamıyla kulluk etmek, davranışlarında yanlışlardan uzak durmaya çalışmak mânâsında kulluk… Böyle olunca bu şekilde yaşayınca bu durum, O kişiyi ‘Allah’ın yardımı’ kapsamına alır. Ondan sonra hayatında birçok iyinin yapılmasında ona ulaşılmasında kötülüklerden uzaklaşmada gerçekten kendisini bu noktalarda destekleyen bir yardım ile birlikte iç içe olur. Son derece önemlidir.

İbâdet etmenin sağlayacağı bir başka fayda şudur:  İslam dini insanın doğal yapısına göre fıtratına göre hükümler getiriyor. Dolayısıyla ibâdet hayatında olsun davranışlarda olsun o kulluk şuuru içersinde yaşarsa hayatının her safhası hangi konuyla ilgili kısmı olursa olsun geriye bir baktığında hepsi mutluluğa dönüşür. Pişman olacağı, içini kemireceği bir şey olmaz. Dolayısıyla hayatın düzgün olması, doğru olması kulluk şuuru içinde olmasına bağlıdır. Bunu yapmak ibâdettir, bunu yapmak kulluktur.

Kulluk insana ne sağlar? Yapan insanın mutluluğunu sağlar, huzurunu sağlar. Bir de dinî hayatın tam olarak yaşamayı hedef alan tercihin söz konusu olduğu dinî emirle tasavvuf yapma anlayışı vardır. Tam yaşama. İşte tasavvufî kaynaklardan bu dinî yaşamanın sonuçlarına da ışık tutan şu ifade kullanılıyor; yaşamayan bilmez. O zaman demek ki dinî hayatımızda bir teorik olan kısım var: bilgi. Bir de o bilgiye göre yaşamak var. Yaşayan farkına varır, bilir. Dolayısıyla ibâdet etmenin sağlayacağı faydaların bir kısmını ancak onu yaşayanın idrak edeceği o enteresan binlerce ilahî tecellinin yer aldığı farklı bir dünyadır, farklı bir sonuçtur.

 

(BİRİNCİ BÖLÜMÜN SONU. İKİNCİ VE SON BÖLÜM YARIN VERİLECEKTİR.)