Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

ocetinoglu1@gmail.com

Prof. Dr. Yakup Çiçek, Günlük Hayatta Çok Karşılaşılan Konulara Açıklık Getiriyor - 2

 

Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Öğretim Üyelerinden Prof. Dr. Yakup Çicek, Röportajın ikinci ve son bölümünde yazarımız OĞUZ ÇETİNOĞLU’nun sorularına verdiği cevaplarla, günlük hayatta çok karşılaşılan konulara açıklık getiriyor.

Oğuz Çetinoğlu: İslamiyet’te rüya konusuna özel bir yer verilmiş olmasını nasıl yorumlamak gerekir? 

Prof. Dr. Yakup Çiçek: Rüya, bir insanın uyku hâlinde gördüğü, yaşadığı birtakım olaylar… Öncelikle şöyle düşünmek lazım; dinî bakımdan rüya peygamberler bir yana sıradan insanlar için, Müslümanlar için kesin bir bilgi kaynağı değildir.

Peygamber Aleyhisselam rüyalarla ilgili olarak şöyle buyurmuştur: ‘Biriniz rüyasında istenmeyen bir şeyi gördüğünde uyanıyorsa ne tarafa yatıyorsa öte taraf dönsün.’ Sağlık açısından enteresan bir ifâdedir. Peygamberimiz; ‘O gördüğü olumsuz rüyanın etkisinde kalmasın. Yâni onu gerçekmiş gibi düşünmesin.’ Buyuruyor.

Çetinoğlu: Doğru çıkan rüyalar olabilir mi?

Çiçek: Bir insan düşünelim.  Yemesi, içmesi, hayatı… her şeyi yerli yerinde dengeli bir hayat sürdürüyor. Dolayısıyla potansiyel olarak bu insan rüyada birtakım gerçeklerin açılmasına uygun bir özelliktedir.

Başka bir insan düşünelim: Ne yapıyor? Yemesi içmesi ölçülü değil. Bu dengesizlikten kaynaklanan doğru olmayan birtakım rüyalar görür. İç dünyasındaki sıkıntılar rüyalara dönüşür. Düzenli bir hayat yaşayan Müslümanın doğru rüya görme potansiyeli vardır. Bir de rüyalar çok defa sembol şeklinde olur. Mesela bir insanın hayatında yaşadığı sıkıntılı bir olay var. Çok defa bu durum rüyasına girer. Aynı olayı veya aynı ortamı görünce daha sonra daha sonra yaşayacağı bir sıkıntıya bu bir işâret olabilir. Veya tersi olabilir. Kısaca rüya hayatımızda olan bir gerçeklerdendir. Fakat bunu kesin bir bilgi kaynağıymış gibi görüp böylece değerlendirmek doğru değildir. Ama o arada birtakım başka ölçülere de vurarak hayatımıza birtakım rüyaların doğru rüya olmasını da bu arada göz ardı etmemek lazım.

İslamiyet’le rüya arasında bir organik bağdan söz etmek değil, öyle anlıyorum. Tabii doğrudan mümkün değil. Ancak Peygamberimizin şöyle bir hadisi de var onu da hatırlayabiliriz. Buyuruyor ki; ‘Doğru rüya yani söylediğim o doğru rüyayı görme şartları taşıyan insanların gördüğü bir kısım doğru rüyalar bir bakıma o vahiy kaynaklı bilgilerin –mesela hadisteki ifade 40’da 1’ini andırır- o da alıştığımız bilgi edinme yollarının dışında bir yol olma bakımından bir anlam taşıyor. Müslümanların hayatında rüya vardır. Yer alır. Yer alır ama hiçbir zaman o rüyayı ne yok farz etmeli ne aşırı değerlendirme yoluna gidilmemeli.

Çetinoğlu: Yeni yetişen nesillere; dinimizi öğretmek isteyenlerin uymaları gereken ölçü hakkında bilgi verir misiniz?

Çiçek: ‘İyi örnek olmak…’ akla ilk gelen bir ölçüdür.  

Öncelikle yeni nesli yetiştirecek olan kimselerin gerekli bilgi donanımına sâhip olması lazım.

