(YEDİNCİ BÖLÜM)
Hangi din, inanç, mezhep, tarik ve cemaatten olurlarsa olsun mecnun, meczup veya akıllı görünümlü vahiy inkârcılarının da cinlerle ilişkiler kurabildiği söylentisi yaygındır; medyumların bir kısmının ve büyücülerin her toplumda ve inanışta varlığını devam ettirdiği inkâr edilemez.[1] Bu türden vahiy dışılıklarla yaşayan, fikir ileri sürenler, inançları bilgiye ve samimiyete dayalı insanları ötekileştirip dışlama, etkisizleştirme, yetkisizleştirme konusunda çabalar gösterirler.
Kur’ân ve hadis kaynaklı olan cezbeli, vecdli hâl sahipleri, rindler, sûfiler ile hangi inançtan olurlarsa olsunlar ayrıştırmacılık, ötekileştirmecilik yapanlar, apayrı gruplardır. Diğer yandan züht veya sûfilik yolunda olduğu iddiasına bağlı halk ağzıyla softa (aslı suhte) veya molla unvanı verilen öfkeli cahiller de bir başka alt gruptur. Osmanlı toplumunda, ‘medrese’ eğitim ve öğretimine kabul edilenler, askerlik yapmıyor, vergiden muaf sayılıyordu. Okuryazarlığı yok ölçülerine yakın olan halk işitmeye, ezberlemeye dayalı gelenek Müslümanlığı veya cemaat Müslümanlığı olarak adlandırılması gereken özellikler taşıyordu. Köy ve kasabalarda yaşayan cahil halkı yönlendirenler ise sûfiler, ermişler rolünü oynayan şıhlar, hocalar, dedeler, babalar ve mollalar idi. Rinde benzer yanları bulunduğu hâlde zâhid, vâcid, abdal, meczûb, mecnûn yaşantılarla tanınmış olanlar, daha farklı bir gruptur. Derviş kavramı başta olmak üzere zühd, vecd, cezbe sayılan meşrep ve hâllerine başta olmak üzere, fanatiklik ve militanlık değil, ‘biganelik’ esaslı yaşantılar velâyetnâme, menâkıpnâme adlı kitapların bünyesinde, efsanelerle, olağanüstülüklerle bezenmiş olarak durmaktadır.
Velî kavramına bağlı inanış, bilgece bildirim ve yaşantıların bir alt boyutu, sûfiliktir. Sûfilik yolunda ise, sarsıcı heyecanlanmaya bağlı ritüeller, âyinler, zikirler, uygulamalar farklıdır. Bu farklılığı yapılandıran ve onunla ayrı bir dış ve iç benlik kurup beslenen insanlar, kaçınılmaz iki gerçekle karşı karşıya kalıyorlar: Bir kısmı bencil, kibirli ruhbanlar ile kimseyi yönetmek niyeti taşımayan sûfi kavramının alt tiplenmeleri olan kişi ve grup etiketli yansıtmalarla yaşayanlar.[2]
Velî, sûfî, hakîm, aziz, kam, mürşid, rind, zahid, abdal, ışık, dede, dede-baba, derviş, şeydâ, divâne, kalender, vb... Bu ve benzer unvanlarla yaşamış, yansıtmalarıyla etkiler oluşturmuş farklı insanların neredeyse tamamı, nazmın heyecanlandırıcı, coşku verici, kendinden geçirici, dinleyeni o söz iklimine taşıyıcı özelliğinden yararlanmışlardır. Bu konuya ‘sûfi şiir’ başlığı altında değineceğim.
Şiir İkliminin Farklılığı Üzerine
Şair, mizacının ve yaşantılar toplamının yönlendirmelerinden dolayı, bakışı, algılayışı görüşü ve bunlara bağlı farklılığının yoğurduğu duygu temelli, hayal harçlı ifadeleriyle bir bediî tefekkür mimarıdır. Şairin mizacı ve artistik zekâsı, iç benindeki olumlu ve olumsuz yansımaları, beğenilir ölçülerle nazmı bir ifade yolu olarak kullanarak paylaşmaya zorlamakta, cesaretlendirmektedir.
