Mehmet Cemal ÇİFTÇİGÜZELİ

Gazeteci - Yazar

Seyahat Etmek mi, Okumak mı?

Günümüze kadar gelen bir hikaye anlatılır. Evliya Çelebi (İstanbul 1611-1685 Kahire) bir rüyasında İslam Peygamberini görür. Heyecanlanır. Peygamberimize talebini anlatırken “Şefaat ya Resulullah” diyeceğine “Seyahat ya Resulullah” der. Evliya Çelebi gerçekten 50 yıl kadar Avrupa, Batı Asya ve Mısır’ı köy-kasaba dolaşır, notlar alır, yazıya döker. Bugün 10 ciltlik büyük bir Seyahatnamesi vardır ki hala çalışmalarda referans olarak gösterilir. Bugün böyle seyyahlar yok. Bizim nesil Hikmet Feridun Es’in ve Abdi İpekçi’nin seyahat yazılarına ve Fikret Otyam’ın girişinde şiir olan Gide Gide Anadolu röportajlarına yetişti ama değişik bir lezzet aldı.

İstanbul’da lisede okuduğum 1960’lı yıllardı. Cağaloğlu Nuruosmaniye Caddesi 17 no daki Yeşilay İstanbul Liseler arasında münazaralar tertip ederdi. Medyaya milyonluk ilanlar vermez, MTTB’nin konferans salonunu değerlendirirdi. MTTB de o yıllarda MTTB gibiydi. Üstelik Yeşilay münazara konularını öyle seçerdi ki katılımcılar her bakımdan kendilerini iyi ve rahat hissederlerdi. Mesela bu konulardan biri “Çok kitap okuyan mı bilir, yoksa çok seyahat eden mi?” Hangi tarafta olursanız olunuz elinizde güçlü materyaller vardı ve inandırıcılığınız hep yüksekti. Doğrusu münazaradaki her iki şık da önemliydi; amaç ise gençlerin fikri hazırlıklar yapabilmesi, sosyal hayata intibakı, yeni muhit, tartışmaya alışması, karşısındakini ikna etmek ve kazanmak için önemli bir uygulamalı fırsattı. Keşke günümüzde de olsa!.

VER ELİNİ DÜNYA

Galiba ben de hem okudum, hem gezdim. Bunda gazetecilik mesleğini seçmek bittabi önemli rol oynadı. Her ikisinde de hızlı bir teknolojik değişimi yaşadım. Bir zamanlar kitap sahifelerini bıçaklar açar, tashihlerine aldırmadan okumaya çalışırdık. Bugün bütün kitaplar gıcır gıcır ve al benisi olan özelliklere sahipler. Dünyadaki yayınları da internet aracılığıyla takip etmek, bilgi toplamak mümkün. Tercümeler çok hızlandı. Artık seyahatler de öyle. Bak1mayın siz koronavirüslü salgın günlerimize, elbette bir gün geçecek. Dünyada nereye gitmek isterseniz isteyin bütçenize göre bir seyahat acentasına pasaportunuzla müracaat etmeniz kafi geliyor. Yeter ki ödemelerini yapabilin. Her gittiğiniz yerde sizi bir rehber karşılıyor, otelinize yerleştiriyor, bölgeyi gezdiriyor, nerede yemek yiyebileceğinizi, alışveriş yapabileceğinizi, döviz bozdurabileceğinizi ve dinlenebileceğinizi belirtiyor. Bu uygulamalar galiba artık rutine döndü. Kolaylıklar ve değişim birbiri ardından geliyor. Eğer ilmi, kültürel ve medeniyet hareketi içinde çalışmalar yapıyor, sivil veya resmi toplumu temsil ediyor ve gündeme kafa yoruyorsanız uluslararası etkinliklerde katılımcı olarak her an davet edilebilirsiniz.

