Ali DEMİREL

Yazar - Ziraat Mühendisi

Kendine Sahip Çıkmak

Kişilerin öncelikle kendine ve kendi değerlerine sahip çıkması doğaldır, hakkıdır hatta böyle gerekir. Kişi kendine sahip çıkmazsa, öz benliğine ihanet etmiş olur; bundan dolayı özellikle o kişi açısından olumsuz sonuçlar ortaya çıktığında bu durum sadece ona aittir. Fakat söz konusu kişi bir devleti temsil ediyor hatta o devletin en tepesinde yer alıyor ise ve de çok güçlü bir konumdaysa, hiç zorunlu olmadığı halde kendi değerlerine sahip çıkmamış ise işte bu çok kötüdür. Onun kendi değerlerine sahip çıkmamasından ötürü doğacak sonuçlar bütün milleti ilgilendirir. Bir milletin inanç ve kültürel değerlerinden herhangi birine sahip çıkmamak o hükmeden (hükümdar) için utanç vesilesi olur. İşte bu yazımızda, başlıkta belirtilen konu ile ilgili olarak; ulu başbuğlarımızdan birisinin Türk Dili ile ilgili olarak, kendine sahip çıkmamasını irdeleyeceğiz. Ancak peşin olarak belirtmeliyim ki aşağıda sözünü edeceğim atamız, tarihin bir döneminde büyük bir sahaya adeta tamgasını vurmuş ulu bir kişidir. Dolayısıyla, yazacaklarımdan amacım onu kötülemek, karalamak, hele hele hakaret etmek asla değil. Her zaman saygıyla anarım ve ardından diğer ulularımıza olduğu gibi dua ederim. Öyleyse neden onun yaptığı bir hatayı dile getiriyorum?  Çünkü bir kültürün temeli ve de direği dildir, o kendi öz diline sahip çıkmamıştır.

Sözünü ettiğim kişi: Ulu Başbuğlarımızdan, devlet adamı, komutan, fatih unvanını tam olarak hak eden Gazne Türk Devletinin muhteşem Sultanı Mahmut. Öncelikle Sultan Mahmut’u kısaca tanıyalım.  Bu kişi tanıtımını biraz ayrıntılı yazmak istiyorum çünkü nasıl bir köklü Türk ailesinin ferdi olduğunun bilinmesini istedim… Sultan Mahmut’un Babası SEBÜKTEKİN’dir. Sebüktekin; Karluk Türklerinin Barshan boyundandır. Babası bölgenin boy beylerinden Cuk Kara Beckemdir.  Alptekin’in yanında, koruması altında ve öğretmenliği ile yetişmiştir… İyi bir komutan, kitap yazacak kadar bilge bir kişi olan Sebüktegin Gazne hükümdarı olduktan sonra oğlu Mahmut ile birlikte Hind seferlerine girişti… Sebüktekin’in ölümünden sonra büyük oğlu MAHMUT; emmisi Buğracık’ı ve kardeşlerini bertaraf ederek tahta geçti. Gazneliler devletinin kurucusu olarak her ne kadar bazı tarihçiler tarafından Mahmut gösterilse de devletin asıl kurucusu Mahmut’un babası Sebüktekin’dir.

Türk Milletinin KUT anlayışı gereği Başbuğ Sultan Mahmut da kutsal sayıldı. Onun özelikle könilik (adalet – adil olma) özelliği taşıması gerekliydi. İyi kavranması bakımından Türklerdeki könilik anlayışını biraz açmam gerekiyor:

 -İran geleneğine göre adalet kavramı; Tanrı gibi kabul edilen hükümdarın bağışlama erkidir.

-İslami anlayışta ise hükümdarın adaleti; Kur’an ve Sünnet doğrultusunda adil ve ihsan sahibi olmaktır.

-Türklerdeki adalet anlayışı ise; Türk Töresi’nin hükümdar tarafından doğru olarak uygulanmasıdır.