Bilmediği konularda biliyormuş gibi davranarak o şekilde hareket etmek doğru değildir. O zaman gençlerimizi bilgilendirmek, gençlerimizi doğruya yönlendirmek isteyenlerin sahip olacakları ilk özellik; bilgi donanımına sahip olmaktır. İkinci olarak o bilgileri, örnek olacak hareketlerle desteklemek. Yâni sadece söyleyip uygulamadan uzak bir kişilik içinde olmamaları lazım. Bu etkili olma bakımından da sağlıklı olmayan bir tavırdır, bundan uzak durmaya çalışmaları lazım.

Bir başka nokta da ister gençlerimiz olsun, isterse yanlış bir takım uygulamalar içinde olan halkımız olsun, genç veya yaşlı neyse, şimdi doğal olarak bunların içinde bulunduğu ortamdan bir etkilenmeleri söz konusudur. Çok defa ondan kurtulmak isteyebilirler. Söylenen sözün doğru olduğunun farkında varabilirler.  Bunun gereğini tam olarak veya kısmen yapamayabilirler. Dolayısıyla onları bilgilendirmek, onları yönlendirmek durumunda olan kimse sabırlı olmalı, karşısında muhatabındaki insanın durumunu düşünerek ona göre hep yapıcı bir tavır içinde olmaya gayret etmesi lazım. Yoksa yönlendirdiği inanların içinde bulundukları yanlış düşünceleri, yanlış davranışları gerekçe göstererek onlara karşı inatlaşmaya, onların reaksiyon göstermesine sebep olacak davranışlar sergilemeye tevessül etmemeli, hep yapıcı, hep kurtarıcı bir el sunmaya gayret göstermeli. Dinî bakımdan da istenen budur.

Çetinoğlu: Dinler arası diyalog çalışmalarını yorumlar mısınız? Ne gibi sonuçlar beklenebilir?

Çiçek: ‘Diyalog’ deyince şunu anlıyorum veya bu şekilde olmasını düşünüyorum: Yeryüzünde şu kadar din vardır. Bunlar arasındaki bir diyalogda bir din temsilcileri vasıtasıyla diğer din mensuplarına tanıtılması. Söz gelişi ben Müslüman’ım. ‘Müslümanlık ibâdet olarak şudur…’ diye, ‘Müslümanlık insanlar arasındaki ilişkileri düzenleme konusunda şöyle düşünür…’ diye…  bir tanıtma, karşılıklı tanışma. Bu anlamda bir diyalog olabilir mi? Tabi olabilir. Faydalı da olur ama dinimiz açısından bakıldığında diyalogda ben Müslüman’ım ibâdet hayatımda şunlar var. Bunlar var ama eğer bir başka din mensubuyla diyalog kurmak için veya diyalog kuruldu diye… ibâdetlerden şu kadarını yapmama veya emir ve yasakların şu kadarın vazgeçmeme… gibi bir  anlayışa yönelmek asla doğru değildir.  

O bakımdan dinlerin kendisindeki emir ve yasaklardan taviz vermemek şartıyla, sadece tanışmaya, karşılıklı tanımaya yönelik bir diyalog uygun olabilir.

Çetinoğlu: İnsanlık lehine birtakım sonuçlara ulaşabilme gayreti…

Çiçek: Tabi ona götürür. Karşılıklı tanışılır, tanışmamaktan doğan önyargılardan kurtulmaya imkân verir.

Çetinoğlu: Belki savaşlar önlenebilir.

Çiçek: Tecrübeler de şunu gösteriyor: Çok defa dinî ve benzeri konularda işin gerçeğinden ziyâde birtakım önyargılar ön plana çıkıyor. Böylece istenmeyen değerlendirmelere, istenmeyen anlayışlara, ona bağlı olarak istenmeyen davranışlara yol açabiliyor. Dinler arası diyalog ile bunlar önlenebilir.  

Çetinoğlu: İslamiyet, insan tabiatına en uygun dindir. Bu uygunluğu misallerle açıklamak mümkün mü?

