Tarihten Örnekler Siyasi ve Sosyolojik Açıdan İsabetli mi?

Birçok siyasetçi, konuşmacı, makale yazarı günümüz olaylarını tarihle bağdaştırmaktadır. Geçmişle övünenler çoktur. Teknikle, bilimle ilgili bir toplantıya gittiğimizde asıl konu terk edilerek zembereği kurulu bir saat gibi hemen tarihi konulara geçilip kürsüdeki duruş, davranış bile değişmektedir. Aynı tutum ve davranışlar farklı tv kanallarında yapılan siyasi açık oturumlarda kendini göstermektedir. Daha ilginç olanı bir çok tv dizisinde geçmiş ya abartılı veya yanlış hatta ütopik bir şekilde anlatılmaktadır. Acaba bu toplumsal bir tutsaklık mıdır? Yoksa görgü müdür? Belki zevk alınan bir tutkudur. Her ne olursa olsun bu yaklaşımlar geleceğin şekillenmesine katkı sağlayabilir mi, ülkeyi refah toplumu ve rekabetçi yapar mı?

Dünyadaki olup bitenleri tek kaynaktan izleyenler için burada sorun yoktur. Duygulanırlar, gururlanırlar, heyecanlanırlar. Eğer kendi yaşadıkları ortamı terk edip başka ülkelere, başka kültürlere gidip merakla oradaki insanların davranışlarını izlerlerse ve bu kültürleri anlayacak, anlaşacak lisan bileğisine sahipseler mutlaka muhakeme yapmaya başlayacaklardır. Ne yazık ki çoğu zaman birçok insan gittiği yerin insanlarıyla değil gene daha önce kendi ülkesinden giden kendi görüşündeki insanlarla buluşmakta ve gittiği toplumu anlama, hissetme durumuna gelmemektedir. Grup halinde yapılan yurtdışı seyahatlerinde bulunan rehberde grupla aynı görüştüyse, görüşler yek vücut olup kendi kendilerini tatmin durumuna gelmektedir. En sevdiğim ve sıkça kullandığım cümlelerden biri “ bir yerde herkes aynı şeyi düşünüyorsa orada düşünülmüyormuş sayılır” cümlesidir. Kritik sorular soracak, farklı ilgi alanları olan bir kaç kişinin olması grup dinamizmini artıracak veya sürü körlüğünü engelleyecektir.

Ülkemiz tv dizilerini seyretmekte çok zorlandığım için bırakın sürekli seyrettiğim bir diziyi, bir veya iki bölümünü arka arkaya seyrettiğim olmamıştır. İnsan doğasına aykırı, kültür birikimine aykırı abartılı veya yozlaştırıcı roller, davranışlar, insan tiplemeleri bu dizilerin en belirgin özelliklerindendir. Bunun çok farlı sebepleri olabilir. Senaristin kendine göre emelleri, siparişi aldığı yerin emelleri, seçilen oyuncuların eğitimlerinin yetersizliği, oynadığı karakteri anlamaması veya içselleştirememesi, sınırlı maddi kaynaklar aklıma ilk gelen sebeplerdir.

Tv kanallarında siyasi içerikli tartışmalar aynı tv dizilerinde olduğu gibi öğretici, ufuk açıcı, düşündürücü olmaktan çok uzaklar. Ötekileştirici, ağzının payını verici, hep kendi bildiğinin doğru olduğunu gösterici, birilerinin gözüne girişi veya yaranmacı davranışların sergilendiği basit, sığ tartışmalar şekilde cereyan etmekte. Ön yargılar ve kabuller çok fazla. Empati edilmediği gibi empatiye kalkışanların bile yaftalandığı davranışlar sıradanlaştı.

Tüm bunlar sosyal medya ortamına düştüğünde durum daha vahimleşiyor. Küfürler, aşağılamalar bini bir para. İki farklı görüşteki insan yüz yüze gelip tartışsa böyle bir dili kullanamazlar çünkü kullanan karşısındakinin duyguları olduğunu idrak eder, saygısız davranmanın sınırlarını bilir. Karşısındakinin kılık kıyafetine, yaşına, başına, bilgisine görgüsüne, tecrübesine saygı gösterir. Yüz yüze görüşmelerde enaniyet, kendini beğenmişlik pek ortaya çıkmaz. Kim olursa olsun insan öncelikle karşısındakinin bilgisini, tecrübesini anlamaya çalışmalı, tartmalı ve davranışını ona göre belirlemelidir.

Yukarıda toplumumuzun davranışları hakkında gözlemlerimi özetledim. Bu tutum ve davranışların geleceği olumlu yönde şekillendirebileceğini söyleyemem. Aksine bu kısır döngü devam edip gideceğe benziyor. Batıda yaşanan sanayi devrimleriyle birlikte bunu idrak eden yöneticilerimiz, aydınlarımız Osmanlı’dan beri var. Şu anda dahi rasyonel düşünen, fikirlerini sosyal medya ve bloglarına yazan, bir defa dahi yüz yüze görüşmediğim insanlar var. Bu umutların canlı kalmasını sağlıyor.  Ülkenin refah toplumu olmasını engelleyici yukarıda bir kaç paragrafta tasvir ettiğim güruh ise çoğunlukta. Özellikle temel insan kaynakları planlaması olmaması nedeniyle büyüyen genç işsizlik endişelerimi arttırıyor. Çaresiz kalan ülkenin en zeki kaymak tabakası denen gençler ülkeyi ya terk etti veya terk etmek için fırsat kolluyor. İşveren nitelikli personel bulamadığını haykırıyor. Liyakat ve ehliyet kavramı diploma denen bir kağıt parçasına indirgenmiş durumda. Bu diplomalar verilirken öğrenilip öğrenilemediği hakkaniyetli şekilde ölçülmüyor toleranslar çok geniş. Eskiden okuyan insan azdı, sınıfta kalmalar, okuldan atılmalar vardı. Okuyan insana bilgisi nedeniyle saygı vardı. Şimdi okuyan insan çok, bilgiler çoğunlukla sığ ve eksik. Dolayısıyla okuyana saygı ve rağbet azaldı ve daha da azalacak. Y-Z nesillerinden bahsediliyor. Bunların çok farklı olduğundan bahsediyorlar. Belki refah toplumları için bu geçerlidir. Ülkemiz gençliğine baktığımda aynı batı müfredatı okutulsa dahi algılamaları, verimlilikleri düşük. Ülkemizde az miktarda da olsa Y-Z nesil kavramı tanımına uygun gençlerimiz olacak. Bunlar özgürlüklerin tam olduğu, adaletin olduğu ortamlarla daha kolay entegre olacakları için “bizim” olmaktan çok “onların” olacak. Birçok kişi vatan doğduğun yer değil doyduğun ve mutlu olduğun yerdir diyecek.

Ülkenin planlamasına, eğitim sistemine, siyasetin, akademik camianın, kanaat önderlerinin düşünce çizgisine baktığımda refah toplumu, rekabetçi olma yönünde bir çok şeyin söylemden eyleme geçemeyeceğini düşünüyorum hatta görüyorum. İyi yöne bir artış göremediğim gibi mevcut durumun sürdürülebilirliliği ile ilgili kaygılarım yüksek. Şimdiye kadar olduğu gibi dünyanın bundan sonraki geleceğini nitelikli, yüksek verimli işgücü olan toplumlar şekillendirecek.

Bu yazımda değindiğim konular ne kadar tartışılırsa sıkıntılar o kadar fazla anlaşılacaktır. Bu yazı okunduğunda tarihe bir not düşülmüş olacak. Gelecek bu yazının son noktasından sonrası çünkü.