Başta Sultan Mahmut olmak üzere Gazne Hükümdarlarının bu konudaki tutum ve uygulamaları tam olarak; Türk Töresine uygun İslami bir anlayıştı.   Yani ne İran adaleti gibi ne de Arap adaleti gibiydi, kadim Türk töresinin İslam’a uyarlanmış şekliydi denilebilir.

Ayrıca; Devletin yönetimi zaten, Hakan ve boy beyleri kavramında tam bir Türk yönetim şekliydi. Askeri konularda ise; Türklerin teşkilat, kural, yöntem vb. askeri konularda diğer uluslardan alacakları hiçbir şey olmadığı gibi aksine onlar Türklerden örnek almaya çalışıyorlardı… Yani devlet tam bir Türk devletiydi.

Bir Türk hakanı; Alplik, uzluk, könilik ve bilgelik gibi vasıfları üzerinde taşıması gerekir ya; Sultan Mahmut tam da böyle bir Türk Hakanı idi ama… Dil konusunda yanlış yaptı.

Gazne sarayında yüzlerce; şair, edebiyatçı, tarihçi ve bilgin barındı. Tarihçi Utbi’den Biruni’ye kadar niceleri Gazne sarayında ve Sultan Mahmut himayesinde sanatlarını ve bilgeliklerini ortaya koyup eserler verdiler. Ancak yazılıp çizilenlerin hepsi de Farsça idi. Sultan Mahmut; Hind seferlerinde elde ettiği ganimetlerle saray hazinelerini doldurmuş, görülmemiş bir zenginliğe sahip olmuştu. İşte bu zenginliğin bir kısmını sarayda barındırdığı yüzlerce, Farsça yazan şair ve yazarlar için harcadı. Yazılan hemen her eser için eserin sahibine ödediği ‘Caize’ adını verdiği para bir servet niteliğindeydi. Kendisi de çok iyi farsça bilen Mahmut; Fars dili ve edebiyatına dolayısıyla farsça yazan şair ve yazarlara o kadar büyük imkânlar tanıdı ki; talep çok fazla arttı, verilen eserler çok arttı ve de eserlerin kalitesi de arttı… Bu muazzam desteğin sonucu Farsça için altın bir çağ açmış oldu. Müellifler; Farsçanın böylesine gelişmesinde Sultan Mahmut’un çok büyük payı olduğunda hemfikirler. 

Bu utanç verici durumu bütün gerçekliği ile irdelemekten çekinen bazı tarihçiler konuyu üstünkörü geçiştirmekte, bazıları da uydurma bahanelerle akılları sıra Sultan Mahmut’u eleştirilerden koruma adına konuyu yanlış taraflara yönlendirme çabasına girmişlerdir:

-Bazıları şöyle bir savunma içine giriyor: ‘O zamanda o yörede Farsça devlet resmi dili olarak uygun bir dil idi!’ Yanlış. Gazne Devletinin coğrafi olarak hemen yanıbaşında, zaman dilimi olarak da tam o günlerde, muhteşem Türk Hakanlığı (Karahanlılar) Devleti vardı. Ve Türk Hakanlığı’nın (Karahanlılar’ın) resmi dili Türkçe idi. Kendi ana dileri ile devletin kurumlarının çalışması çok düzgün yürümüştür. Zaten Türkçenin Göktürk İmparatorluğu ve daha öncesinde Ulus ve devlet dili olarak muhteşem bir geçmişi var. Karahanlı Devletini ve de Gazne Devletini oluşturan boylar (başta Karluklar olmak üzere) da zaten Göktürk İmparatorluğu içindeki boylar idi.