Yıllar önce bağımsızlıklarını henüz kazanan(1992) Türk Cumhuriyetlerine (Nahcivan, Azerbaycan, Özbekistan, Kazakistan, Kırgızistan, sonra Tataristan ve Kırım) seyahat yaptım  bir grup arkadaşımla birlikte. Bir bakıma zuhurata tabi olduk bir aylık bu seyahatte. Tren, otobüs, uçak, özel araç ne bulursak ülke ülke gezdik; otel, pansiyon, misafirhane, dosta evi her ne bulabilirsek. O yıllarda daha gençtik tabii. Ve her şey organikti, gerçekti, sıcaktı ve samimiydi. Yeni insanlar, yeni entelektüeller ve toplum, idareciler, yeni mekanlar, yeni çarşı pazarlar, meslektaşlar, kentler, sokaklar, binalar ve tarih. Dolaştığım her yerden kitaplar, plaklar, antikalar, el işleri, tablolar aldım. Bol bol resim çekmiş, bir dizi olarak Türk Dünyasına yaptığım 30 günlük seyahati Türkiye gazetesinde yayınlamıştım. Çok güzel bir seyahatti, arkadaş grubumuz kavi idi, gününüzdeki gibi değildi. Bu intibalarımı Yıldızlar Yeniden Parlıyor ve Ey Güzel Kırım adlı kitaplarımda yazdım.

ALMANYA’DAN FRANSA’YA DOĞRU

Mesleğim gereği de zaman zaman doğu ve batıda gelişmiş ülkelere, gelişmekte olanlara ve az gelişmişlere de gittim. Hepsinde bazı sorunlar peşinizi bırakmıyor. Özellikle yiyecek, temizlik ve görmek istediğiniz yer ve öğrenilecek kişi ve mekanlar konusu. Bunlar biraz da düzenle alakalıydı. Batıdaki imkanları hiçbir zaman doğuda bulamazdınız.

Oğlum Türkiye’de Güzel Sanatlar Fakültesini bitirdikten sonra Almanya’ya hem yeni bir yabancı bir dil öğrenmek, hem de yeni bilgilerle uzmanlığını artırmak için Almanya’ya gitti. İlk defa bizim için uzun bir ayrılık olmuştu. Annesi “Oğlan acaba ne yiyor ne içiyor, kış geldi üşüyor mu, hastalansa ne olacak, okulu Koblens’e Selters’ten gidip gelmesi zor mu, acaba parası bitti mi?” gibi onca zıt düşüncelerle kendini üzüyordu. Sofra başında bile gözleri nemlenir “Bu yemeği oğlum çok severdi” deyip iç geçirirdi. Dolayısıyla çözüm olarak sık sık Almanya’ya gidip gelmeye başladı. Oğlunun sevdiği yemekleri, hoşlandığı giysilerini yüklenip ziyarete gitti. Anne şefkati böyle bir şey. Bir defasında ben de kendisine refakat ettim. Tatile denk gelmişti. Oğlumuz gayet mutlu, sağlıklı ve başarılıydı. Almanya’da Rent a Car’dan tuvaleti, banyosu, kliması, buz dolabı, mutfağı, masası, sandalyesi, yatağı çarşafı olan bir caravan kiralandı. Başladık bütün Avrupa’yı dolaşmaya. Caravan otoparkları yol üzerinde bulunuyor ve her yerde var. İstediğimiz yerde duruyorduk. Elimizde de bir de haritamız mevcut. Caravan otoparklarına giriyor tuvaletini boşaltabiliyor, su takviyesi yapabiliyor, alışverişle buz dolabını doldurabiliyor, mutfağınızda yemek yapabiliyorduk. Daha da güzeli en manzaralı yerde park edip keyfini çıkarıyor, kahvaltınızı veya yemeğinizi orada yiyebiliyorduk. Sizin gibi onlarca karavancılarla karşılaşıyor, tavsiyeler alıp sohbet edebiliyorsunuz. Hiç unutmam Lüksemburg’dan Fransa’ya geçerken iken bir anons dikkatimi çekti, hem de Türkçe dahil birkaç dilde “Lütfen dikkat, otobanda önünüze geyikler çıkabilir.” Elbette ister istemez bu anonsla dikkatli oluyorsunuz. Paris’te Eyfel Kulesi eteklerine park ettik. Otopark parası otomatikten peşin alınıyordu. Ancak makine bir türlü paramızı yutmadı, iade etti. Sonra öğrendik ki O gün milli tatilleriymiş Fransızların ve bir ücret alınmıyormuş. Çok sevmiştim hem ucuz, hem istediğiniz yerde kalabilme imkanı olan, şehri dolaşmaya daha fazla imkan tanıyan bu seyahati.