Çiçek: Evet. İslamiyet, insan tabiatına yani insanın doğal yapısına en uygun olan dindir. İbâdet hayatına baktığınızda yaratıcıya ibâdet insana hem görev dünyasında hem akıl dünyasında bir çelişki olmuyor. Dolaysısıyla mesela araya putların konulması veya birtakım yaratıklara işte bunlara ibâdet edilmesinde doğal yapıyla uyuşmayan anlayışlar vardır. Yönetimle ilgili davranışlara, dinimiz açısından bakıldığında kim olursa olsun haksızlık edilmeden yönetilmesi temel bir kuraldır. İnsanlar arasındaki ilişkilerde âdil olunmalıdır, adaletli davranılmalıdır. İslamiyet sevgi dinidir. İnsan hayatında sevgi, uyumlu olmanın, uyumlu olmak da mutluluğun kaynağıdır. Bir Müslüman diğer insanlarla olan ilişkilerinde hukukî alana giren konularda yanlış yapıldığında hukukun müdâhale ettiği konularda hiçbir haksızlık yapamaz, yapmamalı. Bunun gibi ölçüler var.

İnsanlarla olan diğer ilişkilerde ahlakî davranışlar esastır. Bir Müslüman kim olursa olsun bu konudaki ölçülere de duyarlı bir şekilde uymak durumundadır. Mesela, karşımızda bir yetim var. Kendi hakkını koruyamayacak. Birtakım zafiyetler içinde olan insanlar asla istismar edilmez. Hadis-i Şerif’te istismarın büyük günahlardan olduğu belirtilmiştir. Bütün bunları göz önüne aldığımızda; ibâdet hayatımızda, insanlarla olan davranışlarımızda, dinimizin emrettiği hareketler ve koyduğu yasaklar… insanın doğal yapısına uygun olan hükümlerdir. Dolayısıyla bu hayatı sürdürmek o hayatı yaşarken mutluluğa kaynaklık eder, daha sonra bunlar hatırlanıldığında yine mutluluk vesilesi olur. Tabii ki bunların hepsinin ötesinde ebedî hayata bir köprü kurulmuş olur.

Çetinoğlu: Türkiye; bir ‘İslam Devleti’ değil. Fakat Müslüman nüfuslu yapısı sebebiyle ‘İslam Ülkesidir.’ Ancak, bu yapıda İslâmiyet’in yeri ve rolü tartışılıyor.

Bu çerçevede, Türkiye Cumhuriyeti gerçeği ile İslam olgusu ilişkisini yorumlar mısınız?

Çiçek: Ülkemiz bilindiği üzere laik bir rejimle idâre edilmektedir. Ne demek? Yani idare ülkeyi oluşturan din mensuplarına göre ortak hareket etme, yalnız birine göre hareket etmek mecburiyetini hissetmeme durumundadır. Böyle oluca o zaman mesela Müslümanlara laik rejimin bir gereği olarak, dinî hayatlarını yaşamalarına müdâhale edilmemelidir. Edilmesi laiklik anlayışıyla da uygun değildir. Bununla birlikte ülkenin nüfusu büyük oranda Müslümanlardan meydana geliyorsa, devlet-millet kaynaşmasının sağlanmasında bu büyük çoğunluğun ortak tercihini göre; kimseye zarar vermeyecek bir şekilde, onları mağdur etmeyecek bir şekilde birtakım düzenlemelerin yapılması uygundur, uygun olandır. Yani hem hayatın daha mutlu bir şekilde sürdürülmesi açısından hem de insanların birtakım isteklerinin engellenmesi durumunda hissedecekleri reaksiyon fikri, hissedecekleri birtakım inatlaşma, karşı koyma arzusu bütün bunları engelleme açısından onların isteklerinin mümkün olduğu oranda göz önünde bulundurulup düzenlemelerin ona göre yapılmasının daha uygun olduğu kanaatindeyim.

Çetinoğlu: Tarikatların İslamiyet’teki yeri hakkında neler söylersiniz?

Çiçek: Tarikat sözü bir kavram olarak iki anlamda kullanılmaktadır. Bunlardan bir tanesi kendi sözcük anlamı: Tarikat, yol emektir. İkincisi: dinin yaşanma yolu.