-Bazıları da şöyle bir fikir ileri sürüyorlar: ‘Şiir ve diğer edebiyat dalları için Farsça daha uygun olduğu için Gazne devletinde bu dil öne çıkarılmıştır.’ Bu da doğru değil. Sultan Mahmut, sarayında Farsçacıları ağırlayıp, yedirip içirdiği ve de paraya boğduğu günlerde; Türk Hakanlığında (Karahanlı Devletinde) Kaşgarlı Mahmut, o muhteşem eseri  Divanü Lügati’t –Türk’ü dünya edebiyatına ve sosyolojiye kazandırmıştır. Yine o günlerde bir başka Türk yazar ve düşünürü ve de devlet adamı Yusuf Has Hacip, İnsan hakları, siyasi ahlak ve bilgilerini içeren evrensel eseri Kutatgu Bilig’i  Türkçe yazmıştır. Elbette Türkçe yazılan daha başka (bazıları, başka kaynaklardan bilinen ama günümüze ulaşmamış) eserlerde var.  Böylesine evrensel değerlerde olan muhteşem eserlerin Türkçe yazıldığı günlerde, başka bir ulusun diline hiç gerek yoktu…

Tam da burada özellikle bilinmesini isterim ki; bu yazdıklarımla ben Farsçayı veya bir başka milletin dilini kötülemek, küçümsemek gibi bir amacım yok, olamaz da. Ancak Farsçanın, hazineden servetler harcanarak olabildiğince desteklenmesi ve yüceltilmesi gerekiyor idiyse, bunu Farslar yapsaydı. Kendi ana dilini köreltme pahasına bu yapılmamalıydı.

Bu sapkın uygulamada Gazne Devletinde bir keşmekeşlik de ortaya çıkmıştır. Şu garabete bakar mısınız: Gazne Devletinde halkın büyük çoğunluğu Türk boylarından oluşuyor. Geriye kalan kısmının da hepsi Farsça konuşmuyor. Yani halkın Kahır çoğunluğu Türkçe konuşuyor. Ordu, zaten tamamı Türklerden oluştuğu için en tabandan en başta olanına kadar hepsi Türkçe konuşuyor. Saray yani hanedan; başta Sultan Mahmut kendisi olmak üzere tiginler (şehzadeler), terken hatunlar-Altun hatunlar (şehzade anası olan büyük hatunlar), diğer hatunlar, kunçuylar- banular (prensesler), çoluk çocuk hasılı bütün saray Türkçe konuşuyor… Ama devletin resmi dili ve edebiyat dili Farsça, dini ve ilmi konularda ise Arapça… Ha din demişken; Türk Hakanlığı’nda (karahanlılar’da) dini konuların halka öğretilmesi de Türkçe idi, ilgilenenler Aslan Baba ve devamı Hoca Ahmet Yesevi’yi okusunlar.

Hemen akla şu gelebilir; Sultan Mahmut Türklüğünü mü unuttu? Hayır o da değil. İçinden çıktığı boy belli, ataları belli… Aslında Sultan Mahmut’un yüreği Türklük bilincinden hiçbir şey kaybetmemişti. Bu dediğimi kanıtlayacak çok şey yazılabilir ama ben konuyu fazla dağıtmamak adına sadece bir örnek vermek istiyorum: Sultan Mahmut’un sarayından (daha doğrusu Türk sarayından ve hazinesinden) beslenenlerin içinde ‘Fidevsi’ denilen biri de vardır. O da diğerleri gibi saraydan geçinmektedir ama yine diğerleri gibi düşünüyordu, şöyle ki: Öyle bir farsça eser yazmalı ki Sultan Mahmut çok beğensin ve yeti sülalesine yetecek bir servetle ödüllendirilsin. Bu amaçla yıllarca hem sarayda beslenir hem de ‘Şehname’ adını verdiği eserini yazmak için çabalar. Sonunda tamamlar ve kendince olağanüstü saygı gösterileriyle eserini Sultan Mahmut’ takdim eder. Neredeyse anadili Türkçe kadar iyi Farsça bilen Sultan Mahmut, Firdevsi’nin Şehname’sini okur. Kendince inceler ve sonunda vezirini yanına çağırıp: ‘Bu Firdevsi denen adama bu yazdıkları için sakın para ödemeyin, hazinenden aldığı tahsisatı da kesin’ emrini verir. Vezir nedenini sorunca da: ‘Farsları yalan yere övmüş de övmüş, Türkleri de kötülemiş, bu adam bilmez mi ki biz Türk’üz.’ Sultanın bu çıkışması ile Firdevsi’nin saraydan kısmeti kesilmiş üstelik beklediği servet hayal olmuş…