1960 VE 70’Lİ YILLARIN CARAVAN CENNETİ TÜRKİYE

Bu nereden aklıma geldi? Covit 19 salgını dolayısıyla şehir hayatının dışında, müstakil evlere, villalar ve caravanlara alaka günümüzde had safhada arttı. Yazlıklara gidenler bile salgın dolayısıyla geri dönmedi, evini dört mevsime hazırladı. Dikkatimi çekti Türkiye’de caravan almak için en az altı ay sıra bekleniyor. Bu caravanlar ancak bir aracın arkasına bağlanabiliyor. Diğer müstakil caravanların vergisi Türkiye’de çok fazla olduğundan henüz tercih edilmiyor. Ülkemizde Bursa gibi illerimizde yeni yeni caravanlar yapılmaya başlanmış ama piyasa Almanya, Fransa ve Slovenya’nın tekelinde. Türkiye caravan teknolojisinde biraz geç kalmış. 1960 ve 1970’li yıllarda Türkiye yabancı turistlerin tercih ettiği bir caravan cennetiymiş. İstatistikler öyle söylüyor. Özellikle Marmara Ege ve kısmen Akdeniz bölgesi, hatta doğu ve güneydoğu bölgelerimiz bile caravancıların tercih ettiği yerlermiş. Ne var ki Rahmetli Turgut Özal zamanında aşırı teşvikler verilerek kamuya ait sahillerin sektörden olmayanlara verilerek turizme açılması, lüks oteller yapılması caravan turizmini bir anda bıçakla keser gibi bitirmiş.

Bugünlerde caravan turizminin artışı ise tamamen covit 19 salgını dolayısıyla. İstanbul’da üç ayrı yerde Çekmeköy, Tuzla ve Çatalca’daki karavan otoparklarını gördüm. Tümüyle dolu; önemli bir kısmı da yabancılar. Buraları bir kere tamamen orman alanı, tümüyle yeşil, konumuna göre kayak, tenis, voleybol, basketbol, golf, yüzme, atçılık, bisiklet, dağcılık, su sporları mümkün. Caravanı park edip her taraf gitme imkanına sahipsiniz. Restorantı, marketi, mesciti, interneti, manzarası ve hatta kümesi bile var. Çocukların ayağı toprağa basıyor, tavuğu, hindiyi, kuzuyu burada görüyor ve tanıyabiliyor. Evcil hayvanlarınızı da isterseniz getirebiliyorsunuz. Değişik ulusal ve uluslararası bir komşuluk ilişkileri başlıyor burada. Çocukların oyun alanları var. Organik bir bahçesinden mevsimine göre değişik meyve ve sebze alabiliyor veya yetiştirebiliyorsunuz. Çünkü bütün mevsimi veya yılı burada geçirenler var. Kirasını sordum yıllık 18 bin lira(2020). Sadece hafta sonu burayı kullananlar da oluyormuş. Hafta içinde işi gereği otomobilini caravanından sökerek şehre inebiliyor veyahut maile kenti dolaşabiliyorlar. Hele bir de günümüzde yandeks gibi trafiği yoğun olmayan yol bulucu, istikamet tayin edici teknoloji olunca, doyabildiğin ve dayanabildiğince dolaş. Hele hele tanınmamak için, sırf dinlemeye, ailesiyle birlikte olmaya yönelik sanatçıların, siyasilerin ve sporcular için ideal bir uygulama caravan turizmi. Otele gitse daha müracatta kimliğiniz sizi ele veriyor, başınıza ya gazeteciler, ya hayranlarınız musallat olabiliyor. Dinlenme hak getire! Ormanla beraber olmanın keyfi ayrı bir fasıl. Eğer sinek ve haşaralardan temizlenmişse rüzgarın esintisi, kuşların cıvıldaşmaları, denizin dalgası, derin bir sessislik ya uykunuzu getirecek ya da elinizdeki kitabı bitereceksiniz. Datça’daki Orman tesislerinde maile böyle bir 10 gün geçirmiştim de aynı duygu, merak ve heyecanla Cengiz Dağcı külliyatını bitirmiş, Cengiz Aytmatov’a başlamıştım. Hele Cengiz Dağcı’nın Anneme Mektupları’nı hiç unutamıyorum. İleriki günlerde kıyı kentlerimizdeki bütün yazlık sitelerin caravan turizmi için uygulamaya ve kulvar değişirmeye geçerse şaşmayacağım.

