Nuri GÜRGÜR

Avukat

Sadi Somuncuoğlu - Gök Kubbede Hoş Bir Seda Bırakarak Hakk’a Yürüdü

Türk milletinin, Türk dünyasının çok değerli bir evladı daha bu alemdeki yolculuğunu tamamlayarak darı bekaya avdet eyledi. Sadi Somuncuoğlu henüz Ankara Ticaret Lisesi’nin birinci sınıf öğrencisi iken fikri tercihini yapmış, milletimize hizmet etmeyi, Türklüğe yararlı olmayı hayatının başlıca gayesi olarak benimsemişti. Bunda geleneklerine bağlı muhafazakâr aile yapısının, okuduğu tarihi romanların etkisi kadar okulunun, Türk Ocağı’nın tarihi binasıyla komşu oluşunun da payı vardır. Ders çalışmak için çok defa sınıfındaki yakın arkadaşları İbrahim Metin ve Halil Özyıldız ile birlikte binanın giriş katındaki kütüphanesine giderlerdi. Bir gün yukarıdaki salonda toplantı yapıldığını gördüler; konuşmacı tarihimizle ilgili bir konuyu anlatıyordu, oturup dinlediler. Anlatılanları cazip bulduklarından bu tarz toplantılara vakitleri elverdiği ölçüde katılmaya başladılar; dolayısıyla oradaki atmosferden etkilendiler. Sadi ve Halil aileleri memleketlerinde olduğundan Küçükesat tarafında kiraladıkları bir odada kalıyorlardı. Üç arkadaş biraz da Ocak’ta dinlediklerinin etkisiyle milletimize yararlı bir şeyler yapmayı kararlaştırarak sınıflarında “zararlı alışkanlıklarla mücadele” adında bir grup oluşturmuşlardı.

Liseyi bitirip üniversiteye başladıkları yıl Prof. Osman Turan Türk Ocakları Genel Başkanı olmuştu; Genel Merkez Ankara’ya taşındı. Yeni yönetim Ocağı daha faal hale getirmek istiyordu.  İlk olarak artık Ankara’da yayımlanması kararlaştırılan Türk Yurdu Dergisi’nin neşriyat müdürlüğüne Galip Erdem getirildi; başarılı bir gazeteci olan ve sorumluluğunu üstlenen Ömer Rasih Öztürkmen ile Galip Erdem kapak şeklinden sayfa düzenlemesine kadar yaptıkları yeniliklerle Türk Yurdunu okunan ve aranan bir dergi haline getirdiler.

Bu arada 1959 yılı başında Ocak Yönetimi üniversite gençliğinin faaliyetlere katılmasını temin için Gençlik Kolu kurmaya karar veriyor ve bu işi İbrahim Metin’e havale ediyor. Hukuk Fakültesi’nde yakın arkadaşım olan Şerafettin (Şeref) Yılmaz İbrahim Metin ile kapı komşusudur.  Kendisine sürekli Türk milliyetçiliğini anlatıp etkilemeye çalışan İbrahim’e benden bahseder ve aynı şeyleri anlattığımı söyler. Kuruluş aşamasındaki Gençlik Kolu’nun fakültelere açılmasına çalışan İbrahim benimle tanışmak için Şeref’i aracı yapar. Bir akşam vakti İbrahim Metin, Sadi Somuncuoğlu, Mustafa Kafalı ve Halil Özyıldız ile birlikte fakülteye geldiler. Mustafa Kafalı bizlerden dört yaş kadar büyüktü. İki yıl kadar Hukuk Fakültesi’nde okuduktan sonra DTC Fakültesi’nin tarih bölümünü tercih etmişti ve son sınıftaydı. Gece geç vakitlere kadar bahçede Türk milliyetçiliğini, Türk dünyasını, 44 olaylarını konuştuk. Görüş ve düşüncelerimiz tümüyle örtüşüyordu. Böylelikle Ocak çatısı altında bir araya gelerek ömür boyu sürecek kalbi ve fikri dostluk grubunu oluşturduk. O gece birlikte olduğumuz dört gönüldaşım artık bu fani alemde değiller; başka bir ifadeyle camiada benim gibi aynı yaş grubundan olanlar “akran-ı yetim” dir artık.

Sadi Somuncuoğlu liseden sonra devlet memuru olmuştu, çalışarak okudu. Ama bu durumu Gençlik Kolu çalışmalarına katılmasının engellemedi. Bütün faaliyetlerde birlikte olduk. 27 Mayıs darbesinden sonra Ocak’ta toplantı yapamadığımız dönemde İbrahim’in babasına ait taksinin içerisinde kendi derneğimizi, (Üniversiteliler Kültür Derneği)  kurmaya beraber karar verdik. Sadi benden bir dönem önce 1963 sonbaharında askere gitmişti. Dönünce serbest çalışmayı tercih etti. Önce Ocak’tan ve okuldan arkadaşı olan Oğuz Çetinoğlu ile birlikte “Dev Ajans” adıyla bir şirket kurdular. Ama bu deneme verimli olmayınca sürdürmediler. O sırada Alparslan Türkeş Bey CKMP Genel Başkanı olmuştu; Somuncuoğlu Parti’ye katılmaya karar verdi. Bir taraftan da Türk Ocağı Ankara Şubesi’nin faaliyetleriyle ve gençlerle yakında ilgileniyor, yetişmelerine yardımcı olmaya çalışıyordu.  1969’da MHP adını alan partide 12 Eylül darbesine kadar Başkanlık Divanında yer aldı, 77 seçimlerinde milletvekili olarak Meclis’e girdi, koalisyon hükümetinde Devlet Bakanı oldu. Türk milliyetçiliği tarihinde çok önemli yeri bulunan Devlet Dergisi’nin çıkarılması dahil bu dönemde parti çevresinde yapılan milliyetçi dergi ve kitap neşriyatını hazırlayanlardan ve yönlendirenlerden biriydi. Siyasi alandaki bütün faaliyetlerde daima ön plânda yer aldı. O’nun Mamak’ta yargılanırken yaptığı savunma, Başsavcı Soyer’in milliyetçi harekete yönelik suçlamalarının ideolojik husumetten kaynaklanan asılsız iftiralar olduğunu ortaya koyması bakımından önemli bir belgedir.