Dinin yaşanma yolu yâni tarikat nedir? İlahî ve temiz düzeni…Emirleri ve yasakları uygulayarak yaşama biçimi.. Yani şu denmiş oluyor; özellikle ilgili tasavvufî kaynaklar bir dinin teorik olarak mevcut olan bilgileri… Yani Müslümanlarla ilgili, temel kaynakta ‘fıkıh’ diye geçen bu bilgilerin ışığında bir hayat sürme… Şunu yaparsan helaldir, şu helal değildir, bu şekilde davranışlarla ilgili hükümleri beyan eden bilgiler. Bundan sonra bunların yaşanma biçimi gelir. Buna da tarikat denir.

Nasıl yaşanılır? Kişinin niyet dünyasında dürüst olması, yapacağı ibâdetler ve diğer görevleri de gerektiği şekilde yapması. Bu anlamdaki tarikat kısaca budur. Bunun ilgili kaynaklarda üçüncü bir safha var. Denir ki; fıkıh bâzen şeriat ismiyle anılıyor. Şeriat dinin teorik bilgileridir. Tarikat ise onların yaşanmasıdır. Bir de hakikat. Yani yeterli bilgi donanımı var. Onun uygulanmasında niyetten davranışlara kadar İslamî ölçülere uyma var. Bunların götürdüğü sonuç hakikat. Bir diğeri ise tarikat ve günlük konuşmalarımızın da genelde söz konusu olan anlamıyla tarikat.

Bu aslında tasavvufi hayatı yaşamak demektir. Ancak Peygamberimizin vefatından birkaç hafta geçtikten sonra bu bir Resulullah zamanında da onu izleyen asırda da tasavvufî bir yaşantı var. Nedir tasavvufî yaşantı? Müslüman’ın iç dünyası niyetiyle tam uyumlu olması, tutarlı olması.

‘İhlas’ Nedir ihlâs dediğimiz? Hem ibâdetlerinde hem davranışlarında birtakım istenmeyen düşünce ve niyetlerin yer almaması. Tasavvufta zikir vardır. Zikir, Allah’ı hatırlama düşünme olayıdır. Allah’a güvenmek ve her şeyi O’ndan dilemektir. Resulullah zamanında Kur’ân’ın emrettiği dinî hayat yaşanıyor. Fakat sonraki asırlarda, bir zaman geldi ki o tasavvufî hayatı yaşamada başarılı olan dolayısıyla yaşamak isteyenlere rehberlik edecek düşünülmeye, anılmaya layık insanlara ihtiyaç hissedildi.  Bu şekilde insanların etrafında kalabalıklar oluştu. Bunlardan bu eğitimi almak isteyen kişiler için mekânlara ihtiyaç hissedildi.  Bulunan mekânlar kurumlaşınca, tarikatlar oluştu.

Tarikatların fonksiyonuna gelince: Tarikatların fonksiyonu; Tasavvufî bilgileri öğretmekten ibârettir. Öğrendikten sonra da uygulama…

Bunların insandaki yeri nedir? Sâdece rehberlik ediyor.

Dinimizde birtakım görevlerin yapılması sırasında ‘olmazsa olmaz…’ olarak şart olanlar var.  Bunlara farz denir. Bir de yapılmaması emredilenler vardır. Bunlara da haram denir. Bir kısım emirler de vardır ki; Bunları yaparsan karşılığını Allah verir, yapmazsan, ‘Niye yapmadın?’ diye sorulmaz. Yasaklarının da bu durumu vardır. Tasavvufî anlayışta yasaklara uymak da zâten farzdır. Bunun yanında bir mutasavvıf der ki; ben, farz olan Ramazan orucunun yanında makbul addedilen diğer oruçları da tutacağım diyor. Bunlar dînen güzel işlerdir..