Pekiyi Türklük bilincini de yitirmediyse Sultan Mahmut bu yanlışı neden yaptı? Bunun nedeni inanın, inanılır gibi değil ama gerçek maalesef bu! Şöyle ki: Gazne Devleti ile Türk Hakanlığı (Karahanlılar) o çağda Orta Asya’nın hükümranlığını tek başlarına ele geçirme çekişmesi içine girmişlerdir. Birbirleri ile zamam zaman sınır çatışmaları olsa da öyle büyük bir savaşın içine girmemişlerdir. Giremezlerdi çünkü: İkisi de Türk devleti, halk birbirinin içine girmiş durumda, öyle ki bazı bölgelerde bir boyun bir kısmı Gazne devleti tarafında bir kısmı Türk Hakanlığı tarafında. İki devletin de bir diğerine karşı üstünlük tavrı takınacağı ayrı bir ülküleri yok. Her ikisi de Türk, her ikisi de Müslüman. Aslında ikisi arasında ülkü bazında bir ayrılık yok idi ama oldu… Türk Hakanlığı: Biz yeryüzünde ne kadar Türk Töresi altında ulus varsa birleştirmeyi amaçlıyoruz yani biz ‘Turaniyiz’, dediler. Türk Hakanlığının bu tavrı karşısında Sultan Mahmut; kendisine hiç uymayan, yakışmayan bir çıkışla, ‘ben’ liğine (egosuna) yenilerek; ben de ‘İraniyim’ dedi. Ve Turan – İran ülküsü etrafında çekişme başladı… Bu Turan – İran çekişmesinin sonuçlarından biri olarak; Sultan Mahmut, Farsçayı devletin resmi dili olarak kabul edip edebiyat dilini de Farsçaya yönlendirerek çok kötü bir hata işledi. Onun bu hatası sadece o zaman dilimi ile sınırlı kalmadı maalesef diğer Türk devletlerine de sirayet ederek bir bulaşıcı hastalık şeklinde sürüp geldi…

Böyle bir saçmalığın sadece benlik davası uğruna oluşması çok hazin bir durum!.. Sultan Mahmut’un o kadar koruyup kolladığı, geliştirip yüceltmek için servetler harcadığı Farsçanın sahibi olan İranlılar, günümüzde onu anıyorlar mı? Sultan Mahmut diye birini, bırakın saygı duymayı biliyorlar mı? Yoksa ta o zamandan hemen sonra unuttular gitti mi?.. Ama biz, yaptığı hataya karşın onu saygıyla anıyoruz ve anmaya, ardından dua etmeye devam edeceğiz çünkü o ulu atalarımızdan biri…

En baştan belirttiğim gibi bunları yazmaktaki amacım; Sebüktekin oğlu Sultan Mahmut’u karalamak değil. Onu yermek değil, ona hakaret etmek hiç değil ama bir yanlışı da bilmeliyiz. Bilmeliyiz çünkü: Özellikle yeni yetişen nesiller şimdi ve gelecekte böyle hatalara düşmesinler, ibret alsınlar…

Söz konusu ettiğimiz hatası hesaba katılmadığında; Sultan Mamut, özellikler Hindistan taraflarına yaptığı sayısız seferlerle çok büyük işler başarmıştır. O kadar ki: Günümüzde Bangaldeş diye bir Müslüman ülke varsa, Hindistan’da (kurtuluş savaşında bize yardım yollayan) 100 milyon Müslüman varsa ve adı gibi tertemiz olan Pakistan varsa, bütün bunları Ulu Başbuğlarımızdan Sultan Mahmut’a borçluyuz, hepsi de onun eseri…

Geçmişteki bütün ulularımıza olduğu gibi Sultan Mahmut’a da dua edelim, ruhu şad olsun…

 

 

 **************************************************