EGE VE AKDENİZ ÖYLE DE YA KARADENİZ?

Soruyorum caravanlar kışın soğuk olmuyor mu?

Kaloriferi ve havalandırması var demezler mi?

Caravan sektörü gibi bir de caravan ekolü olmuş meğer.

Bir caravan imalatçısı şirketin 700 sahifelik Adria adlı kitabına baktım. Türkiye bölümünü görüp inceledim.

Sadece İstanbul içinde 4 caravan otoparkı mevcut. Kilyos, Sarıyer ve Silivri hariç.

Sessiz bir sektör hızlı geliyor, gelişiyor ve üstelik henüz caravan almak için aylarca beklemek gerekiyor.

Turizm şirketleri ve otel sahipleri ciddi sıkıntıda iken Türkiye’de çok kişi meslek ve iş değiştirerek caravancılığa soyunuyor.

Hali hazırda hala devrede olan caravan otoparkları şöyle ecnebi Adria’ya göre; Edirne, Akcakoca, Göreme, Ortahisar, Aksaray (burası çok eski ve önemli bir merkez, seyahatlerimle Aksaray’dan geçmemiz gerekiyorsa mutlaka molalarımı burada yapıyorum.), Hatay Arsuz, Mersin Kızkalesi, Taşucu, Anamur, Bozdoğan, Alanya’da beş tane, Antalya, Kemer’de dört tane, Beldibi, Kaş ve Denizli’de 2 tane, Muğla, Marmaris’te üç tane, Datça, Kuşadası, Selçuk, Pamucak, Gümüldür, Bergama, Ayvalık yaz kış caravancıların uğradığı mekanlar. Burhaniye, Çanakkale Eceabat, Bursa ve Erdek’te iki caravan otoparkı bulunuyormuş.

Dikkat ettim caravanlar için en ideal yer esasında Karadeniz Bölgesi. Akçakoca hariç bu konuda herhangi bir gelişme yok.  Oysa Karadeniz tabii güzellikleri, yeşil alanları, denizi ve deniz ürünleriyle caravan turizmi için ideal bir yer. Henüz tabiat diğer yerlerdeki gibi talan edilmemiş. Öyle turistik tesisler için kamusal ve yeşil alanlar Ege’deki gibi yağmalanmamış. Amasra, Sinop, Ordu, Giresun ve Rize’nin güzelliklerini hatırlıyorum da hala içim kıpır kıpır oluyor buraları yeniden görmek ve yaşamak için. Karadeniz kıyı şehri Rusya’nın Soçi kenti turizmin her türlüsünden istifade ederken, buraya komşu kent ve bölgelerimiz hala aynı skora yaklaşamadı bile.

Virüs salgınının bir hatırası olarak galiba caravan turizmi şimdilik örtülü de olsa yeniden Türkiye’ye sessiz sedasız avdet etti. Belki de şehirlerimizin kalabalıklarından, gürültüsünden, stresinden, rutinliğinden kurtulup, yeni bir hayat tarzı gibi gözüküyor. Bir ihtimal de insanın kendisi ile yüzleşmesine bir fırsat olacak. Türkiye rüyalara girecek kadar güzel bir ülke.