Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

ocetinoglu1@gmail.com

Kerâmet Meselesi

Kerâmet sıradan insanların yapamayacağı işleri yapabildiği iddia edilen insanların sâhip olduğu düşünülen gücün ifâdesidir.

Kerâmet hakîkatte vardır. Ancak halkın kerâmet anlayışı ile mukaddes kitapların kabul ettiği kerâmet farklıdır.

Halkın anlayışına göre kerâmet, sıradan insanların yapamayacağı işleri yapmaktır. Böyle bir beceriyi, sevdiği ve ‘ulu’ olduğuna inandığı insanlara yakıştırır. Bu özellik onda yoksa da ağızdan kulağa anlatıla anlatıla herkes o insanda kerâmet olduğuna, şeksiz-şüphesiz inanır. ‘Şeyh uçamaz, müridi uçurur...’ sözü böylece dillerde pelesenk (konuşma sırasında sık sık söylenen söz) olur. Sevdiği kişiyi, çıplak ayakla deniz üzerinde yürütür, bakışlarıyla uçağı mecbûrî inişe sevk eder.

Ahî Evran’ın ‘ejderha’ denilen büyük bir yılanı, gözlerinin içine bakarak tesirsiz hâle getirmesi gibi... Hikâye hakîkat değilse de, halkın Ahî Evran’a olan sevgisi-saygısı hakîkattir.

Teolojik anlayışa göre kerâmet, peygamlerlere has bir mahârettir. Tevrat’ta; Peygamber olarak görevlendirildiğine dâir bir alâmet olmak üzere Hz. Mûsâ’ya asâ mûcizesinin verildiği belirtilmektedir. Buna göre Hz. Mûsâ’nın elindeki asâ önce yılana dönüşür, sonra da eski hâline gelir. Asâsını göğe doğru uzatır ve Mısır diyarı üzerine iri elmalar ölçeğinde dolu yağar. Bir başka gün Mısır üzerine uzatır ve şark yeli ile birlikte ülkeyi çekirge istilâ eder. İsrâiloğulları ile birlikte denizi geçerken asâsını kaldırıp denize uzatır ve sular yarılır, yürünecek şekilde geçit açılır.

Kerâmet peygamberlere Allah’ın izniyle verilir. Hz. Muhammed (sav) Efendimiz’in de mûcizeleri, kerâmetleri vardır.

Mûcize; gerçekte Allah’ın fiilidir. ‘Peygamberin mûcizesi’ denilmesi, mûcizenin O’nun aracılığıyla olması ve O’nun doğruluğunu göstermesi sebebiyledir. Peygamber duâ eder, Cenâb-ı Allah lütfedip duâyı kabul eder ve istek gerçekleşir.

Allah’ın en büyük mûcizesi Kur’ân-ı Kerîm’dir.

***

Âriflerden bir zâta dediler ki:                                                                                                                             
Filân kişi kerâmet sâhibidir. Havada uçuyor. Ârif’in cevâbı:                                                                              
Bu kerâmet değildir. Sinekler de uçuyor.                                                                                                         
– Peki ya filân şeyhe ne dersiniz? Suyun üzerinde yürüyor.                                                                                 
Bu da kerâmet değildir. Kurbağalar da suyun üzerinde yürüyebiliyorlar. Sordular:                                      
– Peki sizce rekâmet nedir? Ârif cevap verdi:                                                                                                         
İnsanlar arasında yaşarken kimseye yalan söylememek, kimseyi aldatmamak, kimseyi incitmemek, insanları kendi şahsî ve maddî menfaati için kullanmamak, iyi niyetlileri suiistimal etmemektir. Kerâmet budur.