Bazı insanların nazım adlı ifade yolunu seçmelerinde ezberlenme, hafızaya yerleşme, insandaki mûsıki nitelikli ezgiyi canlandırma güç ve işlevi ön sırada olmak üzere bazı özellikler yer almaktadır. Nazım yolunu seçen, şiir var eden, türkü yakan, ağıt eden insanlar hangi psikolojik etki ve tepkiler ile hangi türden kelimelere sığınıyorlar?
Sanatçı mizaç ve bundan doğan yüksek duyarlılık (fart-ı hassasiyet) sâhibi insanlar, etkilendikleri olay, durum ve/veya kişiden gelen uyarımların sonucunda farklı sayılan tepkiler veriyor. Sanatçı mizaçlıların en çok tanınanları, şiir var eden şairlerdir. Onların var ettiği nazımlar, sözlük denilen hazineden seçilmiş kelimelerle heyecanlara aracılık eden bütünlüklerdir.
On iki ana bölümlü zekânın, bilgi kayıt ve yansıtma merkezlerinden biri duygu/his, adlı bölümdür. Duygu hem beş duyuya bağlı hem onların yanı başında yer alan diğer etkilenmelerin (his etme, hislerini ön planda tutma tahassüs gösterme) var ettiği tepki ve yansıtmalardır. En olumlularından en olumsuzlarına kadar yoğun duygulanmalar, haz ve elem kavramlarına bağlı psikolojik ve biyolojik yansıtmalardır. Duyguların yoğunluğu, heyecanların şiddeti aynı kişi, olay, durum ve varlıklara farklı bakıp, farklı etkilenip, farklı algılayıp, farklı yansıtmalara yol açmaktadır. Duygular hem dış benlik ve kimliği hem de iç benin bütün merkezlerini yapılandırıp yansımalara yol açma güç ve işlevine sahiptir.
Hayal, insan zekâsının ana merkezlerinden biridir. Bu merkezin yaptığı kayıtlar ve bunlara dayanarak ortaya çıkan tahayyül (hayal kurma, gerçeği gölgeleyen yoğun hayaller), insanın hem dış benine hem iç benine ait göstergelerdir. Hayal, insanın rastgele veya düzenli gözlemleriyle bilmeye, tanımaya çalıştığı kişi, olay, durum ve varlıkların duyguyu öne almak şartıyla ilgilenme, ilişkilenme sonunda kişide oluşan izlenimler olarak tanımlanabilir.
(DEVAMI YARIN YAYINLANACAKTIR)
[1] Musevi veya Hristiyan yahut Müslüman bazı insanların geçmişten gelecekten haber verdikleri, büyü, sihir yaptıkları bilgisi, binlerce yıldır bu coğrafyanın gerçeklerindendir. Cinlerle ilişki ve kutsal kitapların hükümlerini kötüye kullanma yolu ile insanları etkileme konusundaki işlemlere büyü, sihir, maji denilmektedir. Bu konuda merhum Hikmet Tanyu’nun yazdığı “Büyü” maddesine (DİA, C.8, s. 501-506) bakılabilir.
[2] Zâhid, yiyip içme ve mal biriktirme gibi arzularından kurtulmuş züht yolunu seçmiş olan. Vâcid, İslâmî bilgi, sezgi, ilham, irfan ve diğer hâllerle coşkunluk gösteren, kendinden geçen, vecde gelen, insan. Cezbe, bir kişinin olayın durumun, aklı durdurup şaşkınlık ve hayranlık konumuna asılı kalacak ölçülerde etkilemesi anlamını taşır. Meczup, akıl ve muhakeme özelliklerini işletmek yerine edindiği bilginin ve/veya etkinin yol açtığı birdavranışlar gösterme hâlidir. Sûfilik yolu ve kavram bilgisinde ise çekim gücü olan her türden varlıktan Allah’ın yardımı ile kurtulmuş, o bağlantılanmanın, cezbe’nin sonunda dünya nimetlerine ilgisini kesen. Vecd, cezbe hâllerine bağlı coşkunlukların var ettiği nazımların tema ve kavram yapısı geniş bir konudur.