Tasavvufta  bunlar vardır. Tasavvuf; inceliktir, nezâkettir. Tasavvuf da bulara önem veriyor. Eğitiminde böyle bir yaklaşım var. Böyle bir metodu esas alıyor. Dolayısıyla tasavvufun tarikatların dinimizdeki yeri, gereklilik açısından budur. Mecburî bir şey değildir. Ama bir de işin başka yönü  vardır. Evet kendisi mecburi değildir. Mecburi değildir ama bir kimse tasavvufî eğitim almak istiyorsa acaba bu eğitimi gerçekleştirmede bir rehber gerekli mi değil mi? Diye sorulabilir. Rehber gereklidir.

Bunu tabii karşılamak görmek lazım. Her meslekte o mesleği bilen var, öğrenmek isteyen var. Hiç bilmeden nasıl onu yapmak mümkün olmuyorsa, dinî bakımdan da tasavvufî hayatı öğrenmek isteyen için de bir rehber gereklidir deniyor.

Çetinoğlu: Şöyle özetlemek mümkün herhalde; tarikatlar İslamiyet için veya din için vazgeçilmez kurumlar değil ama çok faydalı kurumlar.

Çiçek: Çok güzel söylediniz. Nitekim ben de şahsen şâhit oldum. Pek çok gayri Müslim’in İslamiyet’e yönelmesinde tasavvuf’un inkâr edilemez bir rolü vardır.

Çetinoğlu: Bütün ahlakî sistemler, dinî altyapı üzerine kurulmuştur. Sistemi dinden soyutlayan etik kavramı insanlığa huzur, güven ve mutluluk getirir mi?

Çiçek: Gerçekten ahlakî sistemler yani ahlak her konudaki davranışın, sözün yerli yerinde olmasıdır. Ahlak bunu ister, bunu gerekleştirmeye çalışır. Dinlerde de bu temel bir esastır. Mesela ‘Peygamberimiz Alehisselam en güzel ahlakı tamamlamak üzere gönderildim.’ Buyurmuştur.

En önemli olan insanlarla olan ilişkilerdir. Allah’a karşı olan kulluk anlayışında her şeyi yerli yerinde olması, güzel olması gerekir. Dinlerde bu var. Ahlak yerinde benzeri bir kavram olan ve fakat eksik tarafları bulunan etik kavramı kullanılıyor. Etik; ahlakın dinî düşüncelerden soyutlanan bir şeklidir.

Dinî hükümlerden soyutlanmış bir ahlak anlayışı insana huzur getirir mi? Buna evet cevabını vermek mümkündür.

Çetinoğlu: Nasıl getirebilir?

Çiçek: Bir davranış şu veya bu gerekçeyle yapılıyor. Dinî açıdan bakıldığında bir ibâdet duygusuyla yapılıyor. Ama neyle? Yerli yerinde. Tabii güzel. Ama bir başkası benzeri davranışı yapıyor. Mesela nedir? İnsanlara karşı yardımcı olmaya çalışmak, nazik olmak, adaletli olmak. Bunlar güzel duygular. Bir başkası bunu etik bir anlayışla yapıyor. Böyle yapması o güzel davranıştan dolayı birtakım huzur ve mutluluklara vesile olur. Ahlakî davranışla etik davranışı birbirine eşit salabilir miyiz? Bir yönüyle aynı güzel davranış eşit görülür ama bazı özellikleriyle aynı değildir. Mesela bir Müslüman diğer Müslümanlarla ilgili değerlendirmelerinde hüsn-i zan diye bir kavram vardır. İnsanlarla ilgili olan davranış. Nedir bu? Duyduğumuz veya şâhit olduğunuz olayları ilgililerle ilgili değerlendirmemizde o kişinin lehinde olan ihtimallerini esas alarak değerlendirme yapmak…

İnsanların, bize ters gelebilecek davranışlarını aksi ve kötü yönde yorumlamamak.  Kişinin aleyhindeki ihtimalleri değil de lehindeki ihtimalleri düşünmek, ona göre yorum yapmak. Dinimiz bunu emrediyor.

Özetlemek gerekirse, etik davranışlar beşerî ilişkilerle ilgilidir. Karşılığı teşekkürdür. Ahlakî davranışlar dinin gereğidir, karşılığı Allah’ın rızâsıdır. Ahlak kurallarına göre hareket edilmesinde biraz da ibâdet yapmış olma ümidi vardır. Yapılan işin, Cenab-ı Allah tarafından görüleceğine inanılır. 