Sadi Somuncuoğlu 12 Eylül’den sonraki dönemlerde de gerek siyasette gerekse sivil toplum faaliyetlerinde Türk milliyetçiliği fikrinin en önemli isimlerinden ve yöneticilerinde biri olarak yer aldı.1994’de Türk Ocakları Genel Başkanı oldu, bir yıl kadar sonra ANAP’tan aday olunca ayrıldı. Altmış beş yıla yakın dostluğumuz süresince Türk milliyetçiliği konusunda ve ülkemizin meseleleri hakkındaki görüş ve düşüncelerimiz her zaman örtüşmüştür. Fakat tarz, yöntem ve üslup konularında bazen farklı düşünürdük. Bunlardan birini iki bin yılındaki cumhurbaşkanlığı seçimi konusunda yaşadık. O’nu bir yıl önce yapılan Meclis başkanlığı seçiminde elimden geldiğince destekledim. Mehmet Şandır’ı da yanıma alarak Abdullah Gül ile görüştük; duruşuyla, ahlâkıyla inancıyla Anadolu irfanını temsil eden Somuncuoğlu’nu desteklemenin partiler üstü bir mesele olduğuna iknaya çalıştık. Aynı şeyleri o dönemde partisi içerisinde sözü geçen Melih Gökçek’e de söyledim, hatta Ocak’taki odamda ikisini bir araya getirip konuşturdum. Gökçek yirmi kadar milletvekilinin desteği sözünü verdi. Ancak daha fazlası için Bahçeli’nin konuyu Erbakan ile görüşmesinin gerektiğini ifade etti. Ayvaz Gökdemir kardeşimiz de DYP grubunda çok sayıda milletvekilini ikna etmişti. Fakat MHP grup olarak desteklemeyince Sadi seçilemedi.

Cumhurbaşkanlığı’na aday olma niyetini söyleyince aynı durumun yaşanmaması için konuyu öncelikle Genel Başkanı ile görüşmesini tavsiye ettim. Seçimin yapılmasına iki gün kala Şandır telefonla beni aradı ve Sadi beyi aday olmaya ikna edemediklerini, kendisiyle bir de benim konuşmamı istedi. Şandır’a Devlet beyin desteği olmadan Sadi beyin kazanamayacağının Meclis başkanlığı seçiminde görüldüğünü, buna rağmen “aday ol” demenin dostça bir tavsiye olmayacağını anlattım. Bu arada Sadi beyi arayarak ne yapacağını sordum. Fazilet Partisi grubundan olumlu bir ses gelmediğini, çıkmak niyetinde olmadığını söyleyince “doğrusunu yapıyorsun” dedim. Aynı gece Ocak’taki odamda ATO yöneticileriyle görüşüyordum. Geç vakit bir arkadaş telefonla arayarak televizyonu açmamı istedi. Ekranda Cemal Enginyurt’un Meclis’in kapısında Sadi beyin arabasını tekmelediğini gördüm ve çok üzüldüm. Bahçeli bu haydutluğun hesabını Enginyurt’tan sormadı. Sadi bey bakanlıktan da partiden de ayrıldı; siyasetten koptu. Keşke bu durum yaşanmasaydı. Çünkü nitelikleriyle, birikimiyle en verimli dönemindeydi, gerçek bir “akil adamdı”. Ayrılması sadece MHP’de değil Türkiye siyasetinde de olumsuz etki yapan bir boşluk oluşturdu.

İki yıl kadar önce teşhisi konulan menhus hastalığın tedavisi sırasında sık sık telefonla görüşürdük; imanı kavi bir insan olduğundan son derece mütevekkildi. Olayları günü gününe takip ediyor, kendi durumunu değil Türkiye’nin sorunlarını, Türklüğün meselelerini ve ülkenin geleceğini düşünüyor, olanlara üzülüyordu.  O Türkiye’de, dünyasında son altmış senede cereyan eden ve baş döndüren siyasal, toplumsal ideolojik olayları, bütün darbe girişimlerini, hükümet bunalımlarını birebir gören ve yaşamış olan nesildendi. Bunların her biri yakından ilgilenenler için kitaplardan okuyarak edinemeyeceği ders niteliğinde eğitici tecrübe demektir. Bir nehrin aynı suyunda iki defa yıkanmak mümkün olmadığı gibi Türkiye’nin geçip giden son altmış yılının benzeri tekrar yaşanmayacak, Dolayısıyla şimdiki nesiller bu tecrübeleri edinemeyecekler; bir başka ifadeyle Türkiye Sadi Somuncuoğlu gibi birikimli siyasetçi ve entelektüel eksikliğini her zaman duyacaktır. Menzili mübarek, makamı âli, mekânı inşallah cennet olsun, ruhu şad olsun.