Hicran GÖZE

Avukat - Yazar

O Bir Yetimdi Ama İnsanlığın Efendisi Oldu

Allah onu Peygamberlik denilen en yüksek makama lâyık gördü. Babasını, annesini, dedesini çok küçük yaşta kaybetti. Amcası Ebu Talib’in himayesinde büyüdü.  Çevresi O’na “El- Emin” vasfını lâyık görmüştü. Peygamberliğine inansın, inanmasın günümüzün insanının O’nun bir tavrına, vahiy meleğinin geldiği andaki haline çok dikkat etmesi lâzımdır. Vahiy meleğinin kendisine “İKRA” yâni “OKU” diye emrettiği zaman ne yapmıştı? Bu emre nasıl cevap vermişti?   “BEN OKUMA BİLMİYORUM” dememiş miydi? Yalvaran bir sesle “NE OKUYAYIM” diye sormamış mıydı? Çünkü kendisine peygamberliğin geldiğine inanmamış, hep şüphe etmiş ve korkmuştu. Acaba etrafında çokça gördüğü kâhinlerden, falcılardan biri mi olacaktı? Yoksa hasta mıydı, hayal mi görüyordu? Bu müthiş bir nefis kontrolü değil miydi?  Bu vahyin onun dışında hatta onu korkutacak, endişelendirecek kadar ondan çok müstakil bir olay olduğunu ispat etmiyor muydu?  O bunaltıcı günleri kendisi sonra böyle anlatmıştı. “İlk vahye tekaddüm eden on ay zarfında uykum şafak ışıklarını andıran birtakım aydınlıklarla bölünürdü. Evlerden uzaklaştığım zaman bana ‘Ya Muhammed diye hitap eden sesler duyardım. Döner arkama, önce sağa, sonra sola bakardım. Çalıdan çırpıdan başka bir şey göremezdim.”  

Bu zor günlerde ürkmüş ve korkmuş olarak koştuğu yer eviydi.  Eşi Hz. Hatice’nin teselli edici, sakinleştirici varlığıydı.  Onun sabrı ve anlayışının desteğiyle uçsuz bucaksız çölün yalnızlığında hep düşünürdü. Hira Mağarası onun tefekküre daldığı bir mekândı. Oraya uluşmak da hiç kolay değildi. Yol kayalıktı, vasıta giremezdi. İnsanlar ekseriya düşmemek için ellerinden yardım görürlerdi. Çıkış da iniş de iki saat sürerdi. Hz. Hatice eşinin ruh hâlini çok iyi anlayan bir kadın olarak ona rahatça tefekkür edecek bütün imkânları sunmuş, hiç şikâyet etmemişti.  İlerideki o korkunç işkence ve açlık yıllarının sonunda bedenen çökmüş olarak kaybettiği Hz. Haticeyi, kadınların ilk inananı olan bu büyük kadını hiç unutmayacak, her vesile ile anarak benzersiz bir vefa örneği gösterecekti. Erkeklerin ilk inananı olan Hz Ebubekir’in kızı Hz Ayşe’nin bir gün kadınlık sevki tabiisiyle ‘Allah sana Hatice’den alâsını nasip etti demesine karşı “Hayır Ayşe, Allah bana Hatice’den hayırlısını nasip etmedi. İnsanların beni yalancı çıkardığı devirde bana herkesten önce iman eden, insanların beni mahrum ettiği zamanlarda bana sahip olduğu her şeyini veren odur. ’diyecekti.

Sevgili oğlu İbrahim çok küçük yaşta babasını annesini büyük acılar içinde bırakarak öldüğü gün güneş tutulmuştu. Sevenleri bu olaya bir kutsiyet izafe ettiler. Son peygamber bunu duyunca büyük acısına rağmen bütün müslümanları topladı ve bu olayla oğlunun ölümü arasında bir alâka kurmanın çok yanlış olduğunu söyledi ve konuşmasını böyle bitirdi: “Ay ve Güneş Allah’ın ayetlerindendir. İnsanların ölüm ve doğumlarıyla alâkası yoktur.”

Sözün özü 14 asır önce müneccimliği, falcılığı ve bütün batıl itikatları yasakladılar, onların kökünü kazıdılar. Evlâdına ve torunlarına zekât malını yasak etmişti. Ganimetlerden kendisine düşeni hemen dağıtırdı. Bu hayret verici sözler de onundur: “Bir Müslüman öldüğünde arkasında borç bırakmışsa bana geliniz, onun kefili benim.” Çok zarif ve kibardı. Yahudilerin, kendi ırklarından gelecek bir Peygamberi hasretle bekleyen yahudilerin kendisine çeşitli hakaretler ederek saldırmalarına, “Ölüm sana olsun” diye beddua etmelerine sadece “Size olsun” diye mukabele etmişti. Eşi, Hz Ebubekir’in kızı Hz Ayşe, Kendini tutamayıp  dışarı çıkıp yahudileri ağır bir şekilde azarlayıp kovunca  ise onu sakin olmaya davet etmiş “Niye nezaketi ihtiyar etmedin ya Ayşe…” diye ikaz etmişlerdi. O sadece müslümanlara değil diğer ehli kitaba da hoşgörülü davranıyordu. Necran Hristiyanları kendisini bir heyetle ziyarete geldiklerinde yeleğini yere sermiş. Üzerine oturmalarını istemişti. Yarın için bir şey biriktirmez, ihtiyacı olsa bile başkalarının ihtiyacını ilk sıraya koyardı. Vefat ettiği zaman zırhı ailesinin ihtiyaçları karşılığında bir Yahudi’de rehindi.   Evet. Hz. Muhammed son Peygamberdi ve Beni İsrail’den de değildi. Ya Hz İsa…  Çarmıha çivileyip ölüme terk ettikleri Hz. İsa Beni İsrail’den değil miydi? Yahudi değil miydi?

Her büyük insan ve her büyük değişimci gibi onun da düşmanları çoktu. Cehaletten ve hıyanetten kaynaklanan düşmanları … Ama hiçbiri onun muhteşem ahlâkına en ufak bir leke sürememişlerdi.    

Allah Resulü… Son İlâhi mesajın sahibi… Gayesi Allah ile kul arasındaki bütün engelleri kaldırmak olan son mesajın ileticisi… Bu ilâhi vazife Kur’an’ın tamamlanması ile bitecekti. Ve bitti de. Veda haccında hüzün içinde olan gözleri yaşlı, müslümanlarla ne güzel vedalaşmıştı… daha sonra rahatsızlığı artacak namaz kıldıramayacak kadar halsizleşince yerine mağara arkadaşı, erkeklerin ilk müslümanı Hz. Ebubekir’i bırakacaktı. Ziyaretine gelenlere “Müslüman’lara selâmımı götürünüz” diyordu. Sonra açıklamaya lüzum gördüler “Sadece bu günkü Müslümanlara değil, kıyamete kadar gelecek bütün Müslüman’lara benden selâm söyleyiniz…” Ne mutlu o selâma lâyık olan müslümanlara…