Çetinoğlu: Din, bütün insanları, milliyetçilik ise kendi mensuplarının menfaatlerini düşünür. Milliyetçilikte hedef, diğer milletlerden üstün olmaktır. Üstünlük, çatışmaya yol açmadan sağlanabilirse, mümin Müslümanlık ve milliyetçilik bir arada barınabilir mi?

Çiçek: Yanlış yapan bir insanın, akraba, komşu, hemşehri, veya ırkdaşı olması sebebiyle hoş görülmesi, cezadan muaf tutulması doğru değildir.

Bu şekildeki milliyetçilik anlayışı doğru değildir. Kısaca dinî bakımdan buna kavmiyetçilik denir. Doğru değildir. Dinde de yeri yoktur.

Çetinoğlu: Kimse de mensup olduğu kavim dolayısıyla kınanamıyor.

Çiçek: O da işin başka bir tarafı. Peygamber Aleyhisellam buyuruyor; ‘Bir insanın yaşama tarzı, davranışları geri ise, soyu ve kişiliği onu ileri götüremez. Bu da işin başka bir tarafı.

Bir insan bu anlamda bir kavmiyetçilik anlayışı yoktur. Fakat teşriki mesai içinde olduğu insanları onların İslamî değerlerinden dolayı hepsine aynı gözle bakıyor. Ama bununla birlikte çevresinde olan, ülkesinde olan insanlara karşı tabii olarak öncelik verebilir. Yardımını görmeden yardım etmeli. Onlarla yakın olma anlayışı içersinde olup bu şekilde hareket ederse bu bir kavmiyetçilik anlayışı değildir, dinî bakımdan da burada bunu tenkit edilecek herhangi bir özelliği söz konusu olmaz.

Çetinoğlu: İslamiyet, bütün insanları sevmemizi öğütlüyor. Hümanizm, insanları merkeze alan bir düşünce akımı. Hedef aynı gibi görülüyor. Fakat değil. Sizin yorumunuz nedir? Örtüşme noktaları var mı, çatıştığı alanlar nelerdir?

Çiçek: Efendim, şimdi söylediğiniz gibi hümanizmde, insancılık diye bir anlayış var. İslamiyet ile  benzeştiği noktalar var ama temelde farklı olan anlayışlardır. Hümanizm batıdaki aydınlanma çağıyla ortaya çıkan temel düşüncelerden biridir. Aydınlanma düşüncesi batı kaynaklı yani orada pozitif alanda birtakım gelişmeler olunca… sanayidir vesaire…. Bu ortamda Hıristiyanlık dini anlayışlarla birtakım çelişkiler ortaya çıktı. Öyle olunca o zaman orada dinin veya genel bakışlarıyla dinlerin gerçekliği sorgulanmaya başladı. Neticede pozitif alan yani deneye dayalı olan olaylar, varlıklar… ön plana çıktı. Şimdi bunlara bir kesinlik olunca onlara uymayan dinî birtakım anlayışlar olunca o zaman;  ‘Demek ki dinler doğru değildir, gerçek değildir.’ Şeklinde bir görüş belirdi. Aydınlanma düşüncesinin temel yaklaşımı böyle bir gelişme sergiledi. Neticede; ‘Bu anlayışa göre dinî kaynaklı hangi düşünce varsa bunların hiçbirini hayatın hiçbir alanının düzenlemesinde esas alamayız.’ Denildi. Tamamı reddedildi.  Ateizmde, materyalizmde bile bu düşüncenin temelinde; hümanizm, sekülarizm ve demokrasi var. Bu sacayağı üzerine oturtuluyor. O zaman bu insanlara verilen bu değerde şu anlayış hakim oluyor: İnsan vahiy kaynaklı dinlerden soyutlanınca hayatın düzenlenmesinde din, bütünüyle devre dışı bırakılınca insanlığı da tarih boyunca meşgul eden gerçek nedir, nasıl bulacağız? İnsan ne diyorsa onu merkeze alan düşünce o doğrudur. Doğrunun ölçüsünü insan alma anlayışı. Her şey insan için düşüncesi; hümanizm. Dinimizde insan sevgisi var. Nasıl sevmek? Ona karşı adaletli davranmak. Nasıl sevmek? İhtiyacı varsa ihtiyacına koşmak. Ona iyilik yapmak. Nasıl insanlık anlayışı sevgisi? İnsana saygı.