Somuncu Baba’nın Kerâmeti:

Somuncu Baba: Anadolu’nun mânevî mimarlarındandır. Hacı Bayram-ı Velî Hazretleri başta olmak üzere birçok talebe yetiştirerek Osmanlı Devleti’nin mânevî anlamda büyümesinde ve gelişmesinde büyük katkısı olan bir Allah dostudur. ‘Somuncu Baba’ lakâbıdır. Asıl adı Abdullah’tır. Şeyh Hâmid Hamidüddin-i Aksarayî olarak da anılır. 1331 yılında Kayseri’nin Akçakaya köyünde doğdu. (Niğde Aksarayı’nda doğduğuna dâir bilgiler de vardır) 1412 yılında Aksaray’da vefat etmiştir. Mezarı Aksaray’dadır. Darende’de de mezarının bulunduğu söyleniyorsa, oradaki makamıdır. Bilindiği gibi Anadolu insanı, severek bağrına bastığı ulu kişilere kendi bölgesinde kabir atfederler. Yunus Emre’nin de Anadolu’nun 10 ayrı yerinde kabri olduğu söylenir. Bunlardan 9’u makam, 1’i kabirdir. Asıl kabri de Müslüman Türk milletinin gönlüdür.

Somuncu Baba, Yıldırım Beyazıt Han zamanında Bursa’da idi. Ekmek yapıp satardı. Bu sebeple ‘Somuncu Baba’ olarak anıldı. Yıldırım, yaptırdığı Bursa Ulu Câmi’nin ibâdete açılışında hutbeyi, dâmâdı ve câminin imamı olan Emir Sultan’ın okumasını emreder. Emir Sultan Hz. Padişah’a Bursa’da Somuncu Baba varken, kendisinin hutbe okumasının yakışık almayacağını arz eder. Hutbeyi Somuncu Baba irad eder. Pâdişah, Emir Sultan ve cemaat, hutbeyi hayranlıkla dinler.

Cemaat Somuncu babalarının ne kadar büyük bir Allah dostu Evliya olduğunu görünce câmi çıkışında onun elini öpmek ister. Mübârek zat cemaatin isteğini kıramaz. Böylece bütün cemaat Hazret’in elini öpme şerefine nail olur. Câmiden çıkıp avluda toplanan halk birbirine anlatır: ‘Ben ortadaki büyük kapıdan çıkarken Somuncu Baba’nın elini öptüm’ Bir diğeri ise, sol taraftaki kapıdan çıkarken minberde hutbe irad eden Somunca Baba’nın elini el öpmüştür. Herkes Somuncu Baba’nın elini öptüğünden emindir. Anlarlar ki, Somuncu Baba kerâmet sâhibi ermiş ve ulu kişidir. Duâsını almak için yanına gitmek isterler. O ise tanınmasından ve sırrının öğrenilmesinden rahatsız olduğu için sırra kadem basmış, kimseye görünmeden Bursa’yı terk etmiştir.

***

Nasreddin Hoca, kerâmet sâhibi olduğunu söyleyen din adamları ile alay ederdi.                                        
Kerâmet sâhibi ermiş bir hoca’ olduğunu iddia eden adam, etrafına topladığı insanlara, göğün altıncı katına kadar yükseldiğini söyleyince Nasreddin Hoca sormuş:                                                                
– Orada elin yumuşakça bir şeye değdi mi? Adam heyecanla ‘Evet’ deyince; Hoca:                                     
– Sen benim eşeğime binmişsin. Eline değen yumuşakça şey de eşeğimin kuyruğudur.

***

Köylüler Nasreddin Hoca’dan kerâmet göstermesini ister. Hoca, kerâmet sâhibi olmadığını söylese de kabul ettiremez. Israrlar devam edince, ‘Peki öyleyse’ deyip 50 metre ötedeki ağaca dönerek,                                                                                                                                                                        
Ey ağaç, bana doğru gel...                                                                                                                         
Hiçbir hareket olmayınca, emrini iki defa daha tekrarlar. Yine olmayınca, ağaca doğru yürür. Köylüler, Hoca’nın göz işâreti ile ağacın toprakla alâkasını keseceğinden veyâ üfleyerek bütün yapraklarını göğe savuracağından endişe ederler; ‘Aman Hocam dur...’ diyerek heyecanla bağırırlar.                                                                                                                                                       
Hoca sâkin:                                                                                                                                           
– Gördünüz işte kerâmeti olmayan mütevâzı bir insanım. Ağaç bana gelmezse ben ağacın yanına giderim.