Yaman ARIKAN

Dilbilimci - Yazar

Kur’ân Nedir?

(ON DOKUZUNCU BÖLÜM)

Neden Helva Yapamıyoruz?

Hep düşünürüm. Türk Milleti olarak: 

— Elimizde Kur'ân gibi ilâhi ve muhteşem bir kitap vardır.

— Hemen hemen yeryüzünde bir ikinci millete nasip olmayan şanlarla ve devlet tecrübeleriyle dolu uzun bir târihe sâhibiz.

— Asırlardır süzüle süzüle günümüze gelmiş ve birikmiş engin bir millî kültürün vârisleriyiz.

— Bugün üzerinde yaşadığımız vatan toprakları yer yüzünün en güzel ve ilâhî cömertliğin en bol tecellî ettiği yerler.. 

— Her türlü çalışma gücüne sâhibiz... Fakat bütün bu temel imkânlara rağmen biz bir türlü toparlanamıyor; düşmanlarımız karşısında asrın icabı olan seviyeye bir türlü gelemiyoruz. Kısacası; un hazır, şeker hazır, yağ hazır, hepsi hepsi hazır, fakat biz bu hazır malzemeleri uygun biçimde kullanarak bir türlü helva yapamıyoruz. Acaba neden?

Bunca potansiyel ve temel imkânlar mevcut iken, neden hâlâ düşmanlarımız nazarında küçümsenen bir seviyedeyiz? Altmış senedir harbe girmedik, ileri adımlar atabilmek için bu zaman, hiç de küçümsenecekbir zaman değildir.

Zira bugün bize küçümser gözlerle bakan birçok düşmanlarımız, hâlen bulundukları seviyelere bu kadarlık bir zamanda gelmişlerdir.

O halde neden toparlanamadık? Düşmanlarımızın bize hâlâ küçümser gözle baktıkları bugünkü seviyeden niçin kurtulamadık? To patlanamadık. Çünkü:

— Dirilere gelen ve önümüze engin bir tefekkür deryası açan Kur'ânı biz, ölülere tahsis ettik. Sâdece ölülerimiz için okuduk. Bir defacık olsun kendi derdimize devâ olması ve içinde bulunduğumuz hâl-i pürmelâlden bizi kurtarması için okumadık. O hep dirilere hitâb ettiği, dirilerin hayatta yapacakları şeyleri saydığı halde biz onu inatla ve ısrarla ölüler için kullandık.

Kendimiz ondan nasibimizi aslâ alamadık. Kur'ânın bu dünyadaki hayâtımızla olan alâkasını tamamen kestik. Onu, ölüm sonrası için bir takım faydalar sağlayan bir kitap hâline getirdik. Oysa onun ölüm sonrası için faydası, ancak esasları ölüm ânına kadar yaşandığı ve tatbik edildiği takdirde görülebilirdi.

— Ufak-tefek ve geçici iniş ve düşüş devreleri de bulunmakla berâber, baştanbaşa bir DESTANLAR VE BAŞARILAR TARİHİ olan beşbin senelik millet hayâtımızı gereği gibi değerlendiremedik. Alınması gereken lüzumlu dersleri alamadık. İniş-düşüş ve yükselişlerde müessir olan sebepleri esaslı bir şekilde tesbit edip tatbikat safhasına koyamadık. Bugün hayat felsefemiz yâni hayat anlayışımız sapmalarla ve bizim olmayan, millî olmayan hatâlı ve yanlış anlayışlarla doludur. Nasıl ki tıpta, herhangi bir hastalığın teşhisinde hatalı durumlar bulunduğu zaman tedavide de hatâlı hareketler ortaya çıkar ve hastanın iyileşme ihtimâli zayıflarsa, aynen bunun gibi, doğru ve millî hayât felsefesinde sapmalar meydana gelen milletlerin terakkisi de yavaşlar veya tamâmen akîm kalır.

— Bizi ayakta tutacak âmillerin başında gelen zengin millî kültürümüzü tamâmen ihmâl ettik. Bunun yerine, teknolojide bizden çok ilerideki milletlerin kültür ve geleneklerine göz diktik. Bu, bedeninin birçok uzvundan râhatsız olan birisinin, vücutça gâyet sıhhatli bir başka kişinin üzerindeki şık elbisesine benzer bir elbise giymekle kendisinin de sıhhatli olacağını sanan şaşkın kişinin mantığı idi. Ne yazık ki, bu şaşkın kişinin mantığı, bunca zaman sonra birtakım şaşkınlar tarafından şaşkınca hâlâ yürütülmeğe çalışılmaktadır.

— Gerek vatan topraklarında mevcut potansiyeli, gerekse çalışma gücümüzü düzenli, sistemli ve verimli bir şekilde seferber edemedik. İnsanımıza, çalışmanın ve helâlinden kazanmanın bir ibâdet olduğu şuûrunu veremedik.                                                      

(DEVAM EDECEK)