Oğuz ÇETİNOĞLU

Ekonomist, Araştırmacı-Yazar

ocetinoglu1@gmail.com

Emekli Din Görevlisi Ahmet Yüter ile Ramazan Sohbeti

Oğuz Çetinoğlu: Her Ramazan ayında idrak etmekte olduğumuz o mübârek günlerin hikmetleri, faziletleri hakkında söyleşir, okuyucularımıza iletirdik. Bu yılki sohbetimiz, Ramazan gününe denk geldi. Klasik bir soru ile başlayayım:

Ramazan ve orucun bize sağladığı faydalar nelerdir?

Ahmet Yüter: Lokman Hekim öğütlerinden birinde; ‘Üç hususu unutmayınız’  dedikten sonra ilk olarak: ‘Cenâb-ı Allah’ı unutmayınız’ öğüdünü veriyor.

Çağımız insanı, günlük problemleri, iş hayatı, ev halkı ve dostları ile alâkalı işler ve çeşitli gaileler sebebiyle geçici ve kısa zaman dilimlerinde, istemeyerek de olsa, Allah’ı unutabiliyor. Dünyâ ahvâli, işgaller, terör olayları, tabiat âfetleri salgın hastalıklar, iktisâdî şartlar unutkanlığa zemin hazırlıyor.  

Ramazan ve orucun bize sağladığı en büyük fırsatlardan biri, unutkanlığımızın farkına varmamızı sağlamış olmasıdır.

İnsanlar Ramazan ve oruç sebebiyle Allah’a yaklaşıyorlar. Ramazanı bir vesile olarak değerlendirip ibâdetlerini edâ ediyorlar. Ramazan günlerinde nefsinden uzaklaşıp Allah’a ve Peygamberimiz Efendimize yaklaşmanın huzurunu yaşıyorlar. Bu huzuru bayram sonrasında da devam ettirenler var. Cenâb-ı Allah, cümlemize her geceyi Kadir, eh gördüğümüzü hızır bilmeyi nasip etsin.

Çetinoğlu: Nefs’ dediniz. Bu kelimeyi açıklar mısınız?

Yüter:  Nefs, hem insanın maddî varlığını, hem de insanda var olan fakat gözle görülmeyen, iyi ve kötüyü arzu eden manevî varlığını ifâde eder. Varlığı bilinir ve kabul edilir, fakat gözle görülmez.

İnsan irâdesini yönlendiren bir kuvvettir. Bâzen insanı iyi işlere bâzen de kötü işlere yönlendirir.

Çetinoğlu: Mutasavvıflar nefs varlığını nasıl yorumluyorlar?

Yüter:Kendisinde irâdî hareket, duygu ve hayat kuvveti bulunan lâtîf bir cevher’ olarak kabul ediyorlar.  Kötülüğü emreden mânâsına geldiği gibi, Allah tarafından insana üflenen ve ruh-i Rahmanî, İlâhî ben mânâsında da kullanılmıştır.

Çetinoğlu: ‘Nefsi öldürmek’ten bahsedenler var.

Yüter: Nefsi öldürmek mümkün değildir. Mümkün olsa bile zararlıdır. İnsanı kötülüklerden alıkoyduğu gibi, iyilik yapmaktan da alıkoyar. İnsanı insan olmaktan çıkarır. En mükemmeli nefsi terbiye etmektir.

Çetinoğlu: Nefs nasıl terbiye edilir?

Yüter: En kolay yol, nefsini terbiye edebilmiş insanlarla birlikte olmaktır. Dâima iyilik yapan, gıybetten, haramdan uzak duran, kalbini; kin, intikam, kıskançlık ve haset gibi kirli duygulardan arındırmış, hiç kimseye kötülük yapmayan, İslâm’ın emrettiklerini yapan, yasaklardan kaçınan ve kaçındıran insan, nefsini terbiye etmiş insandır. ‘Üzüm üzüme baka baka kararır’ diye bir vecizemiz var. İyi insanlarla arkadaşlık edenler, dostluk kuranlar, kısa zamanda nefsini terbiye etmiş iyi insan konumuna erişir.

Çetinoğlu: Eğer böyle arkadaş, dost bulamıyorsa?

Yüter: Cenâb-ı Allah’ın, iyi insan olmak için kapıları kendisine açması için duâ edecek. Duâ ettikçe kendisinde bir takım değişiklikler olduğunu farkedecektir. Namaz kılacak, oruç tutacak, haddi aşan eğlencelerden kaçınacak, haram-helâl ve günah kavramlarını öğrenecek, öğrendiklerini tatbik edecek. Bunlar zor şeyler değildir. Kalben ve sâmîmiyetle inançla istiyorsa, mutlaka başaracaktır.  

Çetinoğlu: Namaz kılmasını bilmiyorsa?

Yüter: Câmiye gidecek, cemaatin arasına karışıp onlar gibi hareket edecek hiç bir âyet bilmiyorsa, duâ edecek. Duâsının kabul olunacağından şüphe etmeyecek. Namaz sırasında duyduğu huzur, onu namaz kılmayı öğrenmeye yönlendirecektir.

Çetinoğlu: Teşekkür ederim Hocam. Oruç hakkında neler söylemek istersiniz?

Yüter:  Oruç ibâdeti, İslâm'dan önceki semavî dinlerde de vardı. Eğitici, olgunlaştırıcı ve koruyucu yönü orucun bütün semavî dinlerde farz kılınmasını gerektirmiştir. Dinleri ve nesilleri birbirine bağlayan oruç ibâdeti, dînî kültürün oluşumunda da önemli temel taşlardan biri olmuştur. Oruç, insanın manevî gelişiminin doruk noktası olan takvayı amaçlayan bir ibâdettir.