Saygı noktasında belki şunu hatırlayabiliriz. Kur’an’ı Kerim’de Nur Suresi’nin âyetinde denir ki; ‘Bir insanın ziyaretine gittiğinizde eğer o ‘şu anda müsait değilim diyorsa saygıyla karşılayın.’

Bir arkadaşımızı ziyaret etmek üzere buradan kalktık Ankara’ya gittik. Maksat nedir? Ziyaret etmek. Sevincine, sıkıntısına ortak olmak... Gittiğimizde ‘müsait değilim’ diyorsa bunu hiç mesele yapmama anlayışının altında yatan nedir? Saygı duyma anlayışı, dinî yaklaşımda bu anlayış vardır. Dolayısıyla insana saygı.

Her insanın yeteneği farklı olabilir, sahip olduğu bilgi farklı olabilir. Bir adam birçok alanda bilgisi yok ama bir alanda bakarsın son derece orijinal bilgisi vardır. Dolayısıyla insanlara bu açıdan yaklaşarak herkesten alabileceğin bir bilgi var yaklaşımı. Ve hiçbir insanı küçük görmeme anlayışı.

Diğer tarafta ise insan ne diyorsa gerçek odur yaklaşımı bu insanın aslında sahip olmadığı birtakım yetkileri  kullanmaktır.

Çetinoğlu: Hümanist yaklaşım insanı o kadar fazla merkeze alıyor ki, insanı ilahlaştırmaya da götürebilir endişesi doğuyor.

Çiçek: Tarihe baktığımızda Mısır’da yaşamış firavunlar gibi; ‘Ben Tanrı’yım diyor.’  O zaman bunların hangisinin söylediği gerçektir. Dolayısıyla bu hümanizm anlayışı evet masum görülen birtakım yönleri olsa da, birçok istenmeyen olaylara da kapı açıyor. Nerede biteceği endişeli bir durum... Evet. İstenmeyen birçok olaylara kaynaklık eden bir düşüncedir. Şu anda günümüzde dünya çapında o düşünce son yıllarda sorgulanmaya başlanmıştır ve onun yanlışlarının ortaya konmasına yönelik de birtakım düşüneler dolayısıyla bu alanda yeni gelişmeler söz konusudur.

Çetinoğlu: Hocam çok teşekkür ederim.

Çiçek: Estağfurullah ben teşekkür ederim.

 

 

BİLGİLİK / SEKÜLARİZM:

Din, ahiret ve Allah (cc) kavramlarından bağımsızlaştırılmış bir ahlâk ve dünya görüşüdür.

Fransızca kökenli olan kelime ile; dine ve geleneğe bağlı, katı olduğu düşünülen hükümler karşısında; zamanın gereğine, dünyanın gidişatına uyan hükümler geliştirilmesi gerektiği görüşünü savunan bir dünya düzeni ifâde edilir. Laisizm anlayışı ile arasında paralellikler bulunmasına rağmen, Hıristiyanlık’taki Ortodoks, Katolik ve Protestanlık arasında olduğu gibi farklılıklar vardır. Bu farklılıklar, zaman ve mekâna göre azılmakta veya çoğalmaktadır.

Sekülarizm, bugünkü hayatın  iyi olduğunu kabul etmekle birlikte, yarınlarda daha iyi bir hayat düzeninin kurulabileceğini düşünür ve araştırır. Ancak, bulunan ve teklif edilen düzen, yalnızca bu dünya ile ilgilidir.

Sekülarizm, bir doktrinden çok, bir felsefe akımını ifâde etmektedir.

   OĞUZ ÇETİNOĞLU

                                                                                                                                                                BİTTİ