Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

ocetinoglu1@gmail.com

Lâiklik

Kısaca ‘din işleri ile devlet işlerinin birbirinden ayrılması, devletlerin kişilerin dînî inançlarına karışmaması, bu konuda baskı yapmaması, yapılacak baskıları bertaraf etmesi,  buna rağmen fertlerin dînî vecibelerini yerine getirmelerine imkân hazırlaması ve konu ile ilgili problemlerinin çözümünde en yetkili ve etkili merci olması’ demektir.

Türkiye’de en şiddetli kavram kargaşası, lâklik kelimesi çevresinde yaşanır. Niyâzi Berkes’ten Ali Fuat Başgil’e kadar pek çok kişi yüzlerce – binlerce sayıda lâiklik kavramının târifini yapmıştır. ‘Devletlerin lâik olabileceği ve fakat insanların lâik olamayacağı gerçeği bile tartışma konusu olmaktadır.

Lâklik prensibinin Türkiye’deki tatbikatına bakıldığında; ‘belirli bir dine dayalı değerler yerine dindışı değerleri devlet ve hukuk anlayışında esas alma’ olarak târif edilebilir. Sistem, 1798’den itibâren Fransız devlet ve hukuk sistemine girmiştir. Günümüzde yaygın şekilde yapılan târifte belirtildiği gibi ‘din işleriyle devlet işlerinin ayrılığını’ ifâde etmekten ziyâde, devletin kontrolü ve hâkimiyeti altına dînî sistem’ şeklinde bilinir.  Veya ‘dînî herhangi bir değerin hâkimiyeti yerine devletçiliği ve devlete hâkim olan ideolojinin üstünlüğünü benimseyen sistem’dir. Din ve vicdan hürriyetinin teminâtı olarak takdim edilmeye çalışılan Lâisizm, daha ziyâde dînî değerlere karşı ilgisiz kalma, hattâ din dışılığı temel prensip edinme temâyülü şeklinde ortaya çıkmaktadır.

Denilebilir ki lâisizm ile sekülerizm arasında kuvvetli bağlantı söz konusudur.

Sekülerizm: 1850’lerden itibaren kullanılmaya başlanan Sekülerizm terimi, hayatın Allah, âhiret ve benzeri metafizik kavram ve değerlere dayalı inançlardan uzak şekilde yalnızca bu dünyâyla ilgili prensiplere göre belirlenmesi anlayışını ifâde eder. Din ve devletin ayrı ayrı özerk ve bağımsız kurumlar olduğunu savunmayı esas alan Sekülerizm, dünyevîleşmeyi, sosyal hayatın dînî hakîkatler ve telkinlerle kaidelerden bağımsız olması gerektiğini vurgular. Batı teolojisinde Sekülarist düşüncenin çıkış târihini Hz. İsa’nın havârilerinden Pavlus’un egemenlik anlayışına kadar götürmek mümkündür. Pavlus, Allah’ın hâkimiyetini yalnızca metafizik âlemle sınırlar. İnsanların içinde yaşadığı sosyal çevrenin hâkim güçlerine (kral ve yöneticilere) mutlak itaat etmesi gerektiğini; zira yöneticiye karşı çıkmanın Allah’a karşı çıkmakla eşdeğer olduğunu iddia eder. Günümüzde bu kavram daha ziyâde metafizik değerlerle ilişkili dînî geleneklerin prensiplerini reddetmek veya göz ardı etmekle ilgili olarak kullanılır.