Çetinoğlu: Ramazan ayı hakkındaki mütalâanızı da lütfeder misiniz?

Yüter: Ramazan-ı Şerîf ayında oruç ibâdetini edâ etmek, Cenâb-ı Allah'ın kendisine inanmış kullarına büyük bir lütfudur. Çünkü bu ay her bakımdan özeldir. Evvelâ, içerisinde Kur'ân-ı Kerîm nâzil olduğu için bin aydan kıymetlidir. İkinci olarak; Kur'ân-ı Kerîm sâdece bu aya mahsus ibâdet ve sâir muâmelât için nâzil olmamıştır. Ramazan ayı, ortalama bir insan ömrü olan bin aydan hayırlı olduğu gibi, içerisinde indirilen Kur'ân-ı Kerîm de insanın bütün ömrü boyunca muhtaç olduğu rehberlik özelliklerine sâhiptir, yâni bütün hayatları boyunca insanlara ‘yol gösterici ve doğruyu yanlıştan ayırıcı’ bir hüviyet taşır. Üçüncü olarak; bu ayın baş tacı olmasının ve esasen Ramazan ayının diğer ayların sultanı kabul edilmesinin sebebi olan oruç ibâdeti, bu ayda edâ edilir. O oruç ki bizzat Rabbimiz Teâlâ onu kendisine yakınlaşmanın en seçkin vasıtalardan kılmıştır ve bu ibâdetin mükâfatına bir sınır koymamıştır.

Oruç ile birlikte Ramazan ayına mahsus diğer ibâdetler dikkatlice değerlendirildiğinde, müminin bu ayda Allah'a daha çok yakınlaşmasının hikmeti anlaşılır. Zira bu ayda açlık sâyesinde nefs dizginlenir ve fakirlerin mütevazı ahlâkının farkına varılır. Nefsin isteklerine karşı koymada ve iman ile akl-ı selimin isteklerini uygulamada sabır ve metanet hâssası gelişir. Hânelerde ailece okunan ve câmilerde mukabele olarak dinlenen Kur'ân-ı Kerim'in hikmeti ve nuru, kalplerdeki imanı ve ihlâsı artırır. Kişi, uykudan fedakârlık vasıtasıyla maddî olandan manevî olana yönelir. Misâfire ikram ve iftar dâvetleri; akraba, arkadaş ve komşular arası ortak şuur ve muhabbetin tesisine vesile olur ki bu sâyede İslâm'ın toplumculuk özelliği ve kardeşlik ruhu canlanır. Teravih namazları, câmi ve mukaddes mekânları ziyâret ise ibâdet heyecan ve sevincini artırır. Fıtır sadakası ve zekât ile Allah için vermenin yüksek faziletine erişilerek imanın lezzetine varılır. Neticede gelen bayramda küçükler- büyükler sevindirilerek top yekûn cemiyet birbirleriyle kucaklaşır, içten ve derin bir samîmiyet ile nesiller arası sevgi köprüsü oluşur.

 

AHMET YÜTER

1963 yılında Amasya ili Merzifon ilçesi Yakacık köyünde doğdu. 1983 yılında, Merzifon’a bağlı köylerde imam hatip olarak göreve başladı. 1989’dan itibâren İstanbul Zeytinburnu Müftülüğü bünyesindeki camilerde görev yaptı.

Güzel bir gönül ekibi ile cami ekseninde ‘Kürsüden Akademik Sohbetler’ platformunu oluşturarak Türkiye’de çok mühim bir ilke imza attı. Vazifeli bulunduğu Topkapı Teknik Oto Sanayi Sitesi Çinili Cami Kürsüsünü akademileştirdi. Böylece, görevli bulunduğu camide aydınlarla halkı buluşturdu. Tıp, hukuk, ilahiyat, iktisat, fizik, kimya, biyoloji, astronomi, tarih, edebiyat, sanat, spor, müzik… gibi birçok sahalarda uzman akademisyen bilim adamı, âlim, araştırmacı ve yazarları konuşturdu. 1994’den günümüze kadar 850’yi aşkın hatibin kürsüden hitap etmesine vesile oldu. Ayrıca yapılan konuşmaları kayda alıp, çözüp, konuşmacıların tashih ve onayından sonra kitaplaştırarak belgelendirmiştir.

Görevinden arta kalan zamanlarını;  piyes, şiir, deneme, makale yazarak değerlendirmektedir. İlk piyesini Elazığ Harput Diyanet Eğitim Merkezi’nde kursta iken yazıp yönetip arkadaşlarıyla oynamıştır. İlk şiiri 1981 yılında Can Kardeş Dergisi’nde, ilk yazısı da Yeni Düşünce Gazetesi’nde yayınlandı. Sonraki yıllarda ürünleri; Sur, Ribat, Hakses, Diyanet, Yörünge, Cuma, Mektup, Vahdet, Vuslat, Can Kardeş, Bedesten dergileri ile Türkiye, Yeni Nesil, Ortadoğu, Millî Gazete, Akit, Zeytinburnu Tercüman, Yeni Taşova, Zeytinburnu Bulvar ve Haklı Görüş gibi gazetelerde yayınlandı.

Ahmet Yüter, Yıldız Teknik Üniversitesi’nin Dâvut Paşa Kampüsü içerisindeki camide bir müddet görev yaptıktan sonra kendi isteğiyle emekli oldu. Gazete ve dergilerde yazı yazmak, kitap hazırlamak suretiyle hizmetlerine devam ediyor.

Diyanet-Sen’in, Eskader'in ve Türkiye Yazarlar Birliği’nin üyesidir. Evli ve üç çocuk babasıdır.